YONCALIĞIN İNCE YOLU


ÖMER’İN YAŞAM ÖYKÜSÜ...
Göğdeli’nin Aslanı ÖMER…


Derleyen: Vet. Hekimi Turgay ÖZDEMİR
Kaynak Kişiler:
Oğuz Nazım KARAKAYA - Göbekören Köyü
Maviş ÖZDEMİR(Dudu’nun kardeşi) – Elbistan İlçesi
Asım ÖZDEMİR – Göbekören Köyü
Ahmet ÖZDEMİR(Behsat oğlu)- Göbekören Köyü
Cemal NALÇAKAN – Yolgeçen Köyü
Mustafa TOPAL– Kaynarca Köyü
Hacı Ömer SALT – Yazyurdu Köyü
Sadullah SALT – Yazyurdu Köyü
Selim Çam – Yazyurdu Köyü
Ve Yüzlerce Gürün’lü.


Ömer, Gürün’ün Celikanyurt (Yazyurdu) köyünde 1894 yılında Mustafa (Mıstık) ve Fatte’nin (Fatma) çocuğu olarak dünyaya gelir. Yaşıtlarından daha hızlı büyüyerek kısa sürede gücü ve fiziki yapısı ile parmakla gösterilmeye başlanır. 17–18 yaşlarına geldiğinde bir mandayı kuyruğundan tuttuğunda oturtacak güce erişmiştir. Yardımsever, iyi niyetli, biraz içine kapanık, utangaç, çabuk öfkelenen, ailesinin ve çevrenin çok çabuk ve fazlaca etkisinde kalan, çok cesur ve inanılmaz gözü karadır. Ömer 2.00 metre boyunda 110–120 kg. ağırlığında, buğday tenli, kahverengi gözlüdür. Alnının bir karış, ellerinin normal bir insan elinin iki-üç katı büyüklüğünde olduğu onu tanıyan yaşlılar tarafından anlatılmaktadır. Gücüne ilişkin tanık olanlarca anlatılanlar inanılır gibi değildir. Yeğeni Ömer (Tokuş)’un şu an kapısında bulunan ve ağırlığı 350 – 400 kg. olan kayayı kucaklayarak o sırada yapılmakta olan ev inşaatına taşır1. Köy camisinin yapılması sırasında damın örtülmesi için konulacak olan iki adet 12 metre uzunluğa ve 2 metre çap’ a sahip hezanları2 yerine koyar. Bu iş normalde çok güçlü 8 – 10 işçinin, ancak birlikte yapabileceği bir iştir. Yine bir defasında Mıstık kişilerin (Ömer’ in ailesinin) Yanaşması(paralı tarım işçisi) Ahmet dağdan kağnı ile odun indirirken, kağnı çamura saplanır. Kağnının üzerinde 900–1000 kg. odun bulunmaktadır. Koşulu bulunan iki camız, Ahmet’in bütün çabalarına ve nodullamalarına3 karşın kağnıyı yoğun çamurdan söküp çıkaramaz. Kağnı mazıların4 üstüne kadar mile5 saplanmıştır. Ahmet dağdan inmekte gecikince, Ömer Arap Kır Atı’na atladığı gibi dağın yolunu tutar. Ahmet’i kan ter içinde uğraşırken bulur. Hemen çamurun yoğun olduğu taraftaki camızı çözer ve yerine kendisi koşulur. Ahmet’e camızı nodullamasını söyler. Ömer kağnının kendi tarafını çamurdan çıkarttığı halde, koşulu olan diğer camız çıkaramaz. Ömer bu kez de öteki camızı çözer ve çamurda kalmış tarafı da çekip çıkarır.

