Sıdkı Baba'nın soyu Oğuz Türkleri'nin Bozok
koluna bağlı Dedekargın örelerine da aşiretinden gelir. Dedekargın
aşireti Anadolu'nun çeşitli yörelerine dağılırken bir grup da
Malatya'da Tohma çayı kenarında Çerme adında bir köye yerleşmişler,
uzun yıllar bu köyde yaşayarak arazi ve mülk sahibi olmuşlardır.
Bunların arasında Hacı Ahmetler diye tanınan bir aile vardır. Sıdkı
Baba'nın dedesi bu Hacı Ahmetlerdendir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme dönemlerinde Anadolu'da devlet
otoritesi sarsılmış, devlet güvencesi ve can güvenliği kalmamıştır.
Aşiretler arasında kıran kırana, gücü gücü yetene bir savaş ve
rekabet hüküm sürer. Baş vurulacak makam yoktur. Yörede çoğunlukta
olan Kürt aşiretleri üstünlük sağlayarak zaman bu zaman derler,
zulüm, işkence ve baskılarını artırırlar ve bu köy halkını topluca
göç etmek zorunda bırakırlar. Köy halkı canını kurtarmak için
arazisini ve evini terk edip guruplar halinde göç ederek Silifke
yöresine yerleşirler. İlk kafilede Hacı Ahmetler de vardır. Fakat
Hacı Ahmetler bu durumu hazmedemeyerek geri gidip arazilerine sahip
çıkmayı, kendi evlerinde oturmayı kararlaştırıp köylerine dönmek
üzere yola koyulurlar. Tarsus'un Yenice köyü yanına geldiklerinde
yeni bir kafile ile karşılaşırlar. Niyetlerinin geri gitmek olduğunu
söyleyince, yeni kafile: Sakın gitmeyin, azgınlığı daha da
artırdılar, yakıp yıkma, talan işkence eskisini de geçti. derler.
Hacı Ahmetlerin cesaretleri iyice kırılır. Fakat tam bu sırada bir
kolera salgınına yakalanırlar. Ailenin bütün erkekleri ölür. Bu göç
yolculuğunu at sırtında, heybe gözünde, kundağa sarılı olarak yapan
Mehmet adında bir küçük çocuk vardır. Erkek olarak yalnız bu bebek
Mehmet koleradan kurtulmuştur. Bu yüzden kadınların ölümünden
kurtulanları Mehmet'le Yenice'de yerleşmek, zorunda kalmışlardır.
Zamanla Mehmet büyür, on sekiz yaşında bir delikanlı olarak ailenin
tek erkeği ve umudu olur.
İşte bu sırada Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlı
devletine baş kaldırmış, Kütahya'ya kadar gelen orduları yenilgiye
uğrayınca, Mısır'a geri dönerken, yol boyu orduya elverişli gençleri
toplayarak zorla Mısır'a götürmüşlerdir. Bunların arasında Mehmet de
vardır.
Mehmet Mısır'a vardıktan bir müddet sonra bir arkadaşıyla kaçmayı
başararak köyüne döner ve Eşeli adında bir kızla evlenir. Bu
evlilikten Ahmet ve Zeynel Abidin adında iki oğlu olur. İki kardeş
köy medresesinde okuyup yazmayı öğrenirler. Zeynel Abidin saz
çalmayı da öğrenir ve (Pervane) mahlasıyla deyişler söylemeye
başlar. Altı yaşında deyiş söylediği rivayet edilmiştir. Mehmet'in
erken ölümü ile çocuklar yetim kalırlar.
Zeynel Abidin'in adı artık Pervane'dir. Pervane on iki yaşına
geldiğinde ününü duyduğu Hacıbektaş Dergahına gitmeyi arzular,
annesinden izin ister. Annesi çocukluğunu bahane ederek izin vermez,
biraz daha büyü de sonra gidersin der. Fakat Pervane aklına koyduğu
için bir gün habersizce kaçar, farkına varan annesi arkasından atlı
göndererek yoldan geri çevirtir. Pervane bir müddet sonra tekrar
kaçar ve bu sefer planını uygulamayı ve Hacıbektaş'a ulaşmayı
başarır.
