Kültürlerarası etkileşimin yoğun olduğu
günümüzde çeşitli etkenlerle sürekli gelişen,değişen yenilenen bir
geçişim alanı söz konusudur. Kimileri bu devinimden rahatsızlık
duysa da, Baudelaire’nin saptadığı gibi “modernlik, geçişsel
olandır, rastlantısal olandır,diğer yarısı ebedi ve değişmez olan
sanatın, yarısıdır.”(Batur 1997:22)
Geçişim süreci ile ifade edilen modernite kavramı, yalnızca
yaşanması beklenilen idealler değil, aynı zamanda yaşanmakta olan
sürecin sonuçları,etkileri üzerinde yaratıcı tartışmalarla özgün
verilere ulaşılması için çaba gerektiren bir durumdur.
Tarihin her döneminde kendini gösteren ve toplum-kültür
etkileşimiyle yaşanmakta olan süreci kavrama becerisi sayesinde;
sanatçılar, halk sanatçıları ve düşünürler tarafından kültürel
bakımdan özgün yaratılar ortaya konulmuştur.
Eleştiri her dönemde kendini göstermiştir. Çünkü geçişim sürecinin
eleştirilmesi, çoğu zaman rahatsızlık verse bile, dolaylı ya da
dolaysız yaratıcı kitlenin, besleyen ve harekete geçiren
kaynaklarından birini oluşturmaktadır.Bu noktada, eleştiren
kişilerin her zaman bu sürece ayak uyduramamaları ise modernite
serüveninin kaçınılmaz sonuçlarından biridir.
Günümüz koşullarında da kendine özgü bir görünüm kazanan gelişme,
yenilenme, değişim ve geçişim olguları, Appadurai’nin terimiyle,
küresel kültürün etkisiyle karmaşık,üst üste binen süreçlerden
oluşmaktadır.Küresel kültür sürekli bir ayrılma ve yeniden
bütünleşme dinamiği taşımaktadır.Bu dinamik içinde küresel kültür,
etnik akış, teknolojik akış, finansal akış, medya akışı ve
ideolojik akış olmak üzere başlıca beş boyutta akmaktadır.(Alpagut
ve Yiğit 2001:8)
Türk Halk Kültürü de bu yapılardan etkilenmekte kendine özgü
karakteriyle,sözü edilen hareketliliği kaçınılmaz etkileşimlerle
sürdürmektedir. Doğasında her dönem için zengin, derin ve özgün
değerler besleyerek gelişen Türk Halk Kültürü, Türk insanın
yaratıcı,girişimci ve öz değerlerine dönük olduğu kadar
gelişmelere duyarlı yapısıyla günümüze değin hızlı gelişen güçlü
bir irade sergilemiştir.
Kuşkusuz, her gelişmenin veya gereksinimin karşısında duran
kişiler olduğu gibi, gereksinimleri kendi çıkarları doğrultusunda
düzenleyen ve kullanan kişiler de vardır. Yaşadığımız küresel
süreçlerin ve akışların etkisiyle tüketim kültürünün baskın olduğu
çağımızda, bu gelişmelerin daha da karmaşık ve hızlı biçimde
boyutlandığı görülmektedir.
Söz konusu gelişmelerin kaçınılmaz olması halk kültürüne ve onun
gereksinimlerine farklı açılardan bakılmasını ve etkili
yaklaşımlarla yeni yönelimleri zorlamaktadır.
Belki de bu zorlama bizleri gelişim sürecinde korumacı ve
kullanmacı anlayış dışında, yepyeni yaratıcı ve özgün arayışlara
götürmektedir.
Çağımızın etkilerini, gereksinimlerini gözeten ve çelişkili
tavırlardan uzak kendi doğal sürecini izleyen her türlü
deneysel,yaratıcı,köprü kurucu ve özgün çalışmaya saygıyla,
sabırla ve eleştirel bakabilmek Türk Halk Kültürünün aslında kendi
doğal birikimini oluşturmaktadır. Bazı görüşler önemsenmesi
gereken saptamalar yapmamıza olanak veriyor. Halk yapı sanatının
folklor içindeki yerine bakıldığında benzer noktalar görülür.