Ömer’in gücü duyuldukça, doğruluğunu anlamak isteyen ve gücüne güvenen kişiler Ömer’i sınamak isterler. Ömer kendi ile teke tek güç yarıştıracak kişilere gülüp geçer. Hatta bazı düğünlerde diğer köylerden gelen düğüncülerin üç kişisine karşılık tek başına gösteri yapar. Ayakta dururken sağ elinin işaret parmağını alnına koyar. Sağ bileğine bağlanmış olan 2–3 metre uzunluğundaki urganı üç kişinin çekerek, işaret parmağını alnından ayıramayacağını söyler. Buna inanmayan ve gücüne güvenen üç kişi bütün çabalarına karşın Ömer’in parmağını alnından ayıramazlar. Ömer şaşkınlığa uğramış bu üç kişiye bir fırsat daha verir. Kendisi ayakta iken ayağının altına koyduğu demir parayı kendisini iterek alıp alamayacaklarını sorar. Üç kişi Ömer’i iterek parayı almayı başaramazlar6. Ömer’e ilişkin bir diğer anı ise, kendi köyünde oturan ve Ömer ile birlikte askerlik eğitiminin ilk günlerini Sivas’ta yaşayan, Kel Hüssük’ün oğlu Mehmet’in Ömer’in güreşte gösterdiği üstün güç ile ilgili anlattıklarıdır. Ömer’in acemi eğitimi sırasında Sivas’ta askeri birlikler arası güreş karşılaşmaları düzenlenir. Her birlik kendi pehlivanını önceden belirler ve hazırlar. Güreş karşılaşmalarının finalinde Ömer’in birliği ve bir başka birliğin güreşçisi karşılaşır. Diğer güreşçi Ömer’in birliğinin güreşçisini ezmeye başlar. Birlik komutanı durumdan rahatsız olur. Yanındaki emir erine “Birliğimizde daha güçlü bir güreşçi yok mu ?” diye sorar. Emir eri güreşleri izlemekte olan arkadaşlarına durumu anlatır. Ömer’in köylüsü Kel Hüssüğün oğlu Mehmet “O pehlivanı bizim Ömer rahatlıkla yener.” der. Emir eri Ömer’i birlik komutanına götürür. Bu sırada diğer birliğin pehlivanı maçı kazanmış meydanda zafer turu atmaktadır. Ömer’i, komutandan izin alarak meydana sürerler. Ömer kendisine oyun yapmaya çalışan pehlivanı tuttuğu gibi önce kucağına alır; sonra da rakip birliğin komutanının oturduğu masaya kadar taşır. İki elinin üzerinde pehlivanı havaya kaldırarak bir hamlede yere vurur. Rakip pehlivan kan ter içinde, sakatlanarak yenilir. Ömer’de ise terin zerresi bile yoktur. Ömer’in gücü karşısında herkes şaşkınlığa düşer. Komutanları ve arkadaşları hayranlık dolu bir tavırla kutlarlar Ömer’i...

Köylü üzerinde ilk gençlik yıllarından itibaren tam bir otorite kurar. Korkusuzluğu gücü ve ataklığı sonucu köyde herkes ondan çekinmektedir. Hırsızı, namussuzu yakaladığı an çok kötü hırpalamakta, halk ona dürüstlük ve adalet uygulayıcısı olarak bakmaktadır.