Pervane 1293 yılında dergaha gittiğini ve o zaman on iki yaşında
olduğunu deyişlerinde tekrarlamaktadır. Buna göre doğum yılı 1281
miladi 1865'tir.
Dergaha Varış
Pervane, köyünden kaçmayı başarıp yola koyulduğunda maceralı bir
yolculuk geçirir. Yolu bilmediğinden sorarak tek başına ve yürüyerek
yola devam eder. Akşam bir hana vardığında arkasından hana bir atlı
gelir. Bu zat Pervane ile ilgilenir ve Hacı Bektaş'a gideceğini
öğrenince "Ben de o tarafa gideceğim, beraber gideriz" der. Fakat
Pervane kuşkulanmaktadır. Annesi tarafından gönderildiğini sabah
olunca kendisini geri götüreceğini düşünerek huzuru ve uykusu kaçar.
Fakat sabahleyin beraber yola düştüklerinde geldiği yöne
gitmediklerini görünce içi rahatlar, birlikte yola devam ederler.
Bir vadiye düşerler ki, mevsim ilkbahar, kar suları dolayısıyla
dereler coşkun akmakta. Vadi boyunca coşkun sularla yol pek çok
kereler kesişmekte. Çocuk Pervane'nin o suları geçmesi mümkün değil.
Atlı : "Oğlum bu suları nasıl geçeceksin, gel terkime bin diyerek"
çocuğu atın arkasına alıp vadiyi geçtikten sonra düzlüğe erince "Ben
Konya'ya gidiyorum, şu yol doğru dergaha gider, bir tarafa sapmadan
doğru gidersen dergaha ulaşırsın" der ve yolları ayrılır.
Pervane bunu kendisine yardıma gelen ulu bir zat ve mutlu bir olay
olarak kabul etmektedir.
Dergaha vardığında durumu Şeyh ve postnişin olan Feyzullah Efendiye
bildirirler. Şeyh "üç gün istirahat etsin de sonra görüşürüz" der.
Pervane bu üç günü sabırsızlıkla bekler ve şeyhin huzuruna
çıkardıklarında, bir ay hizmet edip geri gitmek arzusunda olduğunu
söyleyince Şeyh "Oğlum bir ayda ne öğreneceksin, sende istidat ve
kabiliyet görüyorum, burada kal, seni Çelebi efendilerle okutayım,
alim olursun aşık sadık olursun" dediğinde Pervane kalmayı kabul
etmiş ve Şeyhi huzurunda :
Hublar ser çeşmesi nur-i Feyzullah
Arz'ettim cemalin seyrana geldim
dizeleriyle başlayan koşmayı söylemiştir.
Şeyh : "Aferin oğlum, çok beğendim, bu yaşta bu sözler bir aşık
eseridir. Saz da çalarmısın?" diye sorduğunda "Evet efendim, sözüme
göre sazım da var" diye cevap vermiş ve eline bir' saz verdiklerinde
o anda irticalen ve saz ile :
Aşık oldum bir keremler kanına
Gönül arz ettiği cana kavuştu.
dizeleriyle başlayan, ikinci deyişini söylemiştir.
O zaman dergahta değerli hocaları olan bir medrese vardır, Feyzullah
Efendi Yozgatlı meşhur Ali Nihani Hoca'yı da İstanbul'dan getirterek
medreseyi takviye etmiştir. Çocuklar Cemaleddin ve Veliyeddin
Çelebiler bu medresede okumaktadırlar. Pervane de bu medresede
okumaya başlamıştır.
