Müzik kültüründe her geçen gün kendini daha çok hissettiren
gelişmelerin belki de en çarpıcı olanı, gereksinimlerini çağın
özellikleriyle örtüştürme ve uzlaştırma eğiliminde olan insanın,
yeniyi oluşturma eylemidir. Bu eylem çağımıza özgü farklılıklar
içermektedir. Çünkü, geçmişten günümüze sanatın ve müziğin
izlediği uzun yol, beraberinde büyük bir birikimi ve yeni
biçimlerin doyum hissi veren pek çok örneğini de bugüne
taşımıştır. Kuşkusuz söz konusu birikim ve doymuşluk her dönemde
olduğu gibi yeni yönelimlerin ve gelişmelerin başlangıç noktasını
göstermekte ve bu konularda ani kararlar vermenin ve yargılarda
bulunmanın merkezi kuvvetini dağıtmaktadır.
Müziğin başlangıcına ilişkin bazı teorilere bakarak, “sanatın
icadı” belirlemelerinin ışığında müzikte yeni yönelimler üzerine
birtakım kestirmelerde bulunulabilir. Geniş bir perspektifte
ülkemize özgü gelişim-değişim süreçlerinin değerlendirilmesi ve
yeni yönelimler üzerinde birtakım görüşler geliştirerek,
uygulamaların sonuçlarını gözleme dayalı olarak süzmek her geçen
gün artan bir gereksinim haline gelmektedir.
Modernizmin sınırlarını genişleterek iyice anlaşılabilirliğini
yitirmesi, tamamen soyuta dönük üslupsal özellikler bakımından,
belki de toplumdan çok fazla kopulması nedeniyle, insana özgü
inceliklerin ve sofistike özelliklerin kaybedilmesinin yanı sıra
günümüzde gelişen küresel dayatmalar, ülkelere özgü yeni eğitsel
ve sanatsal stratejiler geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. O
nedenle, insanoğlunun müziğe ilişkin serüveninde, müzik sanatının
ve eğitiminin günümüzdeki ortak paydalarını ve yönelimlerini
sorgulayan gelişmelerin yanı sıra, karşı duruşları mantıksal
değerlendirmelere kavuşturacak daha etkili düşüncelere
ulaşılabilir.
Müziğin Doğuşuna İlişkin Teoriler
Müziğin Adem’in torunlarından biri tarafından bulunduğu, Müziğin
Adem tarafından bilindiği, Müziğin tanrılarca bulunduğu gibi
teorileri öznel değerlendirme çalışmalarına bırakarak, böylece
daha çok nesnel yönlerden konumuzla ilintili bazı teorileri
değerlendirerek konumuzu irdeleyelim
“Müzik konuşulan dilden türemedir.” teorisi
Aynı zamanda bir müzik sözlüğü ile önemli bir opera yazmış olan
Jean Jacques Rousseau (1712-1778), çeşitli ulusların şarkısal
ezgilerini yayınlayan Alman düşünür ve ozanı Johann Gotfriedd
Herder (1744-1803), ve İngiliz düşünürü Herbert Spencer
(1820-1903), konuşma ezgisi diye bilinen vurgu ve söyleyiş
çizgisinin giderek müzik ezgileri biçimine dönüştüğünü kabul eder.
(Oransay-1976)
Etnomüzikolojik araştırmaları ile tanınan bestecimiz A. Adnan
Saygun, “dil” ile “müzik” ilişkisi bağlamında “ezginin çıkış
noktasını sözün vurgusunda görenlerin, gerçeğe daha
yaklaştıklarını” belirtmektedir. (Alpagut, 2004) XX. Yüzyılın
önemli etnomüzikolog ve müzikologlarından Curt Sachs gibi pek çok
müzikçinin de desteklediği teori akla oldukça yatkın
görünmektedir. Üstelik zaman içinde dilde ve edebiyatta sanatsal
akımların yarattıkları değişimler müzik sanatında da benzer
gelişmelere yol açmıştır.