Ömer 1912 yılında Sivas’ta askere alınır. Bu sıralarda Osmanlı İmparatorluğu Batıda Balkan Savaşı, Doğuda Ermeni ayaklanmaları ve Rus saldırıları ile karşı karşıyadır. Kısa süreli acemi eğitiminden sonra Erzurum’a sevk edilir. Osmanlı Ordusu zayıf düşmüş, silah ve donanım açısından kötü durumdadır. Ruslar; Kars, Ardahan ve Sarıkamış ile çevresindeki bütün yerleşim birimlerini eylemli işgal altında tutmakta ve Ermeni Komitacılarını koruyup desteklemektedir. Ömer üç buçuk yıl savaşın içinde kalır. Bir yandan Ermeni Komitacıları ile diğer yandan da Rus ordusu ile savaşmaktadırlar. Ermeniler birçok Türk ve Kürt köylerinde toplu kıyımlar yapmakta, Ruslar ise seyirci kalmaktadır. Yorgun ve moralsiz Osmanlı Ordusu çaresizlik içerisinde kıvranmaktadır. Maraş’ta Beşanlı Köyü, Erzurum’da Mamo Hatun Köyü, Erzincan’da Alaca Köyü, ve Van’da Kimar Köyü 1914 –1915 yıllarında, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden, binlerce insan Ermeni Komitacıları tarafından vahşice soykırımına uğratılırlar7. Ömer ve arkadaşları Erzincan–Erzurum hattındaki köylerde birçok mezar kazarlar; ceset taşırlar. Ömer’in içerisinde fırtınalar kopmakta, o yenilmez, korku nedir bilmez bedeni, geceler boyu rüyalarında kan, ölüm ve vahşet manzaraları ile titremektedir. Çocuk büyük, kadın erkek, yaşlı genç demeden insanlar sırf etnik kökenlerinden dolayı, ağır işkencelerden geçirilerek öldürülmüşlerdir. İnsanın kanını donduran bu toplu kıyımlar, Ömer’in sonraki yaşamını derinden etkileyecek ve onu sert ve temkinli olmaya yöneltecektir. Birçok arkadaşı, yareni Rus kurşunları ile ölür. 1912’den 1915’e kadar geçen üç buçuk yıllık askerlik süresinin sonunda, Enver Paşanın ünlü “Sarıkamış Harekatı” ile getirdiği tarihi başarısızlık, Ömer’i bir kez daha ve inanılmaz bir düş kırıklığı içine sürükleyecektir. Enver Paşa’nın Pan-Türkizm ve Pan–Turanizm hayalleri ile toparladığı 90.000 kişilik ordusunun8 içerisinde Ömer ve köylüleri de yerini alır. Enver Paşa ordusunu Allahüekber Dağlarının üzerinden aşırarak, Rus askerlerini Sarıkamış’ın gerisinden kuşatmayı planlar. Yıl 1914 Aralık ayıdır. Yazlık donanımı ile Enver Paşa komutasındaki Osmanlı askerleri Allahüekber ve Soğanlı Dağlarına tırmanmaya çalışırlar. Kış çok şiddetlidir. Öncü birlikler dağın zirvesine varamadan donarak ölürler. 90.000 kişilik ordunun 78.000 kadarı ya cesetleri bile bulunamadan, dağın dörtbeş metreyi bulan karlarının içerisinde kaybolurlar ya da el, ayak gibi organları donup koptuğu ya da kesildiği için savaşamaz duruma düşerler. Ömer ve bazı arkadaşları vurdukları Rus askerlerinin giysilerini giyerek, Allahüekber Dağlarının arka tarafına ulaşmayı ve Ruslara kurşun sıkmayı başaran 12.000 kişilik şanslı(?) Osmanlı askerinin içerisindedir. Bir ay boyunca Sarıkamış civarında şiddetli savaşlar olur. Bir yanda kar ve tipi altındaki kışlık donanımdan yoksun Osmanlı Ordusu, diğer yanda tam donanımlı Rus ordusu. Savaşta Ruslar önemli kayıplar verirse de Osmanlı 3. Ordusu hemen hemen yok olur. İlkel yaşam koşulları yüzünden, hem Osmanlı hem de Rus ordularında bit salgını baş gösterir. Savaştan, soğuktan derken, bitten de binlerce Osmanlı askeri hayatını kaybeder. Ömer ve kendi köyünden emmisi oğlu Osman, Kel Hüssük’ün oğlu Mehmet, Sadık’ın oğlu Osman, Tipi Mustafa ile bazı arkadaşları, öldürdükleri Rus askerlerinin üzerinde buldukları beyaz renkli toz9 ile kendilerini yıkayarak, bit salgınından kurtulurlar. Birkaç aylık yoğun savaştan sonra Enver Paşa kuvvetlerinin savaşacak gücü kalmaz. Saldırı, savunma savaşına dönüşür. Şiddetli kış Rusları da durdurur. Her yer metrelerce kar altındadır. Ömer ve birçok arkadaşı 1915 yılının Mayıs ayında üç buçuk yıldır süren ve ölümden başka hiçbir sonuç elde edilemeyen savaştan 3. Ordunun da dağılması ile firar ederler. Ömer artık asker kaçağıdır...

Ömer askerden kaçtıktan sonra köyünde anasının dizi dibinde dinlenmeyi, savaştan, kavgadan uzak yaşamayı düşleyerek ve günlerce yürüyerek, ayakları parçalanmış, yarı aç yarı tok, perişan halde köyüne ulaşır.

