Yaz Gelende Çıkam Yayla Başına

Yaz gelende çıkam yayla başına,
Kurban olam kalem gibi kaşına,
Beni kınayanın gelsin başına,
Ağam nerden gider yolu yaylanın, Bingöl’ün hey!

Yayla yolları dumanlı olur. Boranlı olur. Karışık olur! Hele yolu bilmeyenler için. Garipler için, zor olur. Gözgözü görmez dumanlı yayla yollarında. Gurbetliğin burukluğu, bir yandan; sıla özlemi bir yandan. Bir de karanlıkyayla yolları. Kahrolur insan.
Düşler düşleri kovalar. Varıp sılaya götürür. Güllü kızın eline bir testi verip, çeşmeye indirir. çeşmenin suyu, yaylanın suyuna karışır. Kardan soğuk su, Buz gibi. Güllü kız, allı kız. Yedi düvelde şanlı kız. “Dumlu’dan filan ağanın kızı Güllü” dedin mi bilmeyen yok. Şundan ki, varsıl bir ailenin kızı Güllü. Güllü de tek çocuğu ailenin. O da yıllardan sonra dünyaya gelmiş. Daha anasının karnında iken adaklar adayıp kurbanlar kesmiş babası. “Eğer oğlum olursa, yedi yıl saçına makas vurmam. Her yıl kurbanlar kesip sadakalar dağıtırım. Yook kızım olursa adını Güllü koyup güller gibi büyütürüm. Vakti zamanı gelince de yaşı kadar altın getirene veririm kızımı” deyip kavil etmiş.

Güllü kızın doğumu üç gün, üç gece davul zurnayla kutlanmış. Güreşler tutulmuş, ciritler atılmış. Dadaşlar sıra sıra dizilip bar oynamışlar. Bir yandan da danalar, koyunlar boğazlanmış. Kazanlar vurulmuş ateşe. Yenmiş, içilmiş.

Doğumuyla ünlenen Güllü kız, günden güne büyüyüp serpilmiş, uzun saçlı, uzun boylu, ahu gözlü bir kız olmuş ki, güzelliği dillere destan. Duyan duymayana, gören görmeyene anlatıyor. Ondört yaşın tüm güzelliği gelip çehresine yerleşince, sık sık kapısı çalınır olmuş evlerinin “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli” diyen varıyor istemeye. Babası kısadan kesiyor. “Benim kızım adaklıdır. Yaşınca altın getirene gelin edecem Güllü’yü” diyor. O kadar! Güllü derseniz daha çocuk. İpi babasının elinde. Evliliği düşündüğü yok. Ama gelen gidenden de tedirgin. Babası kime verirse hayır diyemıyecek. Gelip gidenleri de anasından duyuyor Güllü. çoğunu da tanımıyor, biyor. Komşusu Ömer, kapısını çalana dek kimseye de ilgi duymuyor.
Ömer’in anasının kendini istemeye geldiğini duyunca içinde bir şeyler kıpır kıpır kıpırdamış Güllü’nün. Ömer’in bilmeyen kız var mı Dumlu’da! Ömer yakışıklı, uzun boy, kara kaş, kara göz, çam dalı gibi. Bir de yiğit ki Ömer dillere destan. Babasını küçükten yitirmiş; bir anası, bir kendisi. Üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikip geçinip gidiyorlar. Herkesin dilinde Ömer’’n efendiliği, çalışkanlığı. Bir tek kişi çıkıp da “Ömer yaramaz. Ömer tembel. Yalancı. Korkak” diyemez. Ömer’in adını anan “Neme lazım. İyi çocuktur. Babasız büyüdü ya; el eline muhtaç etmedi anasını. Kimin de işi düşse bitirir. Yaşından büyük davranır Ömer. Olgun çocuktur” deyip övdüler Ömer’i.

Ömer şu. Ömer bu. Neyse ne! Ama, Güllü Ömer’in adını duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki eh! “Allah vere babam terslemese. Verimkar olsa Ömer’e. Ömer yiğit çocuk” diye geçiriyor içinden. Derken anası getiriyor haberi yine. “Baban, yaşın kadar altın istedi. Yoksa vermem diyor. Ömer’in anası da ‘ne isterse yetirecem’ diyesiymiş. Nasıl bulur bunca altını bilmem. Tarla takımı satıp savsa neyle geçinirler. İşi zor Ömer’in”.
Ömer derseniz kafaya koymuş Güllü’yi. Yaşı kadar altın vız geliyor Ömer’e. Anasına güveniyor Ömer. Bir de bileğine. Anası, kenarda köşede biraz para biriktirmiş. “Ömer’im evlenirse ellerden geri kalmasın, babasız büyüdüğünü anlamasın” diye sandığının köşesine birkaç altın atmış. Ömer biliyor bunu. Bir de Bingöl yaylalarına güvenir. Bingöl yaylalarında iş çok. “Yeter ki Güllü’nün babası ‘he’ desin. Para kolay. çalışır, çabalar yetiririm parayı” diyor. Güllü’nün babasının şartı ortada. “Kim ki kızımın yaşı kadar altın getirirse kızımı ona veririm.” O kadar! Bunu bilip; bunu söylüyor. Güllü’nün yaşı ondört. Ondört altın gerekli yani. Ondört altın dile kolay. Yolda serpili değil ki toplasın insan. Bir ömür gerek. Sözün kısası, Ömer Güllü’nün babasının isteğine “evet” diyor. Anlaşıyorlar. Söz kesiliyor. Yüzüklerini takıyorlar. Güllü de sevinçli. Ömer de Güllü seviniyor, çünkü parası çok; aklı kıtın bir de isteyebilirdi. Babası da ona verebilirdi. Hiç değilse Ömer gönlünce biri. Ömer de sevinçli. “Nasıl olsa yetiririm altınları” diyor. Gün ola, harman ola. Allah’ın günü çok. Yeter ki Güllü beklesin.

