Sivas’ın önde gelen âşıklarındandır. 1902’de Şarkışla’nın Sarıkaya
köyünde doğmuştur. İsmail ve Bassey’in oğludur. Küçükken babasını
kaybetmiştir. Çocukluğunda Ali Efendi ve Abdullah Hoca’dan ders
almıştır. Şehriban hanımla evlenmiş bu evlilikten bir kızı olmuştur.
Gençliği savaşın ülkede bıraktığı yokluk ve sıkıntı dönemine
rastladığından binlerce aile gibi çileli geçmiştir. Rençperlik ve
kuzu çobanlığı yapmış, Çukurova’da bahçe bağ işlerinde çalışır. Bir
seferinde Çukurova’ya giderken o sırada Kayseri’de bulunan Atatürk’ü
görür, hatta zorla da olsa kürsüye çıkıp irticalen Atatürk’e bir
şiir okur. Atatürk bunun üzerine onu Ankara’ya getirtip, sular
idaresinde iş vermiştir. Hüseyin Ankara’da Ali İzzet, Veysel, Hacı
Fedaî ile birlikte Ankara’da konserler vermiş. Bu konserlerden
birinde dinleyicilerden Ayşe adındaki kız Hüseyin’e âşık olmuş,
ısrarla kendisini almasını istemiş. O da bu ısrarlara dayanamayıp
Ayşe’yi almış köyüne getirmiş. Ancak köyündekiler bunu hoş
karşılamamış, tekrar babası evine göndermesi için bir yıl boyunca
baskı yapmışlar. Baskılara dayanamayan Hüseyin Ayşe’yi trene
bindirmiş Ankara’ya göndermiş. Ancak bu ona çok dokunmuş, bu acıya
dayanamamış verem olmuş, bir zaman sonra da vefat etmiştir (22
Temmuz 1942).
Hüseyin badeli âşıktır. Bade içmesi şöyle olmuştur: “… Biraz
büyüyüp 15-16 yaşlarına geldiğinde komşu köyleri Alakilise’ye kuzu
çobanı verirler. Köy yakınında kırlarda kuzu güderken, bir sabahın
erken saatlerinde güneş henüz doğmak üzereyken yakınında bir güzel
kız, babasıyla kağnıya ekin yüklemektedir. Hüseyin kıza aniden
vurulur, âşık olur. Aradan aylar geçer, Hüseyin kızı istetir,
vermezler. Hüseyin buna çok üzülür. Kuzuyu da Alakilise’yi de
bırakır kendi köyü Sarıkaya’ya döner. Köyün yakınındaki Evlik denen
mağaraya girer, yatar uykuya dalar. Uykusunda yanına bir deve
kervanı gelir. Kervancılardan üç delikanlı ellerinde tasla şarap
içerler. Üçü de Hüseyin’e birer tas şarap verir. Hüseyin içer.
Akrabaları neden sonra Hüseyin’i ararlar bu mağarada bulurlar.
Hüseyin sersem gibidir, kimseyle konuşmaz. Sorarlar: ‘sana ne oldu?’
Hüseyin: ‘Ben dolu içtim.’ Der. Hüseyin’i eve götürürler. Hüseyin
yine uyur kalır. Kendisine dolu sunan üç kervancı yine yanına gelir
rüyasında. ‘Sen dolu içtiğini açıkladın, herkese yaydın.’ Derler ve
verdikleri doluyu geri alırlar. Gençlerden üçüncüsü dolunun tastaki
bulaşığını bırakır Hüseyin’e. Hüseyin zaman zaman ‘Bana bulaşığını
bıraktılar. Eğer içtiğim o dolular bende kalsaydı, ben bir derya
olurdum.’ dermiş.”
Hüseyin enstrüman olarak keman çalmıştır. Şiir tekniği ve irticali
kuvvetlidir. Dili oldukça sade ve yapmacıktan uzaktır. Onlarca şiiri
yazılmadığı için kaybolmuştur. Hatta çok şiiri de başka âşıklar
tarafından sahiplenilmiştir. Âşık Yüzbaşıoğlu’nun saz ustasıdır.
Alevî inancını dile getiren şiirlerinin yanı sıra aşk, tabiat ve
sosyal konularında da şiirleri vardır. Bazı şiirleri TRT
Repertuarında türkü olarak söylenmektedir.