Kuşkusuz, her iki alandaki düşünsel gelişmeler birbirlerinden çok
farklı söylemleri olan üsluplara yol açmıştır. Müziğin çalgısal
anlayışla sınırları zorlayan gücü, coşkunun, sevincin ve üzüntünün
dil özellikleriyle ifade edilemiyecek yönleri, müziğe kendine özgü
bir içerik kazandırmıştır. Bu durum aslında bitmek bilmeyen bir
dinamik zenginliğin ve dil-düşünce söyleminin altında yatan derin
bir okyanusun varlığını duyumsatmaktadır. Günümüzde beliren bir
anlayışa göre, müzikle ifade edilebilecek zenginliklerin kapsamına
farklı bir bakış getirerek, daha çok söze dayalı halk ezgilerinin
derinliklerinde çok zengin çalgısal ifade dinamiklerinin yattığına
ve bu duruluğun belki de sözlerle korunarak günümüze geldiğine
işaret edilebilir.
Dil-müzik ilişkilerinin günümüzdeki boyutları çok derin ilişkilere
dayandırılmaktadır. Yeni yaratı alanlarının varlığı ve yeni
yaklaşımlarla değerler dünyasında ki etkileşimler yüzeye
çıkarılmakta, oluşan paylaşım alanlarında daha geniş kitlelerin
birlikteliği sorgulanmaktadır.
“Müzik birlikte çalışırken uyulan tartımdan doğmuştur.” teorisi
Alman İktisatçısı Karl Bücher’in (1847-1930) “Arbeit und Rhytmus”
başlıklı kitabında ortaya koyduğu görüşe göre; ilkel toplumlarda
birlikte çalışanlar, daha verimli olabilmek için devinimlerini
birbirine uydurmak zorunluluğunu duymuşlar, devinimleri ile
oluşturdukları ortak tartımın seslerle örtüşmesi ile müzik sanatı
doğmuştur. (Oransay, 1976)
Kürek çekmek, dibekte tahıl dövmek ve birlikte dans etmek gibi pek
çok etkinlik birlikte çalışmayı gerektirmektedir. Benzer
özellikler içeren kültürel içerikli teoriler, günümüz koşullarında
küresel akışların yoğunluğunda olan batılı eğitimcilerin ve
giderek tüm dünyanın artan ölçülerde kafasını karıştıran boyutlara
varmaktadır. Günümüzde eğitim stratejileri, eğitim değerleri ve
sonuç olarak hedefler yeniden gözden geçirilmekte, kurumlar vizyon
ve misyonlarını bu değişkenleri göz önünde bulundurarak
belirlemektedirler.
Özellikle Hollanda , Almanya gibi göç alarak çok kültürlü bir yapı
sergileyen batı ülkeleri; müzik kültürünün eğitsel boyutlarına
ilişkin baş etmek durumunda oldukları eğitsel zorlukları aşabilmek
için, farklılıkları sorgulayarak yeni öğretim modellerinin üzerine
gitmektedirler. (Schippers, 1996)
Sanatın şekillenmesi ve kutupların oluşumu
XVII. Yüzyıldan günümüze sanatın ve müziğin evrimi, XVIII.
Yüzyılda zanaat ve sanatçı kavramları arasındaki kesin değişimler,
sanat patronlarının değişimi, giderek toplumsal sınıfların
aralarının açılarak belirginleşmesi, sözlü ve yazılı kültür
arasındaki farkların daha da artmasına ve önemli kültürel
kopuşlara neden olmuştur.
Birçok sanatçının başına gelenler XVIII. Yüzyılda sanatçıların
statüsünün nasıl bir değişime uğradığını gösteriyordu. Voltaire,
1726 yılında hakaret ettiği bir soylunun uşakları tarafından
dövülüyor, soylunun şikayetiyle Bastille hapishanesine atılıyor ve
sonunda da Paris’ten sürülüyordu. Tüm bunlar olurken salonların
müdavimi olan Paris aristokrasisinden neredeyse hiç ses
çıkmıyordu. Elli yıllık sürgünden sonra tekrar Paris’e dönen
Voltaire (1778), caddelerde alkışlarla karşılanıp Académie
Française tarafından baş tacı ediliyordu. Ertesi yıl öldüğünde,
biraz tereddütten sonra kilise töreniyle gömülmeyi reddettiğinden
dolayı cesedi fahişeler, hırsızlar, ve aktörlerin topluca
gömüldüğü bir çukura atılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan
gizlice defnedildi. Ancak, on yıl sonra Fransız Devrimi, kilisenin
mal varlığına el koyup da anıtsal ölçekteki neoklasik St.