1915 yıllarında Sivas ve çevresinde binlerce Ermeni çeteci dağlarda dolaşmaktadır10. Ermeniler Anadolu’da birçok yerleşim yeri gibi Gürün’de de büyük nüfus ve ekonomik güce sahiptirler. Bütün zanaatlar Ermeniler’in tekelindedir. Türkler ve Kürtler yalnızca ırgatlık, çobanlık gibi Ermenilerin beğenmediği “ayak işlerinde” çalışabilmekte yani vatanlarında ikinci sınıf insan olarak yaşamaktadır. Güründe Ermeniler tarafından ipek böcekçiliği yapılmakta, elde edilen ipekler ile Manchester’den getirtilen pamuk iplikler, ipek dokumacılığında kullanılmaktadır. “Gürün İpek Şalları” yurt içi ve dışında büyük ilgi görmekte, Ermeni nüfus varlık üstüne varlık eklemektedir. Ancak, Ermeni nüfusun çok büyük bölümü, Hınçak ve Taşnak Partileri’nin kışkırtmaları ile giderek (birlikte ve iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşadıkları) Türk ve Kürt nüfusu horlamaya başlar. Ermeniler tarafından, Gürün’de işkence haneler kurulur11. Ermeniler Gürün içinde ellerinde tuttukları nüfus çoğunluğu ile, fiziksel tahrik ve saldırılara başvurarak Büyük Ermenistan haritasına Gürün’ü de dahil etme çabasına girişirler. Ermeni Komitacıların peş peşe yaralamalar ve ölümlerle sonuçlanan saldırıları ile, Gürün’deki halkların, yüzlerce yıldır süren barışı ve kardeşliği büyük bir darbe yer. Komitacılar yolları kesmekte, en basitinden özellikle Türk halkına ağır hakaretlerde ve ölüm tehditlerinde bulunmadan insanları bırakmamaktadır. Birçok aile, aylarca süren baskı ve saldırılar sonucu Gürün dışına göç etmek zorunda kalır. Halkta silah ve mermi yok gibidir. Ermeni komitacıları ise, son sistem Rus silahları ile donatılmış durumdadır. Gürün ve köylerinden gelen Türk ve Kürt delikanlıları ile çevrede bulunan Osmanlı askerleri bir gece yarısı Gürün’deki işkenceye ve kıyına direnen yaşlı Türklerle birleşerek, Gürün’ü basarlar. Kadın ve çocuklar ile Ermeni çetecilerle işbirliği yapmayı reddeden ve bu nedenle tıpkı diğer Gürünlüler gibi baskı ve şiddete uğrayan Ermeni nüfusu ellenmemek üzere, yüzlerce Ermeni erkeğini yakalayarak bağlarlar. Kadın ve çocuklar ile erkek nüfusun önemli bir bölümü can ve mal güvenlikleri sağlanarak Gürün’den Suriye’ye sürülürler.(Tehcir Olayı) İyi komşuluk ilişkilerini hiçbir zaman bozmayan ve Gürün’de kalmak isteyen Ermeni ailelere ise, can ve mal güvenliği sağlanarak oturma izni verilir.

Aile, 1921 yılında Şeyh Hamit Ağanın kızı Dudu’yu çevrenin de etkisi ile istemeye karar verir ve giderek ister. Dudu 13-14 yaşlarında olmasına karşın serpilip gelişmiştir. Güzel ve alımlıdır. O yıllarda Şeyh Hamit ağa çok saygın bir kişiliktir. Tanıyanlar tarafından “hükümet” olarak nitelendirilmekte ve çevresinde birkaç yüz silahlı adamı bulunmaktadır. Ağa kızını verir. Takılar takılır. Yarpuz12 ağalarından Hacı beyin oğlu Hüseyin Ağa da, Dudu’ya vurgundur; ancak Şeyh Hamit Ağa Dudu’yu Ömer’e nişanlamıştır. Hüseyin Ağa, Kerevin’de bulunan akrabaları aracılığı ile Dudu’yu sürekli Ömer’den soğutmaya çalışmaktadır. 1923 yılında Ömer’in küçüğü Arif ’in bir kız ile gönül meselesi olur. Kızın emmisi oğlu olan, Miniğin oğlu İbrahim, Arif’e ateş eder. Arif bacaktan bir sıyrık yarası alır; kaçar ve evine gider. Durumu öğrenen Ömer mavzerini alır ve Miniğin oğlu İbrahim’e beş el ateş eder. İbrahim ağır yaralanır ama ölmez. Durum mahkemeye ulaşır. Bu yaralama sonucu İbrahim’in ölmemesi çok şaşırtıcı bulunur. Gövdeye denk gelen beş kurşuna karşın ölüm olmaması çevre halkı tarafından “Allah Ömer’in katil olmasını istemedi” biçiminde yorumlanır.“Ömer Efsanesi” yeni bir boyut kazanmaya başlar. Bu arada Ömer’in emmisi oğlu Ahmet köy muhtarı seçilmiştir. Ailenin saygınlığı ve sosyal ilişkilerdeki becerisi ile Gürün’de ileri gelenlerle iyi ilişkiler kurar. Bu nedenle, aranmakta olan Ömer’i jandarma güçleri görmezden gelirler. Ömer’in insanüstü gücü, fiziği, iriliği gün geçtikçe dilden dile yayılır.