Pervane dergaha geliş yılını çeşitli deyişlerinde şu dörtlüklerle
belirtmiştir :
Bin iki yüz doksan üç oldu yıllar
Aktı gözlerimden kan oldu seller
Erişti nevbahar açıldı güller
Can bülbülü gülistana kavuştum
Sene bin iki yüz doksan' üçünde
İçirdiler aşk badesin düşümde
Bir güzelin sevdası var başımda
Ya Rabbena şükür elhamdülillah.
Pervane iki yıl geçtik ten sonra anne hasreti duyarak şeyhinden üç
ay izin almış ve Yenice'ye gitmiş, izninin bitiminde tekrar dergaha
döndüğünde Şeyh Feyzullah Efendinin öldüğünü öğrenmiştir.
Dergah postuna oturan büyük oğlu Cemaleddin Efendi yeni şeyhi ve
medrese arkadaşıdır. Medrese hocalarıyla devamlı ilişki içinde adeta
zamana bağlı olmaksızın öğrenimlerine devam ederler. Diğer taraftan
da tarikat işleriyle uğraşarak sık sık birlikte yurt gezileri
yaparlar. Medrese tahsili ve tarikat hizmetleri iç içe olarak
Cemaleddin Efendi ile beraberliklerini 1310 yılına kadar
sürdürürler.
Pervane, Şeyh Feyzullah Efendiye gösterdiği bağlılığı, daha
fazlasıyla oğlu Şeyh Cemaleddin Efendiye de göstermiştir. Kendisine
verilen görevleri yapmaktaki çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile dikkati
çeken ve sevilen Pervaneye. gösterdiği bu bağlılık ve sadakatinden
dolayı Şeyh Cemaleddin Efendi bir gün "Senin adın bundun sonra Sıdkî
olsun demiş ve Pervane bu adı çok beğenerek benimsemiş, bundan sonra
adı da, mahlası da Sıdkî olmuştur. Bundan sonraki deyişlerinde Sıdkî
mahlasını kullanarak bu olayı büyük bir sevinç ve şükran
duygularıyla şu şekilde ifade etmiştir :
Cemaleddin hünkar dil-i şadıma
İrşad ile Sıdkî dedi adıma
Hasılı yetirdin her muradıma
Ya Rabbena şükür elhamdülillah
---------
On dört yıl dolandım Pervanelikte
SIDKÎ ismim buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların ceminde dar'a düş oldum.
---------
Er ceminde agah oldum bu sırra
Yüküm cevahirdir çözmem her yere
On dört sene hizmet ettim bir pire
Bu Sıdkî mahlasın kazandım yeter.
---------
Cemaleddin Efendi bütün gezilerini Sıdkî ile beraber yapmış.
Sıdkî'nin eline kendisinin halifesi ve vekili olduğuna dair bir
berat (belge) vererek ayrıca tarikat gezilerine göndermiştir.
Sıdkî, şeyhi adına ve onun vekili sıfatıyla tarikat hizmetlerini
yürütmek amacıyla bütün Anadolu'yu dolaşmış ve böylece tarikatın
ikinci adam durumuna. gelmiştir.
Bu gezilerinden birinde Merzifon'un Harız köyü nü beğenerek oraya
yerleşmek istemiş, Cemaleddin Efendi de sadık bir adamının dergahtan
uzak bir yerde, dergahı temsilen tarikat hizmetlerini yürütmesini
uygun görerek. kendisinden ayrılıp oraya yerleşmesine izin
vermiştir.
1309 (1893) yılında, Çorum'un Alaca İlçesi İmad Hüyüğü köyünden
Mehmet Dede evladından Ali Ağa'nın kızı ve Aziz Ağa'nın kız kardeşi
olan Hatice, hizmet görmesi için dergaha bırakılmış bulunmaktadır.
Cemaleddin Efendi Sıdkî'nin bu kızla evlenmesini münasip görmüş ve
teklifi kabul edilerek evlenme töreni yapılmıştır.
