Ortam
Müzik kavramları
duyguların ifadesinde yetersiz kalır.Tıpkı dildeki kavramların
yetersizliği
gibi. Yine de anlatmak istediklerimizi kavramlara başvurarak
anlatırız. “Kavramlar varolanın anlamına ilişkin çerçevelerdir.
Kavramlar varolanı bilmenin temelidir. Kavramlar –insansal
bağlamda- yaratma edimine dayalı olarak varolanların ve dış
dünyada doğrudan karşılığı olmayan varlıkların varolmasının
temelidir. Kavramlar düşünme alanındadır ve varolandan sonradır.
Yine kavramlar düşünme alanındadır; ancak kültür nesneleri,
insanın yaratma gücü olan varolanlar bakımından da kavramlar
varolandan daha öncedir. Kavramlar terim olarak da dildedir. Bu
bağlamda kavramlar , her türlü iletişim olanağının temelidir.
...Kavramı kavram yapan en belirgin öznitelik, onun her türlü
varolanın kimi zaman oluşabilmesine ama çoğunda bilinebilmesine
ilişkin bir çerçeve olmasında kendini göstermektedir.”
Müzikoloji yaptığı çalışmalarda sorunları ortaya
kavramsallaştırarak koyar. Sayın Çotuksöken’in felsefi bağlamda
açıkladığı kavram, her disiplinin başvurabileceği tanımdır.
Mozart`ın
müziğindeki “güç” özellikle armonik yapıdan, Dede Efendi`nin
müziğindeki güç ise melodik, mistik, dinamizmden gelir. Sorun
müziğin melodik ya da armonik oluşu değil, varolan iç anlamının
yansıttıklarıdır. İç anlam müziğin üretildiği ortamda kodlandığı
için aynı ortamın kültürünü paylaşanlarca çözülür, anlaşılır.
“...bir kültür içinde kendiliğinden ortaya çıkan eserler hemen hiç
istisnasız o kültürün bütününde anlaşılabilir; bunlar kültürün
tümünün canlılığını yansıtır ve yaşantısını somutlar. Ve bu
eserler fiziksel ve duygusal olarak o kültürün fertleriyle
ilgilidir; bunların gündelik hayatın ‘fikirleri ve meseleleri’
açısından özel anlamları vardır.”
Müzik yaratıldığı
ortamın görüntüsü, işitilen sesidir. “Her sanat yapıtı bir kültür
ürünüdür, kültür düzeyinde insanların buluşma yeridir.”
Müziğin niteliğini, genelini yansıtan özelliklerini, kültür içinde
bütün değişkenlerini ve sistematiğini bir araya getiren tanım
yapmak olanaksızdır.
Müzik bir
davranıştır. O nedenle kendi kültürel birikimimiz ile müziği
yaratır, dinler, hisseder, yaşarız. Seferis ortam için şöyle der;
“belli bir sanatsal ifadeyi onu doğuran ortamdan ona kaçınılmaz
olarak yabancı gelecek bir başka ortama aktarmanın yanıltıcı
olacağını düşünüyorum"
Sıradanlık
Bir ekole bağlı
olmadan, sıradanlığa başkaldıran, özgün olan müziği tanımlamak da
zordur. “...sanat her zaman özgüne gereksinim gösterir, özgünle
güçlenir, özgünün üzerine kurulur.Ancak özgün, özellikli ya da
kişilikli olan şey yapıt olmaya hak kazanmıştır. Her sanatçı kendi
sanatını genel olanın ötesinde arıyor, her sanatçı kendi sanatını
yaratmaya çalışıyor. Buna göre her yapıt, somutlaşmış yapısı
içinde bireysel bir bütünlüktür, özneli kendinde taşıyan ya da
öznellikleri olan bir bütünlüktür, özel özellikleri olan bir
bütünlüktür.”
Özgün olan, doğada işitilen seslerden yaratılır. Önemli olan
seslerin bir araya geldiğinde farklı melodik, armonik yapı
oluşturmasıdır. Özgünlük bu noktada tanımlanamayandır.
Gündelik yaşamda
müziği sorgulamak; sistemi, geleneği irdelemek anlamları taşır.
Müzikte varolan “evrensellik” ve “dünya müziği” kavramları
Batı`nın, Doğu üzerine iktidarını pekiştirme ironisini gizler.
