İnsan Kısım Kısım Yer Damar Damar
Ne haldayım ala gözün süzenler,
N'olur suna boylum gör beni beni,
Eşinden ayrılıp yaslı gezenler,
Her sabah, her akşam der beni beni.
Der ya! İnsan eşinden ayrılır da "Vay beni beni!" diye yakınmaz mı. Dövünüp yakınmakla kalmaz insan, az buçuk şairliği aşıklığı varsa; saza söze döker içini. Tıpkı Hüseyin gibi.
Hüseyin Sivas'ın Şarkışla İlçesi Sarıkaya Köyü'nde 1907 yılında doğmuş. Ana babasını da küçükken yitirmiş. Köyde okul olmadığı için okuyamamış. Ama okuma yazmayı köydeki Abdullah ve Ali Efendi'den öğrenmiş Hüseyin. Askere gidene dek hiç ayrılmamış köyünden. Ne zaman ki askerliğini yapmış dönmüş köye, hısım akraba bir olup dengince biriyle evermişler Hüseyin'i. Şehriban, aynı köyden. İyi, güzel. O da Hüseyin gibi yoksul.
İyi ama, geçim zor. Tarla, takım hak getire. Şu kapı senin, bu kapı benim. Irgatlık, çobanlık karın doyurmuyor ki. Üç günlük yiyecek çıkıyor, sonrası yok. Birgün karısına "Bak hanım, ikiydik üç olduk. Bu geçim geçim değil. Bir şeyler yapmak gerek. Ben gurbete çıkıp iş tutmak istiyorum. Üç beş kuruş biriktirir de birkaç dönüm tarla edinirsek, bir güvenimiz olur. Eker biçer, geçinir gideriz". Karısı ık-mık etmiş ilkin, bakmış ki Hüseyin kafasına takmış bir kere. "Yolun açık olsun. Sağlıkla git, sağlıkla gel" demiş. Hüseyin karısıyla vedalaşıp, tutmuş gurbetin yolunu. Şurası senin, burası benim derken, varıp Çukurova'ya ulaşmış. Ulaşmış ya, ha deyince iş bulamamış. Maraş, Adana, Antep ve Hatay'da cem'lere katılmış, kemane çalmış. Tarlada kazma vurmuş, küncü çekmiş, pamuk toplamış. Bakmış oluru yok, üç kuruş kalmıyor elinde. Dönüp Ankara'ya gelmiş. İlkin, Ali İzzet Özkan'la halkevlerinde, okullarda konserler vermiş. Ama yetersiz. Ekmek aslanın ağzında. Sokaklar işsiz dolu. Bir hemşehrisinin kaldığı otele yerleşmiş Hüseyin. Oteldekilerin çoğu gurbetçi. Çoğu da işsiz. Hazırdan yiyorlar. İlkin ufak tefek günlük işler bulmuş Hüseyin. Boğaz tokluğuna çalışıyor neredeyse. Elinde avucunda bir şey kalmıyor. Üç kuruş biriktirir bir yana atmaktan öte, geçim sıkıntısına girmiş bir de.
Sıla özlemi bir yandan; geçim derdi bir yandan. Bir de yalnızlık sarmış ki duygularını. Eh!.. Yüzbinlik bir kent; bir tek de Hüseyin. Yollar sokaklar insan seli. İnsanlar şen, insanlar şakrak. Bir tek Hüseyin garip. Boynu bükük Hüseyin'in. Efkarını kemanesiyle paylaşıyor sık sık. Tek dostu elinden düşürmediği yanından ayırmadığı kemanesi. Arada bir de kalabalıklara çalıyor kemanını. Yayı bir çekişi var ki, iliğine işliyor insanın. Ayşe'yi de böyle bir günde, bir salonda kemane çalarken tanıyor. Arada görüşüp konuşuyorlar.