1924 yılında askerlikle ilgili çıkan aftan yararlanmak için Gürün Askerlik Şubesine gittiği sırada, Miniğin oğlu İbrahim’i yaralama suçundan hapse atılırsa da, zamanın Belediye Başkanı Şakir Uma ve Gürün’ün ileri gelenlerinin yardımları ile ve kefaletle serbest kalır. Dudu’nun, Hüseyin Ağa ile kaçtığını öğrenir. Hapisten çıktıktan bir süre sonra yedi yıl hapis cezasına çarptırılır. Ancak teslim olmaz. Ömer hayıfını(öç) almak için, Nurhak dağları eteğinde, Kısık yolu diye anılan ve Keklikpınarı adındaki yerde jandarma sevkıyatını basar, katır sırtında giden ve askere alınmış olan Hüseyin Ağa’ya mavzerle ateş eder. Ağa katırdan yaralanarak düşer. Askerler Ömer’e ateş açarlar. At vurulur; Ömer kaçar. Hüseyin Ağa ölmez. Askeri birliğe saldırmak suçundan devlet Ömer’e vur emri çıkartır. Ağanın ölmemesi ve Ömer’in kurşun yağmuru arasından canlı, üstelik burnu ile kanamadan çıkması, halk arasında oluşan “Ömer Efsanesinin” inanılırlığını arttırır. “Ömer’i Allah korumaktadır”. Bu inanç her tarafa dilden dile yayılır.

Ömer, günlerinin bir bölümünü kendi köyünde geçirirken birçok zamanını da Göğdeli Dağında ve Börklü (Kandıralık) adındaki komşu köyde geçirmektedir. Ömer’in köyde olduğu birçok zamanı jandarma aslında çok iyi bilmekte ancak görmezden gelmektedir. Bu görmezden gelmenin nedeni, Nahiye Müdürünün, Ömer’in amcası oğlu Hüseyin Efendinin evinde oturması ve Mıstık kişilerin yüksek maddi gücüdür.

Amcazade Hüseyin Efendinin gerek arazi paylaşımı gerekse de Ömer’in yükselen efsanesi nedeniyle Mıstık kişilerle arası bozulduktan sonra, Nahiye Müdürü ve jandarma komutanına yaptığı baskılar, çevrenin Nahiye Müdürüne taşıdığı birtakım çirkin dedikodular Ömer’in vur emrinin önünü açar. Nahiye müdürünün Zarif adında bir kızı bulunmaktadır. Kız Reşat Kömürlü adında bir tahrirat kâtibi ile evlidir. Köylüler Zarif’in Ömer’e tutkun olduğuna inanmaktadır.

1931 yılının Ekim ayının başlarıdır. Ömer köye döndüğü bir gün Zarif’in yoncalığın yanından bir kucak ot biçtiğini ve hayvanına götürdüğünü görür. Zarif’i yakalar ve bir tokat atar. Öfkesinin boşalması ne yazık ki yanlış bir kişinin üzerine olmaktadır. Zarif babasına gider. Durumu anlatır. Nahiye Müdürü Ömer’in amcaoğlu Acer Ali’yi çağırarak Ömer’i vurmaları için yardım etmesini ister. Acer Ali kabul eder. Ömer vurulursa arazi uyuşmazlığında karşılarına dikilecek kimse kalmayacaktır. Nahiye Müdürü jandarmayı çağırarak infaz için emir verir.