Sıdkî bu evlenme tarihini bir defterinin boş bir yaprağına kendi el
yazısıyla şu şekilde yazmıştır : "Temmuz sene 1309 tarihli Pazartesi
velime-i acizaneme mübaşeret olunup, Cuma gecesi 31 Temmuz biemr-i
ilahi visale mülakat olunmuştur. Sıdki."
Harız Köyüne Yerleşme
Sıdki (Pervane) daha bir yılını doldurmayan, taze gelini alarak 1310
(1894) yılında gider Harız köyüne yerleşir. Köylü bu olaydan çok
memnundur. Önce muvakkat bir ev tahsis etmişler, kısa zamanda civar
köylerin de yardımıyla, köyün kenarında geniş bahçeli iki katlı bir
ev yaparak kendisine bağışlamışlardır.
Sıdki ömrünün kalan 34 yılını bu evde tamamlamıştır. Bu köye
gelişini bir koşmasının son dörtlüğünde şöyle söylemiştir :
Aşık oldum kaşlarının yayına
Serim verdim ben Ali'nin soyuna
Sene bin üç yüz on Harız köyüne
Geldi de bir aşık Pervane gitti.
Tarikattaki hizmetleri ve kazandığı ilmi derecesiyle Baba'lık sıfatı
alan ozanımız çeşitli yörelerde (Aşık Sıdkı, Sıdkı Efendi, Sıdkı
Baba,, Cemal Efendimin aşığı Sıdkı Baba) adlarıyla tanınmaktadır.
Bazı yörelerde (Tarsus'lu Sıdkı, Adana'lı Sıdkı) diye de tanınmakta
ise de, Harız köyüne isteyerek yerleşmesi, ilk defa başını soktuğu
evi olması, çocuklarının orada doğması, nüfus kaydının orada olması
dolayısıyla kendisini Merzifon'lu saymıştır. Çeşitli vesilelerle
Merzifon'lu, Harız'lı olduğunu tekrarlamıştır. Yakın çevremizde (Harız'lı
Sıdkı Baba) denildiğine bizzat şahidim.
Harız köyüne yerleşmek Sıdkı Baba'nın hayatında ikinci dönüm noktası
olmuştur. Önceleri Şeyhi'nin talimatıyla hareket ederken, artık
bağımsız hareket etmeye ve kararlarını kendisi vermeye başlamıştır.
Bu köyde yaşadığı müddetçe geniş bir çevrenin tarikat sorumluluğunu
taşımış, muhibbanın dergaha olan adak ve bağışlarını ve dergah
giderlerini karşılamak üzere devletçe tahsis edilen köylerin aşarını
toplayarak yılda iki-üç defa dergaha götürmüştür. Tarikat
hizmetleriyle bütün Anadolu'yu adım adım gezmiş, Şam'a, Bağdat'a
gitmiş, Şam'da Emeviye camiini basarak camidekilere saldırmış, olay
çıkarmış, Sivas, Malatya, Tunceli, Erzurum, Erzincan, Kars
taraflarına bir çok defalar gitmiştir. Sivas'ta da olaylar çıkarmış,
iftiraya uğramış, hapse atılmıştır.
Karaman yakınında bir çayırlıkta atları çalınmış, sürerek Karaman'a
girmişler, atların yerini tespit etmişler, fakat atları çalan ahıra
kilitleyerek, "öyle at yok burada" deyip savmak istemiş. Mahkemeye
vermişler, mahkemeleri günlerce uzamış. Hacıbektaş dergahı
hizmetinde gezdiklerini öğrenince Kadı da hakaret etmiş ve davayı
sürüncemede bırakmış. Bunun üzerine Sıdkı Baba 45 beyitlik uzun bir
destan yazarak kadıya sunmuş. O gün rastlantı olarak Konya
Müddeiumumisi de mahkemede bulunuyormuş. Destanı savcı alarak sesli
okumaya başlamış,
Söylerim sözümü Pir Bektaş diye
Gerçi gelirse de yüz, bin taş diye
Niçin dahledersin kızılbaş diye
Seni ibn-i Süfyan necaset kadı
beytine sıra gelince, kadı müddeiumiumiye dönerek itiraz etmiş,
"Burası çok ağır olmuş, bunu çıkarsın" demiş, Konya savcısı da "yok
yok bunu çıkarınca destanın düzeni bozulur" diye latife etmiş ve
sonunda davayı kazanarak atları teslim almışlar.