Geneviève kilisesini Fransa’nın “büyük adamları” nın Panthéon’una
çevirdiğinde buraya naaşı ilk konulanlardan biri Volteire’inki
oluyordu. Volteire’in naaşı Panthéon’a nakledildiğinde artık eski
zanaatçı/sanatçı düşüncesi kesin bir biçimde parçalanmıştı. Bu
dönemlerde sözlük ve ansiklopedilerde “sanatçı” ile “zanaatçı”
karşıt terimler olarak tanımlanmaya başlandı. (Shiner,2004:164,165)
Eskiden bir zanaatçı/sanatçı da olması gerektiği düşünülen ideal
nitelikler dehayla kuralı, esinle hüneri, yenilikle taklidi ve
özgürlükle de hizmeti birleştirirken XVIII. Yüzyılın akışı
içerisinde bu nitelikler birbirlerinden tamamen ayrılıyordu.
Böylece esin, hayal gücü, özgürlük ve deha gibi bütün şiirsel
nitelikler sanatçıya atfedilirken, beceri , kurallar, taklit ve
hizmet gibi bütün mekanik vasıflar zanaatçıya düşüyordu. (Shiner,
2004:180,181)
XVIII. Yüzyılda sanat kavramının iyice şekillenmesiyle, XIX.
Yüzyılda bu kavramın sosyal, politik ve ekonomik alanlardaki
gelişmelere bağlı olarak daha da koyulaştığı ve sınırlarını iyice
genişlettiği görülür. Müzik bakımından ele alındığında;
bestecilerin sosyal ve ekonomik açıdan daha bağımsız olmaları
sayesinde kiliseye ve aristokrasiye artık doğrudan bağımlı
olmamaları ilk göze çarpan özelliktir. Diğer önemli gelişmeler
arasında; bestecilerin bireysel stillerini geliştirmeleri,
besteci-yorumcuların çalgısal müziği geliştirmeleri, müziklerin
konser salonları ve opera binaları için yazılmaları ile
müzik-mekan ilişkisinin güçlenmesi, programlı müziğin popüler
oluşu, oda müziği ve koroya göre piyano eşliğinde solo şarkıların,
operanın, piyano ve senfonik orkestraların ön planda yer alışı,
kullanım özellikleri kompozisyon ve yorum alanındaki gelişmelere
büyük olanaklar sağlayan piyanonun sanayi toplumuna en uygun çalgı
oluşu, Ulusçuluk akımının kendini göstermesiyle bestecilerin
ulusal stillerini ve folklorik özelliklerini operalarına, solo
şarkılarına ve programlı müziklerine yansıtmaları sayılabilir.
(Miller, 1973)
XX. Yüzyıldaki sanatsal gelişmelere bakıldığında, değişimin hızı
ve sıklığı ön plandadır. XIX. Yüzyılda siyasal alandaki “izm”’lere
karşın, XX. Yüzyılda sanatsal alandaki “izm”’lerin artması göze
çarpar. Bazı önemli akımları ve temsilcilerini örneklersek;
“Expressionizm” (Kandinsky), (Anlatımcılık, dışa vurumculuk. Aynı
zamanda drama ve müzikte gelişmiştir.), “Cubism” (Picasso, Braque),
“Surrealism” (Dali, Chagall), “Dadaism” (Duchamp), “Abstract
Expressionism” (Pollock), “Neoplasticism” (Mondrian),
“Existentialism” (Sartre) vb. Edebiyat, şiir ve tiyatrodaki
gelişmeler güzel sanatların öbür dallarındaki gelişmelerle
birlikte oluşmuştur. 1900’ lerden beri, var olan akımların,
stillerin ve tekniklerin çeşitliliği gözlenmiştir. Hiçbir akım
yüzyılı veya küçük bir bölümünü temsil edemez. Dahası bu
gelişmeler zamanla üst üste binerler. (Miller, 1973)
Batı müziğinin gelişiminde, üzerinde durduğumuz yılları kapsayan
ve klasik, romantik ve modern dönemleri içeren bir yelpaze
oluşturulduğunda ve bazı bestecilerin eserleriyle ilgili estetik
yaklaşımlara bakıldığında, müzik sanatındaki gelişim çizgisi için
yatay bir değerlendirme olanağına sahip olabiliriz.
Haydn’ın mi minör sonatından “Rondo” bölümünde; temada açıklık,
kadanslarda klasik müzik kuramına uygunlukla gelişen geleneksel
biçim, ölçülerde metrik düzenlilik ve güçlü bir tonalite görülür.
