Dede Korkut Oğuznameleri’nde iki Başkent
vardır.Biri düne kadar Kars’a bağlı olan Iğdır’da ki “Karakale”,
diğeri ise Kağızmanda ki “Ağcakale”dir.
Oğuzların bilge kişisi,ozanı,kopuz mucidi,akıldar insanı Dede
Korkut’tur.Oğuzname’nin birinde baş kahramanlardan Kazan Han:
“Sürmeli de Ağcakale de at oynattum”
demektedir. Oğuzların kışlağı ve yaylağı Kars olduğuna göre halk
ozanlığının başlangıcı da Dede Korkut ile Kars’ta başlamış
bulunmaktadır.
9 ile 11 nci asırdan bu yana bu gelenek “halk ozanı, halk şairi,
halk aşığı gibi adlarla günümüze taşına gelmiştir.
Kars Eli, DedeKorkut’tan başlayarak Çobanoğlu’na varıncaya dek bu
zaman içerisinde çok güçlü aşıklar yetiştirmiştir. Sanatı güçlü,
kudretli olanların başında Tüccari, İkrami, Zihni, Şenlik, Ceyhuni,
Bahri, Kahraman, İrfani, Müdami, Kasapoğlu, Hıfzı, Cemal Hoca,
Nihani, Karahanlı gibi isimleri sayabiliriz.
Kars aşıklık geleneğindeki makamlarımızı ustalardan alan çıraklar,
yazdıkları şiirlerinde ezgi olarak kullana geldiklerinden makam
üretemez olmuşlardır.Hep aynı makam,hep aynı ağız, aynı tel ile
çalıp söylemişlerdir.Kars aşıklık geleneğimiz bundan ötürü 1960
sonrası makam kısırlığı yaşamıştır.
Murat Çobanoğlu’nun bu yıllardan başlayarak açtığı “Çobanoğlu
Gazinosu” Azerbaycan’da olduğu gibi Kars’ta bir “Aşıklar Okulu”
işlevini üstlenmiştir. Bu mekana gelen aşıklık adayları burada
sazı,sözü,türküyü kavramış,şiir türlerini öğrenmiş,aşıklığa
başlamıştırlar. Kars, işbu mekanı açtığı için merhum Murat
Çobanoğlu’na minnettardır.
Günümüz Kars aşıklık geleneğine baktığımızda ister makam
olsun,ister şiir hususunda olsun Tüccari, Zihni, Şenlik döneminin
çok çok gerilerindedir.Ama yakın bir tarihte yitirdiğimiz merhum
Murat Karahanlı’nın sanat kudreti geleneğimiz için bir ışıltıdır.
Şiir sanatının bir duygu işi olduğunu bilmeyen yoktur. Fakat aynı
zamanda şiir sanatının bir bilgi işi olduğunu da belirtmek gerek.
Duygu ile bilgi birleşmelidir. Şiirde üç dört önemli unsur vardır.
İmge, imaj, estetik, konu gibi. Bunlar olmayınca şiir şiirlikten
çıkar ve yan yana yazılmış, hece ölçüsüne oturtulmuş mısralar
birbirine bağlanmış, işe yaramaz kelime yığınları çıkar ortaya.
Sonra sen dön bu yığınlar içerisinde berceste bir mısra, berceste
bir şiir, bir şah eser ara ki bulabilesin..
Bu noktaya gelmişken örnek olarak hemen merhum Çobanoğlu’nun iki
mısrasını örnek verelim. “Sor” redifleriyle biten bu şiirin ilk
iki mısrası şöyle:
“İnsan dedikleri duvara benzer
Hele sıvakları dökülsün de gör”
Sonucu nereye bağlanırsa bağlansın,böyle bir benzetme olabilir mi?
Olamaz, çünkü insanoğlu yaratılmışların en güzeli,en şereflisi
olarak,kainatın aynası olarak yaratılmıştır. Bakın Daimi ne diyor:
“Kainatın aynasıyım
Madem ki ben bir insanım
Hakkın varlık deryasıyım
Madem ki ben bir insanım”
Duvar taştır, kerpiçtir, betondur. Güzelliği bu kadardır.Oysa
insanın benzetileceği o kadar yeryüzü harikası var ki sorma
gitsin.Böyle mısralarla hangi imajı yakalayabiliriz. Hangi
estetiğe ulaşabiliriz ki?
Gerek Kültür Bakanlığı olsun,gerek Konya ve Kars Aşıklar Bayramı
olsun, gerek çeşitli şiir yarışmaları olsun aşıklarımıza
madalyalar yağdıra yağdıra kilolarını ağırlaştırdı, sanatlarını
hafiflettiler. Nasıl mı? Geçtiğimiz yıllarda Kültür Bakanlığı
bünyesinde “Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk” konulu bir yarışma
açıldı. Şiir yarışması. Bu kelimeleri alan aşığımız:
“Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk”
kelimelerini on birli ayak yapıp üstüne bir dolgu döşemesiyle
şiirlerini yazarak yarışmaya katılıp birincilik, ikincilik,
üçüncülük ve mansiyonlar aldılar. Bu aşıklar ne yazdıysa Kültür
Bakanlığı onları ödüllendirdi. İş böyleyken aşık niye kendini
zorlasın ki niye şiirin inceliği için uğraşı versin ki?...