Batıya göre; “modernliğin ve ulusal müziklerin geldiği son noktayı
‘çoksesli’ müzik temsil eder.” “çoksesli” müziğin evrenselliğinin
kabulü batı iktidarını kabul etme anlamı taşır. “Evrensellik,
zorunlu olarak, bir düzene teslim olmayı şart koşar. Bu şart koşma
için öne sürdüğü sebepler de inandırıcıdır. Bu düzene, sempati
duyduğumuz için ya da sağgörü gereği teslim oluruz. Her iki
durumda da teslimiyetin yararı çok geçmeden ortaya çıkar.”
Müzik ulusal hatta bölgesel karakterlidir. “...her yapıt içinde
piştiği ortamın bir yansıtıcısı, hatta bir açıklayıcısıdır, böyle
olmakla toplumsal-tarihsel bir değer ortaya koyar.”
Müziğin doğasını anlamak politik bilinci tetikler. Politik bilinç;
sıradan anlarımızın bile varoluşsal ilişki içinde irdelenmesi,
yargılanması, insan olarak kendimize yönelmemiz olarak
düşünülmelidir. Çünkü kamusal alana yönelik her türlü söylem ve
üretim bizi toplumsal alana çekerken, politikleşme sürecine
yönlendirir.
Ötekiler ve
Yaşam
Avrupa ve
Amerika`da varolan müzik çeşitleri dünyanın tüm ülkelerine
yayılıyor, yayılmaya başlamıştır.Yayılma süreci içinde çeşitli
kültürel gruplar bu müziği, kendi kimliklerini ifade etmek için
kullanıyorlar. Müziğin çıktığı ortamdaki felsefi dayanağı,
yayıldığı ülke ve kültürel gruplarda göz ardı ediliyor. Böylece
müziğin yayılması sırasında anlam aktarımında
sapmalar oluyor.
Gündelik
yaşantımızın stresinden kurtulmak için dinlediğimiz müzik yoluyla
standart yaşam alanı içine çekiliyoruz. Belki rahatlıyoruz ama
aynı zamanda pasifize oluyoruz. Farkında olmadan siyasi arenanın
birer oyuncuları oluyoruz. Müziği ya da sanatı kendine özgü
kuralları olan, toplumdan dolayısıyla siyasetten kopuk
düşünüyoruz. Oysa “Siyaset her yerdedir; saf sanat ve düşünce
alanlarına ya da tarafsız nesnellik veya aşkın teori alanlarına
kaçmak mümkün değildir.”
Müziği bir kaçış aracı olarak düşünmek ve/veya eğlenceye dönük
boyutundan ele almak, toplumsal anolojisini gözardı etmek sonunda
kültürel yapıya yabancılaşarak iktidarın söylemini doğruymuş gibi
algılamak, savunmak anlamını taşır.
Müzik bize
kodlanmış olarak dayatılan kuralları aktarıyor. Biz kodları;
sözler ve söze bağlı müzikleri çözmeden bilincimizde yasaklara
entegre olup eklemliyoruz. Üretilen tüm müzikler alternatif olma,
bilinci geliştirme iddiası taşırken aynı zamanda sistemin
sürekliliğini sağlayan, resmi olmayan dayatmaları aktarıyor.
Toplum ve birey
(parçalanıp) müzik atmosferinde sanal anlamda bütünleşmeye
yöneliyor.
Cemaat ruhu yalnızca melodilerin içindeki ritmik yapıda kendini
gösteriyor.
Hiçlik
Müzik eseri,
üretildiği ortamın hegemonyasını, muhalefetini, halk ve iktidar
adına söylemleri, yaşam biçimlerini içinde barındırır. Eseri
yorumlama, çözme tıpkı kutsal sözlerin anlamına ulaşma
mücadelesine benzer. Mücadeleyi sürdürmenin tek koşulu varlık
adına, müzik adına bilge olmaktır.
Müziğin kendisi bir
varlık değildir. O bizim sınırlarımızın ötesinde değil içimizde ve
çevremizdeki sessizliğimizin sesidir. Kültürümüzün, bilincimizin
dolaylı anlatımı, işitilen yargılarıdır. Sesin müzik içindeki
konumu doğada varolandan ayrı bir önem taşır. Doğadaki sesin saf
hali, müzik içinde ayrımsanmış, soyut, yapay bir estetik forma
sokulmuştur. “Müzikten duyguları ifade etmesini, dramatik
durumları aktarmasını, hatta doğayı taklit etmesini beklediğimizde
aslında ondan olanaksız bir şey talep etmiş olmuyor muyuz?”