Sıdki Baba yılın yarıdan çoğunu Harız köyü dışında ve gezmelerde
geçirmiş, gittiği her yerde halkın ihtiyaçlarıyla ilgilenmiş, halk
arasındaki anlaşmazlıklarda hakim gibi karar vererek, heybetli
görünüşü ile halk üzerinde etkili olmuş ve dediklerini yaptırmıştır.
Çeşme, medrese, cami, yol, köprü yapım ye tamirlerine, tekke ve
türbelerin tamirlerine çok gayret göstermiş, halkı köylerde imece
usulü ve zorla çalıştırmıştır. yaptırdığı bu işler için de tarih
belirleyen şiirler söylemiştir.
Yakınımızdaki Amasya'nın Kovay köyüne cami ve çeşme yaptırmış,
çalışmak istemeyenleri dövmüş ve bu olaya güzel bir destan yazmış.
Babam Ali Baki tamamı kaybolan bu destanın şu iki dizesinin aklında,
kaldığını söylemiştir :
Kim getirmez bu çeşmenin taşını
Taş yerine tığlayıp koy başını.
Merzifon'da 5-6 yüz yıldır harabe olmuş Piri Baba türbesini tamir
ettirmiş, yanındaki kabristanla birlikte geniş avlusunu duvar içine
aldırmış, yanına ayrıca bir misafirhane ve mutfak yaptırmıştır.
(Tekkelerin kapatılmasında misafirhane ve mutfak yıktırılmıştır.) O
günlerde köylüsü Bayram Kahya, Sıdki Baba'ya gelerek "Rüyamda Koçu
Baba'yı gördüm. "Piri Baba tamir oldu, çok memnun oldum, fakat ben
burada garip kaldım. Sıdki Efendiye selam söyle benim kabrimi de
yaptırsın", dedi" demiş. Sıdki Baba derhal Merzifon'a giderek
Belediye ustası Hakkı ile 12 altın liraya pazarlık ederek işi havale
etmiş. Amasya'nın Köyceğiz köyünde Emiroğlu Ahmet Ağa'ya giderek
durumu anlatmış ve bu parayı halktan toplayacağını söylemiş. Ahmet
Ağcı 12 altın lirayı kendisi vererek "Başka köylere giderek zahmet
çekme, bu hayır da bizim olsun" demiştir. Türbe tamir edilerek
anahtarı hizmetkarı Sadık Efendiye teslim edilmiştir.
Bir gün Merzifon yolu üzerinde Abazalar köyü den Çakmakçı Ağa yolda
karşılaştığı yabancıya kimliğini sormuş, Harız'lıyım, şehre
gidiyorum cevabı alınca, "Bu vakitsiz gidiş niye, kefen mefen mi
lazım oldu" diye tekrar sorduğunda, Harız'lının birisiyle bir sınır
davamız var, mahkemeye vereceğim" demesi üzerine, "Niye Sıdki Baba
köyde yok mu demiş, "Dün geldi, köyde" cevabını alınca Çakmaçı Ağa
adamı azarlamış "Utanmıyor musun, hakim kendi köyünde otururken
ellerin hakimine gidilir mi, dön geriye, Sıdki Baba'ya benden selam
söyle işinizi halleder" diyerek köylüyü geri çevirmiştir.
Sıdki Baba ilim ve irfanıyla, halka hizmet ve dürüstlüğüyle büyük
itibar ve saygı toplamış ve cesur bir kimse olarak tanınmıştır.
Çorum'un Hatap boğazında eşkıyalar tarafından yolu kesilince,
silahını çekip eşkıyanın üzerine yürümüş ve kovalamış, adı yöreye
yayılmıştır.