Chopin’in “Revolutionary Etude” isimli eserinde; temada açıklık,
çalgıda virtüozite (üstün yorumculuk), ölçüde düzenlilik, örgünün
“texture” önemliliği ve yine güçlü bir tonalite görülür. Debussy’
nin “Chromatic Etude” isimli eserinde; ezginin sürekli bir akıştan
çok parçalar halinde geliştiği, güçlü bir metrik yapıya karşın
kompleks ritmlerin düzensiz bir biçim yarattığı, uyuşumsuzluğun
“dissonance” yüksek düzeyde olduğu, tonalitenin varlığına karşın
belirsiz olduğu dikkat çekmektedir. Messiaen’in “Four Etudes on
Rhythm. No=1” isimli eserinde; modern-kompleks ezgisel biçimler,
parçalanmış ezgiler, düzensiz metrik ve ritmik yapılar, halen
yüksek düzeyde uyuşumsuzluk, genişletilmiş olan tonalitenin modern
bir deyişle beliren varlığı görülür. Ligeti’ nin “ Aeterna” isimli
eserinde; geleneksel ezginin yokluğu, metrik (ölçüsel) yapının
düzenliliğinin olmayışı, armoninin çok uyumsuz oluşu, açık olmayan
tonalitenin örgüye ve tınıya yakın oluşu gözlenmektedir.
Stockhausen’in “Momente” isimli eserinde ise, geleneksel anlamda
ezgi ve armoninin yokluğu, örgü-doku, tını-ses renkleri ve ritimin
en önemli müzik elementleri olduğu, tonalitenin belirgin olmaması
örneklenebilir. Bu yelpaze içinde giderek majör-minör tonal
sistemin bozularak parçalandığı, kompleks ritimlerin ve düzensiz
metrik yapının yükseldiği, uyuşumsuzluğun düzeyinin sürekli
arttığı, tını ve örgünün öneminin büyüdüğü ortaya çıkmaktadır. (Manoff,
1982)
Modernizm gelişim bakımından doğrusal bir çizgi izlemektedir.
Geçmişte veya kendinden önce yapılanları adeta alaycı bir üslupla
reddetmektedir. Haydn, barok yaklaşımı reddeder. Wagner, Haydn’ı
reddeder. Stravinsky, Wagner’i reddetmek zorundaydı. (Brake, 2000)
Böylece birbirinden kopan dokuların günümüze özgü koşullarda
yeniden sorgulanmasını içeren yeni yönelimler, yeni yöntemlerle
kendini ortaya koyma fırsatını yakalıyordu. Aslında, belli
dönemlerde zanaatçı ve sanatçı arasındaki düşünce ve eylem
kopuşlarına direnmek isteyen ve alternatif çözümler üretmek
isteyen yaklaşımlar ortaya konulmuştur. “Bauhaus” okulunun
tasarlayıcısı mimar Gropius bunlardan birisidir. 1918-1928 yılları
arasında yaklaşık on yıllık bir dönemde iz bırakan gelişmeler
sergileyen okul, XX. Yüzyılda modern çağın ortaya koyduğu bir
gerçek olan toplumun ve sanatın birbirinden çok fazla kopmasına
karşı koymaya çalışıyordu. (Alpagut, 2002: 284)
Müzikte Yeni Yönelimler
İletişim alanındaki gelişmeler ve kültürler arası ilişkileri
biçimleyen çeşitli akışlar, müzik eğitiminin ve sanatının
günümüzdeki gereksinimlerine paralel biçimde yeni yönelimleri de
birlikte zorlamıştır.
Bazı müzik pedagogları, müzik eğitiminin başarmak zorunda olduğu
değerlerin başında yaşantı değerlerinin gelmesini öne
koymaktadırlar. Melezlenen kültürel ortamda, bütün değerlerin
kültürel zeminde ve bireysel olarak inşa edilmesi gerekliliği
vurgulanmaktadır. Kendine güvenen ve başkalarına gereksinim
duymayan eğitsel uygulamaların, geçerliliğini yitirdiği yönündeki
tartışmalar sonucunda, insana ve kendine özgülük kavramları
birlikte önemsenmektedir. (Elliot, 2005)
Sanatsal yönelimlerden örnek verildiğinde ise; müziğin oluşum
sürecinin belirgin kılınması gerektiği öne çıkmaktadır. Müziğin
yazımında kullanılan yöntemin dinleyicinin açıkça duyup anlamasına
yönelik biçimde önemsenmesi, bazı günümüz sanatçılarının çeşitli
denemelerinde gözlenebilir.