Acer Ali’nin evi yoncalığa 20–30 metre uzaklıktadır. Gece yarısı jandarmalar tarafından nereye siper alınacağı incelenir. Acer Ali en uygun yerin ahır olduğunu söyler. Ahırın penceresi doğrudan yoncalığı en yakından gören yerdir. Jandarmalar ne yapacaklarına karar verdikten sonra gider.

Ömer, sabah erkenden biçiciler gelmeden önce, yoncalığa iner ve her zamanki gibi sabah namazına durur. Jandarmalar üç kişidir. Verilen emre karşın Maraşlı Ali ve Yozgatlı Süleyman Ömer’i vurmak istememektedirler. Bir adam vurmak; kuş vurmaya benzemez ki; bir ömür insan yükünü taşımak zordur. Üstelik Mustafa Kemal Paşanın dediği gibi “Dünya’ya bedel Türk” olsa olsa Ömer’dir. Olağanüstü güçlüdür. Yenilmez bir bileği vardır. Yiğittir, gözü pektir, dürüsttür; kimsenin malında namusunda gözü yoktur. Eli açıktır. Üstelik Ömer’in ölümüne neden olacak olan namus için adam vurma işini, onlar da aynı durumda olsalar yapmak zorundadırlar. Töre zaten bunu emretmektedir. Gel gör ki Kayserili Hakkı Çavuş acımasızdır. Verilen emri ne olursa olsun yerine getirecektir. Mavzerler kontrol edilir. Mermiler namluya sürülür. Ömer namazdan kalkar. Gün ışımıştır. Ömer’in hafif sakallı yüzü, pos bıyığı ayrı bir heybetle Acer Ali’nin ahırındaki jandarmalara doğru döner. Maraş’lı Ali tetiğe dokunur. Amacı Ömer’in kaçmasını sağlamaktadır. Kurşun sabahın sessizliğini delerek Ömer’in birkaç metre üzerinden vızıldayarak geçer. Ömer sesin yönüne doğru bakarken, Yozgatlı Süleyman’ın mermisi vızıldar bu kez. Ömer bir türlü kendini yere atmayı düşünemez. Yeniden ahır gönüne doğru döner. Kayseri’li Hakkı Çavuş bacaya dayamış, göz, gez, arpacık yapmış ve Ömer’in kafasına nişan almıştır. Tetiği keser. Mermi Ömer’in altın dişini kopararak beynini patlatır. Jandarmalar ahırdan çıkarak, giderler. Yeter, beyni patlamış Ömer’i dizine yatırır. Ağıt yakmaya başlar. Bir gün boyunca Ömer’i dizinde tutar. Ağlar ve ağıdını, Ömer’in yüzyıllarca yankılanacak ağıdını söyler. Bu ağıt hiç bitmez; efsane Ömer, her cenazede yeniden anılmakta, her sevilenin arkasından yakılan ağıtlarda yeniden, yeniden toprağa düşmektedir. O herkesin içinde sevdiğinden bir parçadır. Onun ölümü, Türk halkının gönlünde sonsuzluğa taşınmakta olan, az sayıdaki halk kahramandan birisini daha yaratmıştır artık...





ÖMER’İN AĞIDI’NIN SÖZLERİ...

Yoncalığın cılga14 yolu.           Ergen babam oğlu ergen.
Gide gide kavuşuyor.              Yoncalığa olmuş sergen.
Ömer’i vuran jandarma,           Bunun hiç kimsesi yok mu?
İlvanınan15 savuşuyor.           Üstüne örtmemiş yorgan.

Pacadan16 kurşun sıkıldı.         Pelerin aldım başıma.
Düşman içeri tıkıldı.                Canımı aldım dişime.
Varın Bakın Emmileri,              Kimselere görünmezdim.
Ömer dağ gibi yıkıldı.              Jandarma geldi karşıma.

Sabahınan bir kuş öter;          Kardeşinin adı Arif.
O da dağların çiveni17,           Aslını edemem tarif.
Aslı Bozok’ludur amma,           Aslanımı seviyormuş,
Kendi Ayvalı yiğeni.               Şu Müdür’ün kızı Zarif.