Kaynakça : Fazıl Oyat, 20 Halk Şairi,
İstanbul, 1948, s. 40-46. / Ali İhsan Tuncalı, Emlek Alevi
Âşıkları, II. Baskı, Ankara, 2000, s. 128-156. / İbrahim
Aslanoğlu, “Mihmanî”, Sivas Folkloru, S. 1, Nisan 1979, s.
18. / Hüseyin Gürsoy, “Âşık Hüseyin Gürsoy Hayatı-Kişiliği ve
Eserleri”, I. Emlek Yöresi ve Çevresi Halk Ozanları Sempozyumu
Bildirileri, Ankara, 1999, s. 216-223.
Yrd. Doç. Dr. Doğan Kaya
|
Ne Haldeyim Ela Gözün Süzenler
Ne Haldeyim Ela Gözün Süzenler
N'olur Suna Boylum Gör Beni Beni
Eşinden Ayrılıp Yaslı Gezenler
Her Sabah Her Akşam Der Beni Beni
Yar Beni Beni, Uy Beni Beni, Vay Beni Beni
Konuşursan Sohbet Olam Dil Olam
Değmen Bana, Yana Yana Kül Olam
Sen Bir Bahçıvan Ol Ben De Gül Olam
Uzat Ağ Ellerin Der Beni Beni
Yar Beni Beni, Uy Beni Beni, Vay Beni Beni
İnsan Kısım Kısım, Yer Damar Damar
Kaşlar Lam Elif Yüz Şims-i Kamer
Güzelim Beline Olayım Kemer
Yakışır Sevdiğim, Sar Beni Beni
Yar Beni Beni, Uy Beni Beni, Vay Beni Beni
Gözüm Görmez Oldu Kanlı Yaşlardan
Hayal Meyal Yatamıyom Düşlerden
Sevdiğim, Üstüne Uçan Kuşlardan
Her Seher Vaktinde Sor Beni Beni
Yar Beni Beni, Uy Beni Beni, Vay Beni Beni
Der Hüseyin`im Üstadımı Bulayım
Değmen Bana, Yana Yana Öleyim
Sevdiğim Kapında Kölen Olayım
Müşterim Bulursan Ver Beni Beni
Yar Beni Beni, Uy Beni Beni, Vay Beni Beni
Başka
Nesini öğeyim size yaylanın
Ötüşür kuşları dilleri başka
Hem duası vardır orda Mevlâ’nın
Giyinmiş yeşili alları başka
Kevene karışık biter gülleri
Gayet sarp yerlere iner yolları
Yağmur yağar coşkun akar selleri
Hu çeker dereler selleri başka
Gayet sahralıdır yüksektir yeri
Temmuz sıcağında kalıyor karı
Ardıç koytağında* eğlenir arı
Durmaz dalak** yapar balları başka
Hüseyin yaylanın güzeldir huyu
Laleden uzundur sümbülün boyu
Ab-ı hayat gibi soğuktur suyu
İçeni mest eder gölleri başka
Kader Torbası
Kader torbasına elim uzattım
Tecelli kâğıdım karalı çıktı
Ömür defterine bir ol göz attım
Dertlerim içinden sıralı çıktı
Aman dağlar oy canım dağlar oy
Neden benim iki gözüm durmaz ağlar oy
Uğradığım pınar baştan kuruyor
Kader lamba yakmış beni arıyor
Kime iylik etsem bir taş vuruyor
Dostum düşman oldu ileri çıktı
Bağlantı
Kader beni kaptan kaba aktardı
Koysa idi bu dert bana yeterdi
Evvel yaylamızda bülb ül öterdi
Şimdi başkuş kondu haralı çıktı
Bağlantı
Hüseyin’im kader böyle ne yapsın
Böyle gelmiş gider böyle ne yapsın
Hasta can veriyor tabip ne yapsın
Ciğer parça parça yaralı çıktı
Bağlantı
Yetiş
Adı güzel şevketli yâr hastayım
Ecel memurları gelmeden yetiş
Can veriyom ölüm döşeğindeyim
Azrail canımı almadan yetiş
Has(i)ret gözlerim yola bakmadan
Kefenim biçilip suyum akmadan
Ecel döşeğinde canım çıkmadan
Ömrümün çiçeği solmadan yetiş
Helâl et hakkını gel yanım’otur