Sesi bağlamından alıp, doğa “dışı” enstrüman içine hapsetmenin
doğurduğu sonuç Otokratik Müziktir (ekler kısmında
değinilecektir). Otokratik müzikte ses artık kendisi değil,
doğadaki saf sesin imitasyonu (taklidi)dur. “İnsan sesi canlı
varlığın belli bir sesidir. Gerçekte cansız varlıklardan
hiçbirinin telaffuz edilen sesi yoktur; bazı cansızların sadece
benzetme yoluyla bir sese sahip oldukları söylenir(.)”
Müzikten
beklentilerimiz müzisyenden beklentilerimizle zaman zaman
paralellik göstermez. Çünkü müzisyenler aynı zamanda doğada her
şeye kafa tutma gücünü elde etmiş olan sanatçılardır. Müziğin
makro dünyası, enstrümanın mikro yapısı içinde hapsolmaktadır.
Müzik ve müzisyenin çaresizliği bu noktada başlar. Çelişkiler ise
yaşanılan kültürün olumsuzluğu ile birleşir. Eser tüm bunları
yansıtmak zorundadır. Biz bunu ister, bunu bekleriz. “Müzik eseri
bizi eğlendirmeli, bilgilendirmeli, yol göstermelidir.”
Müzisyenleri toplum
normlarına göre açıklamaya çalışmak entellektüelin yapacağı iş
değildir Entelektüel kendine göre tanım yapar. Tıpkı filozoflarda
olduğu gibi öznellik kaçınılmazdır: “...filozof, anlama yönelik,
anlama ilişkin her türlü soruya verilmesi gereken yanıtın kendisi
tarafından –olması gereken- en iyi biçimde verildiği savındadır.
Oysa, verilen yanıtlar hep ‘kendince’ verilen yanıtlardır, nesnel
olma kaygısıyla üretilmiş ‘öznel’ yanıtlardır.”
Müzisyen
(sanatçı)
toplumun çelişkilerini derinden yaşayıp, içselleştirerek öznel
konuma getirendir. Varlık sorunu müzisyende derinden hissedilir.
Sürekli sancı çekilmesinin nedeni budur. Sancılar onu bir türlü
verdiği eserlerde aydınlığa, huzura ulaştırmaz. Üretilenler
zihnindekilerin basit bir tasarımıdır. "Sanatçılar genellikle
kendi iç imgeleri ve hülyalarına dalmış yumuşak huylu insanlardır.
Ama tam da bu onları baskıcı bir toplum için korkulu kılar. Çünkü
sanatçılar, insanoğlunun süregelen kafa tutma gücünün
taşıyıcılarıdır. Kendilerini, Tanrı’nın Yaradılış’ta kaostan
biçimi yaratması gibi, kaosun içine ona biçim vermek için gömmeyi
severler."
Varlığın
bilincine yönelmiş bir “besteci-insan” olarak çektiği sancılar
diğer insanlara göre daha yoğundur(hatta filozoflardan bile!..).
Sonu gelmez üretim, her eserde yeni bilgiler, bilgilerin sonunda
hiçlik duygusu, acı, öfke... “Öfke, toplumumuzda fazlasıyla
bulunan adaletsizliğe karşıdır.”
Söylem-Estetik
Müzik araştırmacısı
(bilimcisi) müzik üzerine varolan sorunlara kendisince çözümler
üretir. Müzik adına üretilen çözümler, konuşmalar, yazılar müziğin
söylemini oluşturur. “...tüm biçimsel gizilgücü dil, içinde taşır;
ancak söylem ya da söylemler bunların bir bölümünü
gerçekleştirir.”
Müziğin kendi
dinamiğini düşünür, aktarmak istedikleri olduğunu kabul edersek,
onun da bir söylem içerdiğini fark ederiz. Kendi jargonları,
kavramları olan bir söylem. Müzikte söylem; sessizliğin sesi olma
çabasıdır. “Demek ki müzikal varlık, iki görünüm içermek gibi
dikkate değer ve benzersiz bir özelliğe sahiptir: Birbirinden
sessizliğin boşluğuyla ayrılan, birbirini izleyen iki belirgin
biçimde var olur.”