Bir gün yine Ayşe ile birarada iken dalıp gidiyor Hüseyin. Köyünü düşlüyor, bir de hayalindeki on dönümlük tarlayı. Bir on dönümlük tarla var ki gönlünde. Şöyle güzelinden, sulusundan. Taşı eksen bitirir cinsinden. Sözün özü, karma karışık Hüseyin'in kafası. Bir dalıyor. Kayboluyor. Gidiyor köyüne. Elleri dolu dolu. Karısı, hısım akrabası bir güzel karşılıyor. Sarmaş dolaş. Giysilik kumaşlar, pabuçlar, urbalar. Tarlalardan tarla beğeniyor. On dönüm. Ama tarla! Taşı eksen bitirir cinsinden. Kolları sıvıyor. Bir ekin ekiyor. Bir ekin ki, o yörede görülmemiş. Boy dersen, insan kayboluyor içinde. Başaklar koca koca. Bir gür, bir iştahlı ki, gören maşallah demeden geçemiyor. Çok yoruluyor Hüseyin. Ter alnından şıpır şıpır damlıyor. Ama olsun. Emek olmadan, yemek olmazmış. Böyle demiş atalarımız. Olsun! Ter olsun. Ter iyidir. Ter malı helaller.Ter... Ter diye inlerken Hüseyin, birden öylesine "Ter" diye bağırıyor ki, Ayşe; "Ne o Hüseyin hasta mısın? Kendi kendine konuşup duruyorsun. Hem, hiç bu kadar terlemezdin. Bir şeyin mi var?" diyor.
Gün o gün; saat o saat! Sımsıcak bir dostluk kuruluyor aralarında, artık yüzbinlik kentte yalnız değildir Hüseyin. İçini döküyor Ayşe'ye. Candan, içten bir dost edinmiştir Hüseyin artık.
Dostluk öylesine gelişiyor ki, gün geliyor Hüseyin onsuz; o Hüseyin'siz olamayacağını anlıyor. Uzun sözün kısası evleniyorlar. İyi ama Hüseyin evli zaten. Köyde bekleyeni var. Ama gönül ferman dinler mi? Kimbilir, gönül mü ferman dinlemedi, yoksa Hüseyin aradığını bulduğu için mi başka şeyi düşünemedi, orası kayıp! Bir de şu var ki, köyünde evlenirken hiçbir tercihi olmamıştı Hüseyin'in. Yani, "Şu kız mı, bu kız mı?" dememişti. "Dengi dengine" demişti yakınları, o kadar! Görüşmediği, huyunu suyunu bilmediği biriyle evlendirilmişti Hüseyin. Bütün bunları bir yana itmiş miydi, Yakınlarından, köyünden kopmuş muydu Hüseyin?. İşte orasını biliyoruz işin. Eğer köyünden yakınlarından, karısından kopsa, öyküsünü sunduğumuz türkü olmayacaktı bugün.
Yakınlarını, karısını, köyünü birbir anlatmış Hüseyin Ayşe'ye. Ayşe de hiç birine olmaz dememiş. "Senin köyün benim köyüm. Senin hısımın, benim hısımım sayılır Karınla da, bacı kardaş gibi geçinip gideriz. Seninle olduktan sonra her güçlüğü yenerim ben" der. Eee devir eski devir. "Arkadaş sen resmen evlisin. Bir daha evlenemezsin. Yasaktır diyen yok.
Çok geçmeden birlikte köye dönmüşler. Dönmüşler ya, Ayşe Ankara kızı. Ne de olsa konuşması, giyinişi, davranışı değişik. İyi, hoş! Öyle kendini beğenmiş cinsinden değil. Zaten öyle olsa, kalkar alıştığı çevreyi bırakıp, köyün şartlarına razı olur muydu? Olurdu olmazdı! Sorun o değil. Asıl sorun, kentte doğmuş büyümüş kızın, köy şartlarına tez zamanda uyamaması.