1915 yılında Birinci Dünya Savaşı'nda memleketin uçuruma gittiğini
gören Şeyh Cemaleddin Efen Padişah Sultan Reşat'a başvurarak
memleketin kurtulması için. bu çorbada kendisinin de tuzu olması
muhibbandan gönüllü bir mücahidin Alayı teşkil ederek Ruslarla
savaşa girmek istediğini söylemiş ve izin istemiştir. Padişahtan
gerekli izni alarak her vilayete asker toplamak üzere husisi
adamlarını göndermiştir. Kendisi Alay kumandanı olarak Erzurum
Şubenin, Sıdkı Baba da Yüzbaşı rütbesiyle Erzincan Şubesininsinin
başında bulunmuşlardır. Böylece bir Alay meydana getirilerek doğu
cephesinde Ruslarla savaşa girilmiş, bir yıla yakın çarpışmalar ve o
zaman çok başarılar elde edildiği halk arasında anlatıla gelmiştir.
Sonradan bu Alay İstanbul Hükümetinin emriyle dağıtılmış, yaşlılar
serbest bırakılmış, gençler diğer Alaylara bölüştürülmüştür.
Burada üzülerek belirtmek isterim ki, sıcacık dergahında oturmak
varken, vatanı için bunca zahmete katlanarak, kendi iradesiyle
cepheye gidip karınca kararınca yapılan bu vatanperverlik tarihçi ve
yazarların gözünden kaçmaktadır. İki satma da olsa niçin şükran
duyguları belirtilmez anlamak mümkün değil.
Sıdkı Baba dünya malına heveslenmemiş, çok kanaatkar olmuş, eline
çok imkan geçtiği halde servet ve mal edinmeyi aklından
geçirmemiştir. Bazı şairler gibi ömrünün sonunda sefalete düşmemiş,
içki ve sefahata kapılmamış büyük bir itibarla sultanlar gibi
yaşamıştır. Harız köyündeki halkın bağışladığı evinden başka
çocuklarına bir şey bırakmamıştır.
Cemaleddin Efendi kadirşinaslık olmak üzere kendisine çiftlik almak
istemiş kabul etmemiş, Harız köyü yakınına göçmen yerleştirilirken
ona da arazi vermek istemişler onu da kabul etmemiş, Merzifon Piri
Baba Medresesinde geçici hocalık yaptığı sırada ilmine hayran olan
diğer hocalar ve Merzifon eşrafı, medresede daimi hocalığı kabul
etmesi halinde kendisine ev, bağ, bahçe alıp bağışlayacaklarını ve
tapusunu hemen vereceklerini vaat etmişler, O parmağıyla köyünü
göstererek "Siz medresenize her zaman hoca bulursunuz, lakin benim
oradaki vazifemi yapacak adam bulunmaz" diyerek onu da kabul
etmemiştir.
Sıdkı Baba'nın ilk eşinden oğlu Ali Baki ve yedi kızı dünyaya
gelmiştir. Kızların üçü çocukken ölmüş diğerleri büyüyüp
evlenmişlerdir. 1911 yılında eşi Hatice ölünce, 1912 yılında Harız
köyünden Naciye adlı bir kızla ikinci evliliğini yapmış, ondan da
Hamdullah adında bir oğlu ve iki kızı daha dünyaya gelmiştir.
Sıdkı Baba'nın bir yönden yorucu ve maceralı, diğer yönden ise
kazandığı büyük saygı ile gittiği her yerde padişahlar ve sultanlar
gibi karşılanarak çok debdebeli ve şaşalı geçen hayatı 1928 yılında
son bularak fani dünyadan göçüp vuslata ermiş ve ten kafesi Harız
köyü mezarlığına gömülmüştür.
Muhsin Gül
Şeyh Cemaleddin Efendi Aşığı Halk Ozanı
Sıdkî Baba Hayatı ve Şiirleri
Ankara - 1984
|