Mimar Cengiz Bektaş’a göre; “Halka, folklora koşut olarak halk
yapı sanatı da durağan değil, devingen bir olaydır. Folklor gibi
halk yapı sanatı da anonim bir olaydır. Folklor gibi halk yapı
sanatı da kolektif bir olaydır. Folklor zaman içinde oluşur, halk
yapı sanatı da zaman içinde oluşur. Folklor çeşitlemeye açıktır,
halk yapı sanatı da çeşitlemeye açıktır.Folklor, katkılardan
korkmaz, halk yapı sanatı da katkılardan korkmaz. Folklor yaşamla
birlikte yürür; halk yapı sanatı yaşamın doğrudan yansıtıcısıdır.
Folklor, insan yaşamını tümüyle kapsar; halk yapı sanatı, tüm
insan yaşamının yeri, oylumdur.”
Bu konudaki görüşlerini sürdüren Bektaş, her dönemde
karşılaşılabilecek yaklaşımlar konusunda ise şu saptamada
bulunuyor. “Folklor belgeleri olarak halk yapı sanatı ürünlerini
kıskançlıkla korumak gerekiyor. Yalnız bu koruma olayı bizi
durağanlığa, giderek tutuculuğa götürmemelidir. Sapmalardan
kaçınılacaktır.Ama, bozulmaktan korku, değişmekten korkuya
varmamalıdır. Değişme olmazsa korkulmalıdır. Günümüzden katkı
olmazsa korkulmalıdır. Yalnızca dünü beğenmek, bugünden kaçmanın,
yaşayan halkı küçümsemenin ona inanmamanın göstergelerinden
biridir.” ( Bektaş 1977)
Seksenli yılların ikinci yarısında ise sürekli gündemde olan
“Beyoğlu’nu kurtarmak” düşüncesi yine halk kültürünün doğal
gelişimine olumsuz bir şehir ütopyası dayatmasıyla ilginç
izlenimler bırakıyor.
Özdemir Kaptan(Arkan) “Beyoğlu (Kısa Geçmişi, Argosu) adlı
kitabında o yıllara ilişkin şu görüşlere yer veriyor. “Son
yıllarda, yoğun biçimde Beyoğlu’ndan söz ediliyor. Öylesine çok
kişi, öylesine değişik neden ve amaçlarla, ‘Beyoğlu’nu kurtarmak ‘
istiyor ki; insan şaşırıyor. ‘ Ne mutlu Beyoğlu’na’ demek zor. Bu
kadar çok kurtarıcısı olan varlıkların başına gelenlerin
Beyoğlu’nun da başına gelmesi kaçınılmazmış gibi görünüyor.”,
“Beyoğlu,trafiği rahatlasın, fuhuş önlensin, üstünden otoyol
geçsin diye yıkılmak isteniyor. ‘komprador bir azınlığın
simgesidir, bu nedenle yıkılsın; Türk kültürünün ürünü değildir,
yıkılsın’ diyenler var. Yeni bir Beyoğlu kurmak için, eskisini
yıkmak isteyenlerle eski günlerini özlemle anıp, eski havayı
canlandırmak için yıkmak isteyenler ayrı.”
Kaptan(Arkan) toplumsal özelliklerimizden birinin de kurtarma
merakımız olduğunu vurguluyor. Özellikle aydınlarımızın her zaman
kurtarılacak bir varlık, ya da bir kavram bulmayı sevdiklerini ,
gereksiz kavgaların verildiğini, bazı insanların hainlikle
suçlandıklarını, değişik görüşte olanların ve kurtarılmaya
çalışılan varlığın başına gelmeyenin kalmadığını belirtiyor. “Koca
Osmanlı İmparatorluğu, biraz da kurtarıcıları tarafından uçuruma
sürüklenmedi mi?” sorusunu soruyor.