Almış ortalığı bir dedikodu: "Hüseyin'in Ankaralı avradı çarşaf giymiyor. Hüseyin'in avradı ite, köpek diyor. Hüseyin'in avradı aşağı, Hüseyin'in avradı yukarı. Bir iki olsa, neyse ne! Gün yok ki yeni bir dedikodu gelmesin Hüseyin'in kulağına. Özellikle eski karısının yakınları, akrabaları sürekli dedikodu yayıyor köyde. Hüseyin'i de, Ayşe'yi de tedirgin ediyor.
Doluya koymuş almamış, boşa koymuş dolmamış. "İnsan çeşit çeşittir" demiş. "Kısım kısımdır" demiş. "Her insan doğduğu, büyüdüğü yerin şartlarıyla oluşur" demiş. Ama dinleyen kim. Her önüne gelen veryansın ediyor Hüseyin'in Ankaralı karısına. Hüseyin'se duygulu bir insan. Sanatçı yanı da var biraz. Kemanesi dinlenir, sözü sohbeti yerinde. Ama, ne etmişse alamamış dedikoduların önünü. Uykuları kaçar olmuş. Hayal meyal düşlerle uyanır olmuş. Uyanmak için, uyumak gerek. Uyuyamıyor ki Hüseyin. Giriyor yatağa, çıkıyor yataktan. Kirpik kirpiğe değmiyor. Hayal mi, düş mü karmakarışık duygular içinde.
"Bu böyle sürüp gidemez, bir şeyler yapmak gerek" diyor ve kararını veriyor. "Haydi Ankara'ya gidiyoruz. Ananı babanı göresmişsindir. Aylar geçti göremedin onları" diyor Ayşe'ye. Ayşe itiraz edecek oluyor. "Değmez o yolu çekmeye. Hele yaz olsun. Gidip gelmesi kolay olur" diyorsa da Hüseyin kararlı. Artık bu huzursuzluğa bir son verecek. Kalkıp düşüyorlar yola. Karaözü'ne gelip, biniyorlar trene. İkinci istasyona geldiklerinde, Hüseyin bir elinde kemanesi, bir elinde su testisi iniyor aşağı. Su doldurup geleceğini söylüyor. İniş o iniş. İki dakika. Üç dakika geçiyor Hüseyin yok. Tren usul usul hareket ediyor, yine ortalıkta yok. Ayşe, bir bekliyor, iki bekliyor, sarkıyor pencereden çevreyi gözetliyor.
Hüseyin yok! Arka kapılardan binmiştir deyip oturuyor yerine. Aşağıda Hüseyin, trenin hareketiyle çıkıyor gizlendiği yerden. Alıyor kemanı eline. Oturuyor bir taşın üstüne. Basıyor tellerine kemanın, basıyor ki, kızgın, öfkeli, özlemli. Yalvarıyor mu, bir şeylere baş mı kaldırıyor, orası kayıp!
İnsan kısım kısım, yer damar damar,
Kaşların lamelif, gözlerin kamer,
İnce bel üstüne olayım kemer,
Yakışır güzelim, sar beni beni.
Ve avuçlayıp yüreğini, koyuyor ortaya. Köle olup satılmaya razı. Ama ayrılmak gelmiyor içinden Hüseyin'in. Ayrılmak gelmiyor ya, Ayşe'yi trene bindirip Ankara'ya gönderen de kendisi. Oturup ağıdını yakan da.
Ne diyelim. Diyeceğimiz şu; kara tren almış götürmüş Ayşe'yi Ankara'ya. Hüseyin de dönmüş köyüne. Dönmüş köyüne ama, hali hal değil Hüseyin'in. İçine kapanmış. Kimseyle konuşmuyor. Eski neşesi bitmiş Hüseyin'in. Bir tek dostu kemanesi. Çekiyor döşüne, çalıyor, söylüyor. O kadar! Gün günden de eriyip akıyor. Rengi soluyor. Benzi atıyor. Çok geçmeden de, genç yaşta göçüp gidiyor dünyadan. Ardında tümü de özlem dolu, sevgi dolu bir kucak türkü kalıyor Hüseyin'in.
Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle Türküler -3
İstanbul-2002
türkü sitesi - turkuler.com