Söylemi müzik adına
iki türlü ele almalıyız.
Birincisi; edebi
yapısının içkinliği, ikincisi; müziği üretenin üslubu. Birincide
müzisyenin iletisi kodlanırken, ikincisinde bu kodun sunuş biçimi
ön plandadır.
Müzik; özgürlüğün
sınırlarını aşan değil, “kısıtlayan” etkinliktir. Zihnimizdeki
tasarımları müziğe, sese dökmek, araçlardan yardım almak bu
sınırlamanın kaynağıdır. Söylenmek istenen söze, duyurulmak
istenen enstrümana hapsedilir. Müzik soyut düşünmenin seslerle
imlenmesine yönelirken her türlü ses veren nesneyi kullanır.
Müzikte ses varolma
bakımından doğada; iletilme bakımından enstrümandadır. Enstrüman
müziğin aşkın yapısını hem müjdeler, hem de engeller. Doğa ise
(tam tersine) bu aşkınlığı, içsel dünyamızın
engin-sınır tanımayan olanaklarıyla bize duyurandır.
Müzik bir olgu
değildir. Acaba sesi varlıktan bağımsız ele alıp, olgu diye ele
alabilir miyiz? Müzik dinleyiciden bağımsız üretilir. Dinleyici
icra anında edilgendir. Fakat dinleyici müziği algıladığı için,
dinleme anında müzik dinleyeni etken kılar. Bu etkinlik müziğin
icrasına yönelik fiziksel bir tavır değil, anlamına yönelik
bilişsel ve duyuşsal katkıdır.
Dinleyici müziği
tekrarlarsa (dinleti sonrası x zamanda çalmaya başlarsa) müzik
edilgen konuma getirilir. Fakat müziğin kendisine yönelik dinleme
ediminde zevk alma konumu salt edilgenlik anında kendini gösterir.
Müzisyenin eserini
tasarımlarken belli bir alımlayıcı - algılayıcı kitleyi varsayar.
Dinleyici eser dinlerken belirli bir müzisyeni varsayar.
Varsayımlar ile gerçekte varolanlar arasında özdeşlik her zaman
kurulamaz. Eserin icra anı dinleyici için özne iken “x” zamanda
dinleyici esere yönelik tekrarda etken olarak, müziği nesneye
dönüştürür. Böylece besteci ve dinleyici ironik ilişkiler ağı
içinde müziğin öznesine bürünürler.
Bugünün müzisyeni
geçmiş müzikleri canlandırmaya çalışabilir. Fakat geçmişi bugünün
düşüncesiyle, bugünün müziksel anlayışıyla yaşatmaya,
canlandırmaya çalışır.
Sorun müzisyenin
kendini geçmişe gönderememesinden kaynaklanır. Geçmiş ve geleceğe
yönelik müzik tasarımı eşsüremseldir.
Müziği dinlerken
verdiğimiz tepki hiç duyulmamış bir eser için de geçerli midir?
Duyulmamış bir eseri anlamlandırmak için kültürel birikimimizin
kodlarını kullanıp zihnimizde varolan müzikal motiflerle
benzeştirir, eseri anlamlandırmaya yöneliriz.
Bu ironik durum,
eserin kültürce içselleştirilmesine ve gerçek anlamını yitirmesine
neden olur. Anlamını yitiren eser artık üretildiği koşullardaki
kültürel yapıyı dışlayıp, içselleştirdiği toplumun kodlarına
bürünmüştür. Acaba neden bir esere farklı anlamlar yükleriz?
Müzik estetiği,
sınırlandırılmış seslerin yargısını, bireylerin beğeni söylemiyle
ortaya koymasıdır. Estetikte mutlak doğru yoktur. Doğru;
entelektüel ya da eleştirmen-yorumcuların zihinlerinde oluşan
öznel ifade biçimleridir. Her birey kendine özgü estetik yargıda
bulunabilir ve farkında olmasa da bulunmaktadır. Eser üzerine
yapılan her türlü yorum, estetik bir yargıya hizmet eder. Aslında
biz güzeli estetik denilen “dar bir” pencereden izleriz.
Beğenilerimiz, eleştirmen-yorumcular tarafından
yönlendirilmektedir. Ya onlar yanılıyorlarsa!
Anlamlandırmalarımızın kaynağında kültürel farklılıklar rol oynar.