Stockhausen, Hymnen’de çok bilinen alıntılardan yola çıkmıştı.
“Kullanılan malzeme ne kadar anlaşılır olursa dinleyicinin biçimi
izlemesi o kadar kolay olur.” diyordu. Kullanılan malzeme her
kıtadan ulusal marşlar yanında kelime parçacıkları, halk
topluluklarının sesleri, gürültüleri, toplu ya da özel olaylardan
yapılmış kayıtlar, kısa dalgadan duyulan bazı seslerdi. Bütün
bunlar belli bir amaca yönelik olarak yan yana gelir. Bu yeni
sonuç, yeni ses renkleri demetleriyle yankılanarak ‘entermodüle’
edilmiştir. Asıl amaç, her malzemenin kendine özgü niteliklerini
ortaya çıkarırken farklı güçlerin yan yana yaşamasına olanak
vermek ve gerçek bir uyuşum sağlamaktır. Eski-yeni,
geleneksel-çağdaş, Asyalı-Avrupalı ikilikleri bu yolla tümden
ortadan kalkmış olur. Ancak bu gerçek sonunda bir ütopyaya varır.
Stockhausen, ilk temsilin program notunda, “Son ulusal ezgi bir
ütopya imparatorluğunun Hymumion’udur ve Pluramon bayrağı altında
Harmondie ülkesinindir ve bütün ezgilerin en uzunu ve en
yoğunudur” diyordu. (Chevassus, 2004: 69)
Bugün gelinen aşamaların analizini yapabilmek için müziğin
doğuşuna ilişkin teorilerin daha yoğun biçimde tartışıldığı
dönemlere bakmak ve sözlü-yazılı kültürün kendine özgü yasalarıyla
birlikte, birtakım kavramların oluşturduğu yelpazenin çeşitli
bakımlardan irdelenmesi önem taşımaktadır. (Ong, 2003: 13-15)
İdeal sanatçı imgesinin oluşumu, sanatın icadı, modernliğin
kuralları ve estetik düşüncenin topluma yerleştirilmesi gibi,
dünya sanat tarihini etkileyen yazılı kültürün yazısız kuralları,
üzerinde durulması gereken kavram ve uygulamalardır. Modern sanat
görüşünün seçkinci, özgün, ileri, mükemmelliyetçi ve yüksek sanat
gibi nitelikler kazandıran ve birbirini devindiren sarmal yapısı,
her karşı yaklaşımda olduğu gibi yeni yönelimlerin de besleyici
kaynağını oluşturmaktadır.
İletişim çağın en önemli güçlerinden birisidir. Dolayısıyla da
müzikte yeni yönelimler izleyici ile somut bir iletişim kurmak
ister. Kuşkusuz bu iletişim kullanılan malzeme, yaklaşım biçimi ve
ortamla desteklendiğinde müzik, eğlence müziğinin ötesinde
anlaşılabilir özellikler içeren, düşündürücü, dinginleştirici ve
aynı zamanda da tepkileri çok yönlü harekete geçirebilen bir
yörünge izlemek zorundadır. Bu nedenle, bir anlamda geçmişe dönüş,
kültürel öğelerle ilinti kurma, çağımıza özgü kavrayış ve
seçkinciliği kırarak sıcaklık kurma, insanı sarma gibi, insani
değerler yoluyla farklılık yaratmak; bu yörüngenin uğrak
yerleridir.
Bu değerlendirmelerin ışığında; toplumsal gereksinimlerle
ilişkilendirilebilecek ülkesel modernleşmenin (Bu anlamdaki
modernleşmede, “Türk Modernleşmesi” batı modernleşmesinden ayrı
tutulmalıdır.) ve ulusal bilincin, halka sırtını dönmeyen sanat
anlayışları ile ülkeye özgü biçimde değerlendirilmesi ve yeni
stratejilerin ülke çıkarları ile insancıl değerler doğrultusunda
yeniden değerlendirilmesi günümüz koşullarında önem taşımaktadır.
Ulusal kaynaklar mı yabancı model mi?