Yüce dağın kırcısıyım18.          Sabahınan sabahınan,
Boz koyunun bercisiyim19.       Kahve gelir tabağınan.
Gazeteye ilan verin.               Yeter bacın kurban Gardaş,
Ben Ömer’in bacısıyım.            Kucağında bebeğinen.
 
İndim geldim çal’a20, çal’dan.   Gövdeli’nin boz dumanı.
Arif küçük bilmez halden.         Hükümet bilmez amanı.
Ömer edem vurulunca,            Ben Gardaş’ı yolcu eyledim.
Bülbül figan etti daldan.          Ot biçim orak zamanı.

Yoncalığın kıvrık yolu.              Bir kuş gelir; öte öte.
Odasına iner vali.                    Gardaş biner; yeğin22, ata.
Ankara’ya tel veriyor.              Kerevin’de deli Dudu.
Emmioğlu kaynım Veli.              O da duysa çalar hota23.

Koyun gelir; dura dura.             Gürün’e gittim de yayan,
Ayağını vura vura.                   Dayan ey dizlerim dayan.
Şimdi Ömer Edem21 gelir;          Ananı jandarma dövdü.
Bıyığını bura bura                     Uyan deli Gardaş uyan.

Bacısının adı, Eşe.                    Tarlalarda biter yemiş.
Yamçıyı24 saklamış taşa.           Kamasının ucu gümüş.
Gavurumuş Kayseri’li!                Ankara’da Kemal Paşa,
Nişan almış altın dişe.               Ömer’i vurun mu demiş?

Yoncalığın boz dumanı.              Jandarmalar öğünüyor.
Hükümet bilmez amanı.              Bibilerin dövünüyor.
Gardaş göçünü yükletmiş,          Ses versene deli Gardaş;
Ot biçimi yaz zamanı.                Düşmanların seviniyor.

(H)avluya doldurdum kazı.          Kıratına vurdum eyer.
Samsun’a yolladım yoz’u25.         Soyka26, keklik gibi kayar.
Kınamayın anam bacım,             Celkenyurt’da27 üç yüz hane.
Dil bilmiyor Kürdün Kızı.              Var mı gardaşıma uyar?

Arif geldi; Ömer kayıp.              Yapıya bakın yapıya,
Göğdeli’de gezer seyip.             Müfreze doldu kapıya.
Niye kötüye vuruldun?              Yorulmuşta dinleniyor,
Yedi kor fişekten28 ayıp.           Esvabı verin Satı’ya.

Adım batsın; adım Yeter.           Aferin Gardaş aferin,
Dilim bülbül olmuş öter.             Eyledin bizleri çırak29.
Kör olup ta görmeyeydim.          Düşman karşıdan sıkıyor;
Ölüm olmaz, bundan beter.        Elindeki bel’i bırak.

Babam oğlu babayiğit,              Bibisinin30 adı Döndü.
Verdiler almadın öğüt.               Duyan eller buna yandı.
Gazeteye ilan edin;                  Ben Ömer’e öldü demem;
Bakın var mı böyle yiğit?            Yoz ile Halep’e indi.

Koyunu sürdüm beriye.             Koyun gelir; kuzuyunan.
Gardaş biner al, doruya.           Ayağının tozuyunan.
Ne var azcık sezdireydin;          Eşe bacın kurban Gardaş,
Sıkmış geriden geriye.              Kucağında kızıyınan.

Hendeğini doldurmamış.            Emmisinin oğlu Ali.
Düşmanını öldürmemiş.             Odasının yanı halı.
Yiğit idi, yiğit Gardaş.              Şu Ömer’i vurun demiş;
Gül benzini soldurmamış.           Sivas’ta oturan vali.

Kerevin’den31 haber geldi.         Yoncalığa set çekili.
Gardaş göstertmem yüzünü.      Kaymakam bunun vekili.
Varın söylen Şeyh Hamid’e;       Yanmayım mı babam oğlu?
Valiye versin kızını.                  Devre32 çalardı kekili33.

Yatakta koyun asılı.
Esvap34 bohçada basılı.
Şimdi Ömer edem gelir,
Dürbün boynunda asılı.