İşlere öyle bir sarılıyor ki, kara saban dilleniyor elinde. Toprak lime lime oluyor. Vakti saati gelip ürün derleneceği zaman da kolları sıvayıp giriyor tarlaya. Anası bir yandan; kendi bir yandan. Güllü’yü de ancak kaçamak görüyor. Göz ucuyla bakışıp geçiyorlar. Güllü’nün gözleri yalvarılı. “Tez derle altınları” diyor sanki. Ömer daha çok çalışıyor. Daha çok terliyor. Ürünleri kaldırıp, altına çeviriyor. Topu topu beş altın oluyor elinde. Üçü üründen, ikisi de anasından. Geride kalıyor dokuz altın. Dile kolay. N’etsek ki! Beklemekle de olacak iş değil. Anasına açıyor konuyu: “Ana bu iş böyle yürümez. Bir çare düşünmek gerek. Tarlayı toptan icarlayıp, gurbete gideceğim ben. Bingöl yaylalarında iş çok. çalışır, çabalar yetiririm altınları. Tamamlamadan dönmem”.

Anası derseniz düşünceli: “Sen gidersen ben küçük n’aparım yalnız. Dayınlar hayırsız. Ölsem kulakları duymaz. Güllü dersen babası inat. Komaz ki yanıma gelsin. Sensiz n’aparım ben.” Ömer kararlı. İşin oluru yok! Bingöl yaylalarına varıp çalışması gerek. Altınları ondört’e tamamlamak şart. Güllü’nün babası inat. Yoksa vermez Güllü’yü. Ömer’in kafası karışık. Umudu Bingöl yaylalarında. “Gider Hasan’ı bulurum” diyor. “Hasan iyi çocuktur. Hemşehri canlısıdır Hasan. Nede olsa çocukluk arkadaşımdır. Bana da iş bulur. İyi para getirsin yeterki. Ne olsa yaparım. Ağaç keserim. çobanlık yaparım. Salcılık yaparım. Ne olsa yaparım. Yeter ki parası bol olsun”. Ömer bunları düşlüyor ya, Güllü habersiz. Anası haberi iletince, iki gözü iki çeşme Güllü’nün. “Dağlar adamı yutar. Dağlara güven olmaz. Karı var, tipisi var. Yaylası, boranı var. Eşkiyası, yabanisi çok olur dağların. Bingöl dağlarında az adam mı kaldı? Vazgeçsin Ömer. Ben bir ömür beklerim. Yetek ki gitmesin” diyor.

Ömer kararlı. Bir akşam üstü varıp Güllü’nün babasını görüyor. “Böyle iken böyle, ben gurbete gidiyorum. Altınları tamamilayıp geleceğim. Güllü’nün emaneti size. Anama da göz kulak olun” diyor. Sabahına da yola düşüyor. Şura senin, bura benim. Varıp Bingöl’e ulaşıyor. Sora sora Hasan’ı buluyor. Hasan kucak açıyor Ömer’e. çalıştığı yerde iş de buluyor.