Ülkemize özgü çağdaşlaşma modeline ilişkin çeşitli saptamalarda
bulunulduğunda iki önemli sorunun düşüncelerimizi açtığını
görürüz. Bu sorular şunlardır: Ulusumuzun çıkarlarını ve
halkımızın mutluluğunu gözeten, aklımıza ve bağımsız düşüncemize
güvenen yaklaşımları mı temel almak? veya dışarıdan getirilen ve
ülkemizin iç işlerine karışılmasına olanak veren reçeteleri mi
kendimize egemen kılmak? Bu noktada bize her zaman yol gösterici
tazeliğini koruyan Atatürkçü çağdaşlaşma-kalkınma modeli, özünde
ulusa, halka, ulusun ve halkın çabasına, ülkenin birikimine
dayanır. Bu işi başarmada ülke insanına güvenir, onu onurlandırır.
(Kili, 2003:402,403)
Ülkemizde son yıllarda her alanda olduğu gibi müzik alanında da,
eğitimden sanata ve akademik yaşantının son basamağına değin,
kendimize güvenden çok, dışarıdan gelen her türlü reçeteye değer
verildiği ve Atatürkçü çağdaşlaşma modelinin ekseninin bilinçli
veya bilinçsiz biçimde saptırıldığı, üzerinde önemle durulması
gereken bir konudur. Konunun can alıcı önemini ise, toplumumuzun
tümünü kapsayıcı işlevi olan, kültürel olumsuzluklara dayalı
tehdidin varlığı oluşturmaktadır. Bu tehdidi güçlendiren kişilerin
ise, ne yazık ki bilim ve sanat ortamını yönlendirici misyonları
bulunan kendi insanımızdan oluşması, olumsuzlukların ana yatağının
ülkemizde gelişimini sağlamaktadır.
Sözlü ve yazılı kültür ile bunlar arasındaki geçişimler; yaşayan
toplumun birincil zenginliklerini oluşturduğu gibi, aynı zamanda
birincil sorunların kaynaklarını da oluşturmaktadır. Bu özelliği
gözeten bir yönelimle; daha çok sözlü kültürün getirdiği bireysel
becerilerle ve bireysel tavır özelliklerinin yanında, yazılı
kültürün getirdiği rafineleşmiş bireysel beceri ve stil
özelliklerinin harmanlanarak modern biçimleme yöntemleriyle
sentezlenmesi, aslında daha çok yazılı kültüre dönük bir yaklaşım
biçimidir.
Halk türkülerinin sözlerinin altında, otantik inceliklerle derin
bir biçimde gelişen halk ezgilerinin, sözlerin çok ötesinde,
geçmişi ve günü sorgulayıcı önemli dinamikler içermesinin,
parlayan bir mücevherin karanlıkta yol göstericiliği gibi, yeni
yönelimlere kılavuzluk ettiği söylenebilir. Bu anlamda, günümüz
kültürel değerlerinin ve müziksel renklerinin, bütüne zarar
vermeyecek ölçülerde, anlaşılabilirliği ve yeniliği yitirmeden
başkalıklar kazandırdığı, sözlü kültürden yazılı kültüre doğru
yeni enerjilerin yeni etkiler oluşturduğu, bu etkilerin de
yaratıcılığa kendine özgü alanlar sağladığı anlaşılmaktadır.
Müzikte yeni yönelimlerin, modern etik ve estetikle ilgili paralel
özellikler taşıyabilecek köprü kurucu özellikler taşımasının,
insanlığın ve toplumun birikimlerinden yola çıkarak, insanların
bilmedikleri yönlerinin farkına varmalarını sağlayıcı özellikler
içerebileceği unutulmamalıdır. Çünkü, bu yönelimler bireysel
gelişimin ve değişimin oluşumuna ilk elden olumlu katkılar
sağlayabilir.
Henüz kesin bir sınıflama yapılmamasına rağmen, çeşitli ölçeklerde
ve yönelimlerde, iyi veya kötü pek çok müzik ve yaklaşım biçimi
ortaya çıkmıştır. Eleştirel bakış, bütün dönemlerde tazeliğini
koruyan kaçınılmaz bir süreçtir. Ancak, toplumu yönlendirici
misyonları bulunan müzik aydınlarının, sanat yöneticilerinin,
piyasa koşullarını düzenleyenlerin ve medyanın yapıcı tutumları,
günümüzde toplumsal sorumluluklar içeren düzeylerdedir. İyi
planlanmış deneysel çalışmalara ve kişisel yaklaşımlara eleştirel
olduğu kadar hoşgörülü, sabırlı bakabilmek ve destek vermek önem
kazanmaktadır.