1. Oğuz Nazım Karakaya ve Selim Çam bu gösteri gerçekleştiğinde 10-12 yaşlarındadırlar ve tanıklık yapmaktadırlar.
2. Hezan: Düz damları kapatabilmek için, genellikle Ardıç Ağacından olan ve damın yükünü çekmek üzere uzunlamasına konulan uzun ve kalın ağaç. Dağdan kestiler hezenim/ Bozuldu eski düzenim/ Ben bir usanmaz ozanım/ Derdim vardır inilerim-Yunus Emre . Bu durum hala Yazyurdun’da ve çevre köylerde Tanrı’nın mucizesi olarak anlatılmaktadır.
3. Nodul: Kağnıya koşulu ya da serbest durumdaki öküzleri yönlendirmek amacıyla kullanılan, yaklaşık bir metre uzunluğunda olan bir sopanın ucuna, çivi çakılarak yapılan gereç.
4. Mazı : Kağnının tekerleklerinin karşılıklı sabitlendiği ve kağnının yürümesine izin verecek biçimde yuvarlatılmış ağaç parçası.
5. Mil : Yoğun ve çok yapışkan çamur.
6. Oğuz Nazım Karakaya canlı tanıktır.
7. Kamuran Gürün- Ermeni Dosyası, Ankara 1985 ve Yusuf Hikmet Bayur – Ermeni Meselesi 1-2, Ankara 1973.
8. Ergün Aybars : Türkiye Cumhuriyet Tarihi 1, Ankara 1994.
9. Beyaz toz: D. D. T.
10. Kazım Karabekir – Prof Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991
11. Güründeki Ermeni olaylarının iki tanığı 1) Zehra Özdemir:Güründe doğup büyüdü. 1989 yılında 98 yaşında vefat etti. (T.Ö) 2) Ayşe Uzun(1865-1950) : Güründe doğup büyüdü, Ermenilerle ilişki sonucu Ermenice’yi öğrendi. Güründeki Kürkçüoğlu konağında(Ermeni evi) geceleri barut yapıldığını anlatır. Türk arkadaşları ile konuşurken yarı şaka, yarı ciddi : “Keti Tirkler, iç gininiz kaldi( Kötü Türkler üç gününüz kaldı) " biçiminde ortamı yansıtmakta idiler. ( Z. B )
12. Yarpuz: Afşin’ in eski adı.
13. Ahır penceresi : Güründe Paca( baca ) olarak isimlendirilir. Nitekim ağıt’ ın bir dörtlüğünde anılmaktadır.
14. Cılga: Dar, ince.
15. İlvan: Böbürlenme, övünme.
16. Paca: Ahır, ağıl penceresi.
17. Çiven: Gürün Sözcüğü; haberci.
18. Kırcı: Kar, tipi.
19. Berci: Gürün sözcüğü; Koyunu çeviren, belli bir yere toplayan.
20. Çal: Genellikle kişi ya da köylere ait olan, yüksek otlak alan, Dağların hayvan otlatılabilen çok yüksek olmayan yerleri.
21. Ede: Gürün sözcüğü; Ağabey, evin büyük erkeği.
22. Yeğin: 1-) Zorlu, katı, şiddetli. 2-) Baskın, üstün.
23. Hota: Sevinç, mutluluk .
24. Yamçı: Çoban keçesi.
25. Yoz: Satışa hazırlanmış koyun sürüsü.
26. Soyka: Uğursuz, gereksiz, beklenmedik durumu ifade eden sözcük.
27. Celkenyurt: Ömer’in yaşadığı Köy’ün o zamanki adı. Sonradan Yazyurdu olarak değiştirilmiştir.
28. Yedi kor fişek: Yedi sıra fişeklik.
29. Çırak: Çırak çıkmak deyiminin kısaltılmış hali, var olanın elden kaçırılması.
30. Bibi: Hala.
31. Kerevin: Elbistan’ın eski adı.
32. Devre: 1)Gürün sözcüğü; yana doğru. 2)Dönem. 3)Elektrik devresi; çevrim.
33. Kekil: Saçın ön kısmı, kâkül, perçem.
34. Esvap: Giysi.




Kaynak:
Turgay Özdemir-Zeki Büyüktanır
Ömer'in Ağıdı Destanı
Eskişehir 2004.


türkü sitesi - turkuler.com