İş de iş! Dağların tepesinden ağaç kesip, sal yapıyorlar. Murat Suyu’na kadar suyuna kadar indiriyorlar. Murat Suyu’nda, geceli gündüzlü yol alıp da aşağılara indiriyorlar ağaçları. Dile kolay. Sal üstünde gecelemek zor. Gün oluyor, sal bir kıyıya saplanıyor. Gün oluyor param parça dağılıyor. Tulumlarla ağaçları toplayıp, yeniden kuruyorlar salı. Bir de suyun nemi var. Küt küt öksürtüyor adamı. Ciğerlerine işliyor sabah soğuğu. Ama olsun. İyi para alıyor Ömer. Güllü’süne kavuşmanın başka yolu yok. Salın bir kenarına çekilip, tütünü sardı mı hep Güllü’yü kuruyor. Kuşağı altın dolup iniyor yayladan. Varıp Güllü’nün kapısına dayanıyor. Elini kuşağına atıp, çıkarıyor altınları. Tek tek sayıyor. Anasındakilerle ondört altın. Günler, aylar, yıllar hep bu düşünceyle geçiyor. Beşinci yılın sonunda altınları tamamlıyor Ömer, tek tek sayıyor. Tam dokuz altın. Beş de anasındakiler. Etti ondört. Bir sevinç, bir özlem. Bir yorgunluk. Hepsi karışıyor birbirine. Beş yıl, dile kolay. Arada bir gelen giden oluyor, haber alıp, haber iletiyor. O kadar!. Anasının, Güllü’nün sağlığından gayrı merakı yok zaten. Kışın karı, tipisi de vız geliyor. Tek düşüncesi Güllü, bir de ondört altın. Dönüşü, gelişinden hızlı oluyor Ömer’in. Atını da daha hızlı sürüyor. Dağ bayır, ova demiyor. Bir gecenin sabahına varıp ulaşıyor Dumlu’ya. Anasında bir sevinç, bir gözyaşı. Beş yılın özlemiyle sarılıyor oğluna. Oturup dertleşiyorlar. Olanı biteni anlatıyor anasına. Dağların doruğundan odun indirmenin güçlüğünü, karın tipinin adamı nasıl yuttuğunu bir bir sıralıyor. Sonra da çıkarıp altınları döküyor ortaya. “Sendekilerle tam ondört altın ana. çok rezillik çektim. Ama, rezilliğe değdi. Gayri babası direnemez Güllü’nün. Ağzını kitledim.”

Sabahı zor ediyor Ömer. Tezden varıp Güllü’nün babasını arıyor. Kuşağından altınları çıkarıp döküyor ortalığa. Tam ondört altın. çil çil. Güllü’nün babası sayıyor altınları. Sonra da elini sakalına atıyor, “Ben kızımın yaşı kadar altın isterim demiştim. O zaman ondört yaşındaydı. Aradan beş yıl geçti. Şimdi ondört yaşında değil. Artık ondokuz yaşında. Beş altın daha getirmen gerek. Yoksa Gülilü’yü alamazsın” deyince, Ömer’in başı dönüyor. Gözü kararıyor. Olduğu yere yığılıyor. Bir Güllü’yü düşünüyor; bir de Bingöl yaylalarını.

Yaylanın da yolları. Karışık olur yayla yolları. Hele karda tipide. Gözüne büyümüş Ömer’in. “Acaba borcum olsa, sonra ödesem” diyecek olmuş, Güllü’nün babası inat “Benim adağım var. Kızımı yaşı kadar altın getirene vereceğim. Ya beş altın daha bulursun, ya da Güllü’den olursun” deyip kestirmiş. Ömer kanatları kırık dönmüş eve. Başını ellerinin arasına alıp, dalmış düşünceye. Anası, daha da üzgün. Güllü’nün ağzını bıçak açmıyor. “Alsın kaçırsın beni” diyor. Ama Ömer kararlı. “Altınları tamamlayıp babasının ağzını kapatacağım. Yeter ki Güllü sabırlı olsun. Biraz daha beklesin” diyor.
çok geçmeden de hazırlanıp, Bingöl yollarını tutuyor. İyi. Hoş. Ama mevzim kış. Yayla yolları dumanlı. Kar diz boyu. Göz gözü görmüyor. Bu türkünün öyküsünü anlatanlar, Ömer’in anasının “illa ki yazı bekle de öyle çık. Yayla yolları kışın geçilmez. Adamı yutar. Gel vazgeç. Yüreğim razı değil” deyişini dinlemediğini söyler.

Ömer “er kalkan yol alır, er evlenen döl alır. Güllü’ye kavuşmanın yolu bu. Ben gidiyorum” deyip atlamış atına. Atlamış ya, yollar kötü. Kar, tipi, ayaz karışık. Şaşırıp kalmış Ömer. Acep yaylanın yolu nerden aşar ki? Her yer kar. Bir de duman var ki. Duracak gibi değil. Soğuk dondurur adamı. Sözün özü, düz yol belleyip, uçuruma sürmüş atını Ömer. Sürüş o sürüş. Aradan aylar geçip, karlar eridikten sonra bulunmuş Ömer’in cesedi. Haber anasına ulaşınca, kadın dizlerini dövmeye başlamış. Güllü deseniz, deli divane. Halk üzgün. “Yaz gelseydi de, yola çıksaydı” diyor kimi; kimi “hep Güllü’nün babası sebep. Kızını mal gibi satıyor. Beş altın da eksik olsaydı” diyor. Ama, Ömer’in öyküsünü, türküye dökmekten de geri kalmıyor. “Yaz gelen de çıkam yayla başına” deyip duygularını dillendiriyor halk.



Kaynak:
Yaşar Özürküt 
Öyküleriyle Türküler -3 
İstanbul-2002


türkü sitesi - turkuler.com