Beğeni ve anlamlandırma kodlarını sosyolojik bağlamda
irdelediğimizde, karşımıza toplumsal ortak sağduyu çıkar. Birey,
içinde bulunduğu çevrenin estetik ve etik değerleriyle
donanır.Yargılarının tetikleyicisi kültürel arka planıdır.
Böylece “evrensel
normlar” yükleyeceğimiz müzik, yöreselliğin ötesine gidemez. Müzik
tümel değil tikel olma özelliği taşır. Etnomüzikoloji müziğin
evrenselliğini tekilliğinden dolayı reddeder.
Müzikoloji ve
Etnomüzikoloji arasında (her ne kadar Müzik Bilimleri dense de)
bazı ayrımlar vardır. Müzikoloji artsüremsel iken, Etnomüzikoloji
eşsüremseldir. Müzikoloji toplum yapısına yüzeysel olarak değinir
ve doğruca olarak müziğin imlerine (notalarına) yönelir.
Müzikoloji için önemli olan; ton, motif, tür, form vb’dir.
Etnomüzikoloji için, Sesler söylemin başlangıcını oluşturur.
Etnomüzikoloji
bunlara dikkat ederken sesin bağlantısını kültürel söylemli
içerikle açıklamaya çalışır. Notalar gösterge olmasına rağmen,
seslerin anlamlarını bize davranışlar imler. Davranışlar seslerin
doğasına gönderme değil, kültürel yapının içkinliğine özgü doğal
ifadelerdir.
Nota bir
göstergedir.
Müziği üretmeye dair her türlü uyaran gibi. Uyarı(gösterge) bizi
ses üretmeye, bilincimiz ve müzikal belleğimiz, sesleri müziğe
dönüştürmeye yarar. Uyaran(Gösterge), müziğin oluşum sürecinde
kendi niteliğini üretenin öznelliğinde kaybeder.
Nota olarak
göstergenin kendi anlamını melodi içinde yitirmesi bizi “o tamamen
anlamsızdır” yargısına götürmemelidir. Göstergenin anlamı tek
başına olmasa bile “...bir anlam amacının belirtisidir.”
Nota ile ses arasındaki anolojik durum keyfidir. Tıpkı dil ve
harfler arasındaki anoloji gibi. Ses tek başına anlamlı değildir.
Sesin anlamı duyulduğu, algılandığı ve uyardığında başlar.
“Herhangi bir sesi duyan kişi, bu sese bir anlam yükler; başka bir
değişle bu ses, sesi duyanın zihnindeki herhangi bir kavramı
boşandırır, kışkırtır, harekete geçirir. Dolayısıyla, biraraya
gelmiş olan seslere, dinleyenin verdiği anlamın kökeni ne doğrudan
dil alanıdır ne de dış dünyada varolanların oluşturduğu alandır.
Bu alan yani anlam alanı, doğrudan zihinle ilgilidir.“
Ses imgesi(gösteren) ile, Kavram(gösterilen) arasında zihinde
bağlantı kurulması yoluyla anlamlandırma başlar. Sanatı iletişim
amaçlı düşünmek belirli bir öngörüyü gerektirir. Üretilen görüntü
ya da ses, nasıl geri bildirim alacağımızın merakına odaklanır.
Klasik biçem, sanatın nesnesini zorunlu olarak geleneksele bağlar.
Sanat izleyicisi-dinleyicisi ile ilişkiyi bu paradoks belirler.
Klasik olandaki gelenekselin izleri, kültürel arka planımızla
özdeşleşir.
Bir görüntünün
resim yüzeyinde varolması ve “işte sanat budur” dedirtmesi için
sonsuzluğun, an içinde yakalanması başlangıcı olan bir sonun
betimlenmesi ile olanaklıdır.
Görselliğin müziğe
göre avantajı zamanın açık uçlu olmasında yatar. Müzikte tınlayan
ezgiler içinde, belirli bir süre sonra zamanı duyumsamaya
başlarız. Bilinç müziği denge müziğidir. Tüm zamanları kapsayan ve
bize sunan bir denge. Gerçekliğe bürünen bir denge. Zamanın içinde
sessizliğin ve sesin rastlantıları kırarak oluşturduğu, eşit bir
bölünmeyle mekanı paylaştığı anların dengesi. Ses (müzik) gerçek
anlamda bizim bilincimiz dışında doğada saf halde kendini
keşfetmemizi, bulmamızı, anlamamızı bekler. Ses ancak zihnimizdeki
tasarımlarımızın gerçekleşmesi ile müziğe dönüşür. Kendini ses
karşısında nesne kabul eden bir bestecinin ürettiği melodiler,
toplumun katarsisi’ni gerçekleştirir. Ses-müzik tıpkı su
gibi, hava gibi, ateş gibi bizleri sarar, toprak gibi örter ve
doğa ile bütünleşmemizi sağlar.
