Asıl adı Hasan Yıldırım'dır. 1917'de Sivas'ın Şarkaşla ilçesinin saraç köyünde doğmuştur. Mustafa ve Elif'in oğludur. Sülalesi Yüzbaşıoğulları olarak bilinir. Sarıkayalı Âşık Hüseyin Gürsoy'la akrabadır. Henüz üç yaşındayken babası Mustafa, Birinci Dünya Savaşı'nda şehit olmuştur. Düşmanla mücadele eden halk, aynı zamanda sefaletle de mücadele ediyordu. Bu durum pek çok Anadolu ailesi gibi onun ailesini de derinden etkilemiş, böylelikle daha çocuk yaşlarında Hasan yokluk ve çile ile karşılaşmıştır. Gençlik yıllarına kadar çobanlık, azaplık ve rençperlikle uğraşmış, ilerleyen zaman içerisinde kış aylarında Adana ve Mersin'e gidip oralarda amelelikle geçimini sürdürmeye çalışmıştır. 1935 yılında köylüsü olan Yeter'i kaçırıp onunla evlenmiştir. Bu evlilikten dokuz çocuğu olmuştur (Gülhanım, Nurettin, Behiye, Gülnaz, Ülfettin, Servet, Erdal, İmdal,
Mihriban).
Okuma ve yazması olan Hasan'ın şiire ve saza yönelmesinde köylüsü Fato Ana'nın ve yukarıda ismini zikrettiğimiz Hüseyin Gürsoy'un büyük rolü olmuştur. Âşık Hüseyin'den kısa sürede şiir söylemeyi, saz çalmanın inceliklerini ve Alevi adap ve erkanını öğrenmiştir. İl şiirlerini de eşi yeter için söylemiştir. Belli bir merhale kaydedince Hüyük köyünden Ali İzzet Özkan ve Âşık Hasan Tutal (Devranî) ile birlikte belde belde dolaşmış, çok yerde zakirlik ve dedelik yaparak cem törenlerine iştirak etmiştir. Bunun yan ısıra çeşitli okullarda ve muhtelif vesilelerle düzenlenen toplantılarda sazını ve şiirlerini dinletme imkânı arayarak geçimini sağlama yoluna gitmiştir. 1986 yılında vefat etmiştir.
Şiirlerinde önceleri Yüzbaşıoğlu, daha sonra da Mihmanî mahlasını kullanmıştır. İlk mahlasını Âşık Veysel, ikincisini de Âşık Ali İzzet vermiştir. 1971 yılında bir taş plak doldurmuş, birkaç sefer de Konya Âşıklar Bayramı'na katılmıştır. Burada Âşık Şenlik ve Mevlânâ ödüllerini aldı. Hemen her
konuda deyişi olan Hasan'ın şiir tekniği kuvvetli ve saz saçmada oldukça mahir idi. Bundan dolayıdır ki, ailesinde örnek olarak gösterebileceğimiz tarzda hemen her yaşta âşık yetişmiştir.
|
ENGİNE
HA ENGİNE HA
Güzelim
yüksekten uçma
Engine
ha engine ha
Kıymetin
bilmeze düşme
Dengine
ha dengine ha
Humarcıyla yoldaş olma
Sarhoşun yanında kalma
Cahili karşına alma
Olguna ha olguna ha
Ben
avcıyım iz izlerim
Gizli
sırlarım gizlerim
Hasretinle
yol gözlerim
Son
güne ha son güne ha
Arda atma kelamını
Arz eylerim selâmını
Tak boynuma fermanımı
Sen yine ha sen yine ha
YÜZBAŞ’OĞLU
aşka düşme
Aşkın
badesini içme
Kerem
düştü sen yanaşma
Yangına
ha yangına ha
DEDİ
BANA
Hayalime
geldi ilham perisi
Doldurdu
badeyi iç dedi bana
Türklü
libas giymiş cennet hurisi
Benim
için serden geç dedi bana
Kolumu boynunu atmak istedim
Sütker dudağından öpmek istedim
Elma yanağından tutmak istedim
Hiç sabrın yok mudur piç dedi bana
Dedim
kıskanırım seyre çıkarsan
Benim
ile gezip ele bakarsan
Dedi
ben böyleyim kahrım çekersen
Sen
gönlüne göre seç dedi bana
Kırmızı gül olam dedim eline
İbrişim olayım dedim beline
Yüzbaş’oğlu kurban dedim yoluna
Öyleyse kolların aç dedi bana[1]
GERİDE
DUR
Bura
derler er meydanı
Sığamazsın
geride dur
Koymayız
ödülü lâdeni
Uyamazsın
geride dur
Kur’an indi bize Hak’tan
Onu ezberledik çoktan
Ettiğin o pazarlıktan
Cayamazsın geride dur
Biz
teslim olmuşuz merde
Yurt
sahibi Ata’m nerde
Koyun
güvenilmez kurda
Yayamazsın
geride du
YÜZBAŞ’OĞLU oldu bu iş
Senin hayal benimki düş
Dahi bu sözüme yanlış
Diyemezsin geride dur
|
|
VEYSEL
BABA’YI
Yolum
düştü Sivrialan köyüne
Ziyaret
etmiştim Veysel Baba’yı
Selâm
verip eğilmiştim eline
Yüzünden
öpmüştüm Veysel Baba’yı
Bir gece evinde misafir etti
Saz çalıp söyletti nabzımı tuttu
Bana Yüzbaş’oğlu mahlasın taktı
Ben üstat seçmiştim Veysel Baba’yı
Yolcu
etti beni Hüyük’e geldim
Aziyet’i
bostan sularken buldum
Popoç
soğan yedim tıstımbıl oldum
Sigaramda
tüttüm Veysel Baba’yı
Al’İzzet ekinden
gelmiş yorulmuş
Ağçulun üstüne yatmış serilmiş
Pilav yemiş ayran içmiş gerilmiş
Gölgesinde yattım Veysel Baba’yı
Devranî duymuş
ki oraya geldi
Sarıldı
boynuma gözleri doldu
Masa
kurduk turşu mezemiz oldu
Her
kadehte yuttum Veysel Baba’yı
Yedik içtik akşam nefsimiz doydu
Geç vakit olmuştu ışığmız aydı
Al’İzzet adımı Mihmanî koydu
Günle
doğup battım Veysel Baba’yı
Emlek
yöresinde ozanlar çoktur
Agâhî
Kemter’i Veli’si köktür
Hüseyin
Gürsoy’un emsali yoktur
O
kervana kattım Veysel Baba’yı
Adım Yüzbaş’oğlu,
Mihmanî kaldı
Ortaköylü Aziz şahidim
oldu
Mekânım Saraç’tır bir haber geldi
Adım
adım gittim Veysel Baba’yı
YÜZBAŞOĞLU
der ki yollara düştüm
Aziz
Üstün’ün de köyünden geçtim
Kaplan’dan
Topaç’tan sarac’a aştım
Herkese
anlattım Veysel Baba’yı
VURUYORUM
VURUYORUM
Gönül
telefonu yare
Vuruyorum
vuruyorum
Hatlar
bozuk cevap yoktur
Duruyorum
duruyorum
Bu
dünya misaldir handan
Can ayrılır birgün tenden
Yar özün ayırmış benden
Kuruyorum kuruyorum
Aşka
düşme sonu verem
Âşığım
maşukum görem
Kendi
Aslı ben de Kerem
Arıyorum
arıyorum
MİHMANÎ’yim ciğer yare
Tabip diyor yoktur çare
Haber verin nazlı yare
Varıyorum varıyorum
|