Yazar, Beyoğlu kurtarıcılarından kurtulacak mı? Sorusuna ise
Beyoğlu için en iyisinin kurtarıcılarından kurtulmayı başarmak
olduğu cevabını veriyor. (Kaptan”Arkan” 1989:13)
Son günlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin gerçekleştirmeyi
planladığı uygulama düşündürücüdür. “Tarihi Kent Merkezi Projesi”
adı verilen çalışmayla, Ulus, Hacıbayram ve Kale çevresi yıkılıp
yeniden düzenlenmek isteniyor.Birçok binanın SİT alanında
bulunması bir yana, Ankara’nın birer simgesi olan pek çok
Cumhuriyet dönemi kültürel mirası kent belleğinden silinmeye
çalışılıyor. Bir yıkılışın hüznünü daha yaşayacağız belli
ki.Hangimizin hatırası yoktur ki! Ulus meydanında hüzünlenmeyelim?
(Sabah 2004)
Benzer gelişmelerin müzik dünyamızda da dozu giderek artan
seviyelere geldiğini rahatlıkla görebiliyoruz.
Pop rüzgarları karşısında, süzgeçlerinden geçirdikleri gençlerle
klasik müziğin kalelerini kurma ve klasik müziği koruma çabası
içinde olan müzik aydınları, otantik müzik elden gidiyor
düşüncesiyle halk müziğini bütün güçleriyle kollama ve koruma
içgüdüsü hisseden halk müziği sanatçıları, Türk müziğinin
yaygınlaşması için TRT ekranlarında günlerce süren yarışmalar bu
gelişmelere örnek gösterilebilir.
Bu tepkilerin ve uygulamaların tüketim kültürü ve medyanın tüketim
kriterlerine göre hareket etmesi ve bu hareketlerin sonucunda
oluşan çarpık gelişmeler nedeniyle kendilerince haklı
görülebilecek yönleri olabilir.
Ancak, küçülmekten şikayetçi ve büyük kitlelerin sağlıksız
gelişiminden rahatsızlık duyan kişilerin, çoğulcu bakıştan yoksun
düşünce tarzları ve kurtarıcı / korumacı anlayışları, modernitenin
en önemli koşullarıyla uyum göstermemektedir. Üstelik söz konusu
kişilerin, önemli konumlarda olduğunu, birçoğunun aynı zamanda hem
önemli medya kuruluşlarında, hem sanat merkezlerinde, hem de büyük
üniversitelerde etkin görevlerde bulunduklarını düşünürseniz.Ne
kadar büyük sorumluluk taşıdıklarını görebilirsiniz.Ancak bu durum
onları fazla rahatsız etmemektedir. Çünkü,sorumluluklarının
hesabını yine kendilerine verecekleri için içleri rahattır. Soru
soranlar onlardır. Komisyon onlardır. Yargıç onlardır. Otorite
olmalarından dolayı da her türlü desteği görürler.
Kuşkusuz, söz konusu kaleler sayesinde genç nüfusuyla övünen
ülkemizde yitip giden becerilerin ve çoklu müzik anlayışına sahip
olunamadığı için toplumun gereksinimlerine cevap verilememesi ve
müzik kültürünün topluma sağlıklı bir biçimde yerleşmemesinin
sonuçları da görülmektedir.
Girişimci ve deneysel çalışmaların ilgisizliğe ve cesaretsizliğe
mahkum edilmesi ve tek yönlü bakışlarında ısrarlı olan kişilerin
müzik kültürünü yönlendirme bakımından içinde yaşadıkları toplumu
başından beri göz ardı etmeleri, çarpık gelişmelerin kaçınılmaz
sonuçlarını ortaya koymaktadır.
Oysa, çoklu müzik anlayışına sahip olmak, nitelikli müzik
çalışmalarına ve otantikten klasiğe köprü kurucu müzik
çalışmalarına destek vermek ve onların toplumla buluşmalarına
ortam hazırlamak, klasikten otantiğe müzik beğenisinin ve
inceliklerinin toplum içinde daha fazla yayılmasını sağlamaz mı?
Bu soruya modernitenin kendi gelişimi içinde bakıldığında ve Türk
Modernleşmesi göz önüne alındığında verilecek cevap açıkça
gözükmektedir.Elbette, bu cevap ülkemizde kaleleri kurulmaya
çalışılan tüm müzik türleri ve onların kurtarıcıları için de
geçerlidir.
Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba’nın editörlüğünü yaptıkları,
“Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik” adlı kitabın giriş
bölümünde Türk modernleşmesine ilişkin şu görüşler ilgi çekici
görülmektedir. “Elinizdeki kitabın editörleri olarak inancımız
odur ki,çoğulculuk ve farklılığa olan saygının aldırmazlığa
dönüşmemesi için, Chantal Mouffe’nin güzel deyişiyle, var olması
gerekip de olmayan – telaffuz edilmeyen- farklılıklarla, hiç
olmaması gerektiği halde var olan farklılıkları birbirinden ayırt
edebilmemiz gerekiyor.” (Bozdoğan ve Kasaba 1999:4)
Müzik kültürünün gelişmekte olan ve zengin medeniyet birikimlerine
sahip bir ülkede kalelerinin olamayacağı, müzik kimliklerine
pasaport gerekmediği, insanlarımızın beğeni kültürünün
sınıflandırılmayacağı ve sınırlandırılamayacağı, üzerinde önemle
durulması gereken olgulardır.
Seçici olmak, ucuz ve sığ yaklaşımların içinde olmamak, bu tür
yaklaşımları eleştirmek ve çalışmaların iyi planlanmış olmasına
özen göstermek kuşkusuz gereklidir. Ancak, bunun yanı sıra
hoşgörülü olmak, değişmeden korkmamak, tutucu olmamak ve kendi
çıkarlarımızı geride bırakarak yenilikçi çalışmalara her yerde ve
her düzeyde destek vermek önemsenmelidir.
Bu noktada, Türkiye’de devletin sorumluluğu dışında, müzik
kültürünü yönlendiren ve birbirleriyle zaman, zaman bağlantıları
olan üç büyük gücün önemli sorumlulukları vardır. Bunlar şöyle
sıralanabilir: Piyasa koşullarını düzenleyenler, sanat
merkezlerini yönlendirenler ve medya.
Söz konusu güçlerin müzik kültürü üzerindeki baskın özelliklerini
nitelikli destek gücüne kaydırmaları, Türkiye’de modern
gelişmelerin gerçek güç kaynağını oluşturan büyük kitleye destek
vermeleri önem taşımaktadır.
Müzik kültürünün gelişimini sağlayacak “büyük kitle” ise
eğitimciler, sanatçılar ve halktan oluşmaktadır.Bu kitle
müzikçiler bakımından profesyoneller, yarı-profesyoneller ve
amatörler gibi alt guruplara ayrılabilir.Kitlenin en büyük geri
kalan kısmı ise her tür müzik etkisine açık, daha çok edilgen
yapıda dinleyicilerden oluşur.
Türk Modernleşmesinde müzik kültürünün çoğulcu ve nitelikli
gelişimi, büyük kitlenin baskın özellikleri taşıyan “üç güç”
tarafından desteklenmesi ile gerçekleşebilir.
Bu yolda yapılacak nitelikli gelişmelerin cesaretlendirilmesi,
Türk insanının yaratıcı kültür projelerinin desteklenmesi, iyi
planlanmış çalışmaların özendirilmesi, her şeyin ekonomik
kriterlere göre belirlendiği çağımızda, kültürel gelişmelerin ve
modernitenin doğasında yer alan özgür-özgün ve paylaşımcı ruhun
yerleşmesini sağlayacaktır.
Sözü edilen gereksinimler aslında, toplumun her bireyinin görmek
istediği,toplumda yaşayan renklerin yarattığı, itici bir gücün
varlığını duyumsatmaktadır. Bu yolda çeşitli modeller üzerinde
tartışılabilir. O nedenle, İnsanlarımızı etkileyebilecek müziksel
bir uygulama üzerinde durmakta fayda olabilir.