Burada Hıfzı’nın bir dörtlüğüne göz atalım:
“Canan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
Al gey allı balam alların hani
Dörtlükte anlatılmak istenilen birinci dize de “ölüm”, ikinci dize
de “mezar”, üçüncü dize de “kefen”, dördüncü dize de ise
“yaşam”dır. Ama bunların ismi geçmeden anlatılmıştır. Sanat bu
işte, estetik bu...
Merhum Murat Çobanoğlu’nun Aşıklar Kahvesi’nde çok ozan
çalmış,söylemiş,bir çok ozan yetişmiştir.Makam ve şiir tekrarıyla
hatta taklitleriyle yetişen bu ozanlar ne yazık ki üretken
olamamıştır. Kars’ı, Erzurum’u geçtikten sonra bir Davut Sulari,bir
İsmail Daimi,bir Muhlis Akarsu, bir Mahzuni çıkar karşımıza. Hem
söz ustasıdır bunlar hem makam ustası.Maalesef bu Kars’ta yok.
Günümüz Karslı aşıklarımızın telinden dökülüpte popüler olmuş
türkümüz bir elin parmak sayısını geçmez.
Kars Aşıklık Geleneği’nin benzeri ürünlerini yinelemekle bu
geleneğe canlılık kazandırmak zor olsa gerek.Bu iş ancak özgün
ürünlerle soluk bulabilir.
Nasıl mı özgün olacağız? Okuyarak,öğrenerek, yazdıklarımızı
yırtarak.Yeniden yazarak.Bilgi sahibi olarak. Yaptığımız işin yarı
duygu, yarı bilgi işi olduğunu kavrayarak.
Bilgi sahibi olmadan bir şeyi yapmanın doğurduğu bir sonuca gelmek
istiyorum.Merhum Çobanoğlu bir kasetinde Kağızmanlı Hıfzı’dan
bahsederek onun ünlü ağıtını okuyor.
“Hıfzı Kağızman Hakimliği’nde mubaşır idi” diyor. Hakim’in Kars’a
bir evrak gönderdiğini, dönüşte sevgilisi Nergiz’in öldüğünü ve
mezarı başına giderek ağıt yaktığını belirtiyor.
Bir kere Hıfzı “Kırk Yıllık Karagünler” de doğmuş ve ölmüştür. Bu
yıllarda Kağızman esaret altındadır. Hıfzı’yı 1941 den sonra
yayınlamaya başlamıştır. Sayın Barenseli 1960 larda
kitaplaştırmıştır. Hem de Kars Halkevi yayınlarından. Sayın
Çobanoğlu Kağızman’a defalarca gelip gitmiş. Hiç mi Hıfzı’yı yakın
akrabalarından sormamış? Kaynaklardan hiç mi okumamış? Biz ne
Hıfzı’nın, ne Şenlik’in, ne Sümmani’nin şiir sanatındaki inceliği
kavrayabilmişiz nede ki kendi sanatımızı geliştirip güzelleştirme
yolunda bir adım atabilmişiz. Ancak bizden önce ne varsa onlarla
yetinebilmiş onları harcamaya çalışmışız. Çoğu zaman da yanlış
bilgiler vermişiz halka..
Kars Aşıklar Bayramı’na dönelim. Bu yıl ilk olarak Kars’ta bir
bayram yapıldı.Davet edilen aşıklar henüz sahneye adım atmadan
madalya ve plaket ödülüne layık görüldü. Al sana bir koltuk
karpuzu. Git de böbürlen.Aşık ne söyledi ki ödüllendirdin. Gerisi
malum.
Ben şu andan itibaren aşıklarımızı hak etmeden aldıkları ödülleri
anı sayarak kendilerini sorgulamaya başlayıp yaptıklarını ve
yazdıklarını gözden geçirmelerini, okumalarını, yırtmalarını
öneriyor onları berceste mısralar yazmaya ,çok güzel makamlar
üretmeye, bu geleneği canlandırmaya davet ediyorum.
Sözlerimi l930 doğumlu olup 70 yaşında iken şiir yazmaya başlayan
Muhibbi mahlaslı Davulcu Muhittin Toper’in merhum Çobanoğlu’nun
ardından yazdığı bir ağıt ile noktalamak istiyorum:
ÇOBANOĞLU
Kars’ın Kalesinin bir burcu düştü
Nice ciğer yürek kavruldu pişti
Birden kayıp oldu kuş gibi uçtu
Yeller Çobanoğlu dedi ağladı
Duydum Ankara’da yatmışsın hasta
Bütün Türk milleti senün’çün yasta
Mezarın yaparlar o serhat Kars’ta
Eller Çobanoğlu dedi ağladı
Felek kemendini aldı eline
Asla acımadı yiğit haline
Mızrabın da küsmüş sazın teline
Teller Çobanoğlu dedi ağladı
Kurudu dalları Kars güllerinin
Bütün her tarafa yayıldı ünün
MUHİBBİ’de duydu o kara günün
Diller Çobanoğlu dedi ağladı
|