Müzikal olanda
toplumun görüntüsünü değil, sadece doğanın bize sunduklarının
uyumunu şüphe ile aramalıyız.
Bu Makale Müzik Felsefesine Giriş Adlı Kitabın
Kavramlar Adlı Bölümüdür (Bağlam Yayınları Vural
Yıldırım-Tarkan Koç).
Müzik ve dil ilişkisi için bknz. Vural Yıldırım. “Halk
Edebiyatında Kahramanlık Öğelerinin Müziğe Yansıması Köroğlu-Kozanoğlu-Dadaloğlu”
Toplumbilim. Müzik Özel Sayısı. İst: Bağlam Yay. 1999-9
Betül Çotuksöken. Felsefi Söylem Nedir? İst:İnkılapYay.
2000. s,25-26
Crispin Sartwell. Yaşama Sanatı (Çev:Abdullah Yılmaz).
İst: Ayrıntı Yay. 2000. s,104
Afşar Timuçin. Estetik. İst: Süreç Yay. 1987. s,11
Yorgo Seferis ( İgor Stravinsky. Müziğin Poetikas önsözünde.Çev:
Cem Taylan). İst.Pan Yay.2000. s, 8
Afşar Timuçin. Estetik. İst: Süreç Yay.1987. s,24
İgor Stravinsky. Müziğin Poetikası (Çev: Cem Taylan). İst: Pan
Yay. 2000. s,56
Afşar Timuçin. Estetik. İst: Süreç Yay. 1987. s,29
Anlam
aktarımı bir nesnenin veya herhangi bir kültürel
ürünün,davranışın bağlamında kendi içindeki iletinin ve bu
iletideki kodların tümü olarak düşünülebilir.Anlam aktarımının
başarılı olması;kodların çözülmesiyle mümkündür.
Edward Said. Entelektüel. (Çev: Tuncay Birkan). İst:
Ayrıntı Yay. 1995. s,35
Barlarda,düğünlerde semah çekilmesi,mitinglerde türkü
söylenmesi vb.
İgor Stravinsky. Müziğin Poetikası (Çev: Cem Taylan).
İst: Pan Yay. 2000 S,5
Aristoteles. Ruh Üzerine (Çev: Zeki Özcan). İst: Alfa
Yay. 2000. s,115
Betül Çotuksöken. Felsefi Söylem Nedir? İst: İnkılap
Yay. 2000. s,18
“Sanatçı özel bir anlatım gücüne ulaşmış kimsedir. Bu özel
anlatım, anlamın gündelik dili aşan kullanımıyla elde edilir.
Sanatçı zamanda ve uzamda akıp geçen insan yaşamını
dışlaştırırken zamanı ve uzamı özel bir yoruma götürür.” Afşar
Timuçin. Estetik. İst: Süreç Yay. 1987. s,10
Rollo May. Yaratma Cesareti (Çev:Alper Oysal). İst:
Metis Yay. 1994. s,56
Rollo May. Yaratma Cesareti (Çev:Alper Oysal). İst:
Metis Yay. !994. s,57
Betül Çotuksöken. Felsefi Söylem Nedir? İst: İnkılap
yay. 2000. s,51
Müziğin evrensel olup olmadığına dair bir makale için bknz.
Vural Yıldırım. “Evrensel Müzik Var mıdır?” Motif Dergisi.
1998-15
“...gösterge, insanın dışında, gerçeklerin, nesnelerin
kaçınılmaz bir düzenin adı olmayıp, dilin kurduğu bir düzenin
parçalarıdır.” Süheyla Bayrav. Yapısal Dilbilim. İst:
Multılıngual yay. 1998. s,60
Pierre Guiraud. Göstergebilim (çev:Mehmet Yalçın). Ank:
İmge Kitabevi,1994. s,34
Betül Çotuksöken. Felsefi Söylem Nedir? İst:İnkılap
Yayınları, 2000. s,52
|