Ülkemizde yaşayan müziksel renkler göz önüne getirildiğinde köyden
kente en baskın rengin otantik inceliklerde parıldadığı ve halk
ezgilerinin folklorla bütünleşen bir kulak alışkanlığına ve yaşam
biçimine işaret ettiği görülmektedir.Bu Atatürk’ün çok önceden
hedef gösterdiği bir olgudur.( Tan, 1982 )
Klasik müzik öğelerinin yarattığı derinlik ise, çalgısal ifadenin
ve modern biçimleme yöntemlerinin dünya uygarlığına kazandırdığı
en önemli müziksel yaşama biçimlerinden birini
oluşturmaktadır.Toplumda dolaylı veya dolaysız yaşayan bu renk ve
müziksel yaşam alanı yine Atatürk’ün verdiği hedefler
doğrultusunda Cumhuriyet Türkiye’sinde büyük ivme kazanmış bir
olgudur.
Çocuklardan gençlere,gençlerden yaşlı kuşaklara dalga, dalga
yayılan ve genç kuşakta yoğunlaşan pop müzik öğeleri ise
teknolojinin de katkısıyla toplumda giderek baskınlaşan yaşam
biçimine dönüşmektedir.
Toplumun modernleşmesinde, nitelikli eğlence ve dinlence müziği
ayırtlarının yapılmasıyla, söz konusu renkleri etkili biçimde, bir
arada yansıtabilecek deneysel müzik modelleri ortaya
konulabilir.Halk ezgilerinin eksen alınabileceği, otantik
inceliklerden klasik derinliğe ve pop-caz renkleri verilmiş
yepyeni müzik tabloları oluşturulabilir.
Türk insanının günümüzde vardığı, doğu ve batı etkileşimli
medeniyetler zincirinin ortasında; müzik türleri arasında kaleler
oluşturmak yerine, türler arasında niteliksel alışverişlerin
gerçekleştiği yaratıcı, özümseyici, heyecan ve enerji verici ruha
uygun zeminler sağlanabilir.
Ülkemizde doğal olmayan gerekçelerle birbirinden koparılmış,
yaşayan müziksel renklerin bir an önce buluşturulması, potansiyel
enerjinin verimli bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.
Ülkemiz insanının bu yolla müziksel bakımdan edilgen olmaktan
kurtularak etkin birey özelliklerine erişebileceği söylenebilir.Bu
anlayış, aslında, modernitenin gereklerine ve insanımızın
geçmişten günümüze getirdiği birikimlerinin doğal sonucuna uygun
bir anlayıştır.
Müziksel kültür ortamındaki çeşitlilik, toplumda yaşayan müziksel
renkler ve bunlar arasındaki ilişkilerle yeşeren ürünler, sağlıklı
bir zeminde uygar bir ülkenin ulaştığı kültürel değerler içinde en
önemli kazanımlardır.
KAYNAKLAR
BATUR, Enis, Modernizmin Serüveni , Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul,1. Baskı 1997, s.22.
ALPAGUT, U. ve YİĞİT, E., “Toplum-Kültür-Müzik:Küreselleşme
Sürecinde Müzik Eğitiminde Gereklilikler”, Filarmoni& Sanat
Dergisi, Sayı:160, Ankara, 2001, s.8.
BEKTAŞ, Cengiz, “Halk Yapı Sanatından Bir Örnek, Bodrum’da Sivil
Yapılar”, Yayınlanmamış Ders Notları, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi,
İstanbul, 1977.
KAPTAN ( ARKAN ), Özdemir, Beyoğlu ( Kısa Geçmişi, Argosu ),
İletişim Yayınları, İstanbul, 2. Baskı,1989, s.13.
ANONİM, “Gökçek’in Hayali Ulus’u Yıkmak!..” Sabah Gazetesi,
10.11.2004.
BOZDOĞAN, S. ve KASABA, R., Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal
Kimlik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, 1999,s.4.
TAN, Nail, Atatürk ve Türk Halk Müziği, Türk Halk Müziği ve
Oyunları, Folklor Dergisi, Mansur Kaymak Yayınları, cilt 1, sayı
1-2, Ankara, s.5
*Abant İzzet Baysal Üniversitesi,Eğitim
Fakültesi,Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi
|