Sonuçlar
Müziğin doğuşuna ilişkin teorilerde tartıştığımız gibi, müziğin
evrimi toplumun evriminden ayrı tutulamayacağı için, bireysel
başarıların düzeyi yüksek olsa bile, bu başarıların ortaya
çıkışının toplumsal nedenleri mutlaka vardır. Müzik duyumunun,
birikimle ve çalışmayla yetkinleşen becerinin, insanoğluna tanrı
ya da doğa tarafından verildiğini kabullensek bile, müzik tek
başına bir uğraş olmaya insanoğlunun toplumsal gelişmesiyle
başlamıştır.
Günümüzde toplum ölçüsünün yalnızca batıya dayandırılamamasının
pek çok gerekçesi vardır. Modernizm anlayışının insanoğlunu
taşıdığı nokta; küçülen dünyaya karşın, batı ile
sınırlandırılamayacak zenginliklere kaçınılmaz biçimde ulaşan
insanoğlunun sorgulaması ve yeni yönelimlere doğru gitmesi gereken
çizgiyi çoktan aşmış gözükmektedir. Artık, müzik kültüründe “dünya
standartlarında, yüksek sanat, mükemmeli yakalamak” gibi içi dolu
izlenimi veren ifadelerin; günümüz koşullarında, toplum kesimleri
arasındaki kültürel farklılığı ve halkı profillere ayırıcı
davranışları belirginleştirmeye dönük işlevselliğinin yanı sıra,
akademi, sanat ve medya çevrelerinde gelişigüzel kullanılmasının
da tartışılması gerekmektedir.
Adı ne olursa olsun, modernizm karşısında yer alıyor gibi
gösterilerek aşağılanmaya çalışılan, sanatsal ve eğitimsel
yaklaşım biçimlerinin; toplumun geçmişi, bugünü ve yarınıyla
ilintili olduğu ve çağı bütünsel bakımdan kavrayıcı, iyi
planlanmış tasarımlar oluşturduğu sürece, şimdiye değin görülmemiş
ölçüde değerleneceği anlaşılmaktadır.
KAYNAKLAR
Alpagut, Uğur. (2004). “İnsan Sesinde Müziğin Psikolojik
Temelleri”, Kim Kapattı Şu Müziği (Haz.Uğur
Alpagut) içinde (12-16), Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara:
Sözkesen Matbaası.
Alpagut, Uğur. (2002). “Günümüz Koşullarında, Türk Halk
Ezgilerinin Kemana Uyarlanmasının Ülkemizdeki
ve Müzik Öğretmenliği Eğitimindeki Etkileri” 21. Yüzyıl Başında
Türkiye’de Müzik Sempozyumu, Sevda Cenap And Müzik Vakfı: 281-292.
Brake, Barry. (2000).[Çevrimiçi] “Postmodernism”, Communique a
digital literary&arts journal. Elektronik
adres: http://www.communiquejournal.org/t1_postmodernism.html
Chevassus, Beatrice.R. (2004). “Müzikte Postmodernlik” (Çev. İlhan
Usmanbaş), 68, Pan Yayıncılık, İstanbul:
Ayhan Matbaası.
Elliot, David. J. (2005).[Çevrimiçi] Websitesi. “Music matters,
thoughts on music education, Q&A” Elektronik
adres: http://education.nyu.edu/music/musicmat/musicmat/index.html
Kili, Suna (2003). “Atatürk Devrimi, Bir Çağdaşlaşma Modeli”,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 8. Basım, İstanbul: Şefik
Matbaası.
Manoff, Tom. (1982). “Music: a Living Language” W.W. Norton a
Company, New York.
Miller M. Hugh (1973). “History of Music” Bernes Noble Books a
Division of Herper Row.P
Ong, Walter, J. (2003). “Sözlü ve Yazılı Kültür”, 13-15, Metis
Yayınları , Yaylacık Matbaacılık, İstanbul.
Oransay, Gültekin. (1976). “Müzik Tarihi”, Yaykur Eğitim
Enstitüleri Müzik Bölümü, Ankara.
Schippers, H. (1996). “Teaching World Music İn the Netherlands
Twords a Model for Cultural Diversity in
Music Education”, İnternational Journal for Music Education
Shiner, Larry. (2004). “Sanatın İcadı”, (Çev.İsmail Türkmen)
Ayrıntı Yayınları, Sena Ofset, İstanbul.
*Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Müzik Eğitimi
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
|