Çenem bağlamaya bir yağlık* getir
Salacamdan sen tut mezara götür
Canlar cenazemi kılmadan yetiş
Komşularım yok ki kabrimi kaza
Yavrularım yok ki tabutum düze
Karanlık kabire on arşın beze
Sarmadan koymadan ölmeden yetiş
Âşıkların cenaze namazını
Güzel kılar güzel yumar gözünü
Ayrılık türküsün ölüm sazını
Günahkâr Hüseyin çalmadan yetiş |
|
Öldü
Baştan başa hükmederdi bir zaman
Davut oğlu Sultan Süleyman d’öldü
Omuz verip Kaf Dağı’nı kaldıran
Haz(i)ret-i Hamza pehlivan d’öldü
Firavn köşküne atlı giderdi
Doğudan Batı’ya hüküm ederdi
Bin deveyi bir akçaya güderdi
Veysel Karan gibi çoban da öldü
Kalsa dünya Muhammed’e kalırdı
Can satın alınsa Nemrut alırdı
Çıkmayan canlara derman olurdu
Hekimler hekimi Lokman da öldü
Hani n’oldu “Dünya benem” diyenler
Geldi geçti milyon altın sayanlar
Görünmüyor adam eti yiyenler
Koca devler ile Şahmeran d’öldü
Felek bir değirmen kurmuş öğütür
Şahları aldatır bizi aldatır
Güzellerin efendisi beyidir
Mısırlı Yusuf-ı Kenan da öldü
Türk ulusuna Latin harfi okutan
Düşmanları uzaklardan bakıtan
Saltanat köşkünü yıkıp dağıtan
Atatürk gibi kahraman da öldü
Şu görünen dünya canlarda birgün
Hep ölüp giderler onlar da birgün
Ya bu gün ya yarın günlerden birgün
Derler ki Hüseyin Görsoy da öldü
Yürüdü
Ben de şu âlemi seyran ederken
Baktım ki bir güzel çıktı yürüdü
Gönül defterini devran ederken
Sineme hançeri çaktı yürüdü
Kendi pek güzeldir yoktur menendi
Dedim feriştah mı gökten mi indi
Bir bakışta sinem odlara yandı
Ab-ı zülal gibi aktı yürüdü
Al yeşil giyinmiş kınalar yakmış
Ağ gerdana sarı liralar takmış
Sanırsın bu güzel Cennet’ten çıkmış
Gül ü reyhan gibi kuktu yürüdü
Hüseyin’im mail oldum bir cana
Dili baldır dişi benzer mercana
Tükettim ömrümü ben yana yana
Dünyayı başıma yıktı yürüdü
Yalan Söyler
Şu dünyaya geldim diyen
“Geldim” diyen yalan söyler
Baştan başa güldüm diyen
“Güldüm” diyen yalan söyler
Âşıklardan alır sözü
Ciğerimi yakar közü
Gökyüzündeki yıldızı
“Saydım” diyen yalan söyler
Hazayı gönül hazayı
Herkes de ister tazeyi
Ölmedik bir cenazeyi
“Yudum” diyen yalan söyler
Kalbi fesat umur olan
Cesedinde ağır olan
Anasından sağır olan
“Duydum” diyen yalan söyler
Aradım buldum ortayı
Yükü her yana bir tayı
Pişmedik çiy yumurtayı
“Soydum” diyen yalan söyler
Hüseyin’im boynun eğen
Ah edip bağrın döven
Allah gibi güzel seven
“Doydum” diyen yalan söyler
Geldi
Hak Muhammed Ali zuhur edende
On sekiz bin âlem nuruna geldi
Melekler Âdem’e secde edende
Secde kör şeytanın zoruna geldi
Evveli Muhammed ahiri Ali
Hasan ile Hüseyn bir dalın gülü
Adem Ata halk olmadan evveli
Fadime firdevsin şarına geldi
Hüseyin’im der ki bu böyle oldu
Müminin davası Mehdi’ye kaldı
Onlar şehit oldu murada erdi
Münkir cehennem’in nârına geldi |