| 
            
 “Nazariyatçıların ileri sürdükleri şeyler eğer 
            icracıların, musikişinasların ameliyatıyla çatışıyorsa haksız olan, 
            yanılan nazariyatçılardır, icracılar değil.”
               Farabi
 
 
 Bilindiği gibi eğitim yönünden bakılacak olursa GTM’de henüz çözümü 
            üzerinde tam bir görüş birliğine varılamamış çok sayıda problem 
            bulunmaktadır. Bunlardan en önemlilerini maddeler halinde 
            özetleyecek olursak:
 
 1. Ses sistemi ve nota yazımı,
 2. Akort, diyapazon ve transpozisyon,
 3. Çalgı yapısı ve standardizasyon,
 4. Repertuar,
 5. Metot [10].
 
 GTM teorisi meselesini kısa vadede herkesçe kabul edilebilir kesin 
            bir çözüme ulaştırmak pek kolay değildir. Zira, ortada halledilmesi 
            gereken pek çok sorun bulunmaktadır [8].
 
 Yurdumuzda müzik eğitimi veren kurumların büyük bir bölümünde 
            çağdaş, evrensel müzik eğitim yöntemleri yeterince bilinmemekte, 
            incelenmemekte ya da onlardan yeterince yararlanılmamaktadır.
 
 GTM bilimsel yöntemlerle incelenmiş, sınıflandırılmış, eğitim için 
            düzenlenmiş, metotlaştırılmış değildir. Aynı kökten, aynı kuramsal 
            temellere dayanan türler yapay ayrımlarla birbirinden koparılmış, 
            bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan çabalarla sistemsiz ve 
            yöntemsiz öğretime konmuştur.
 
 Geleneksel çalgılarımız standartları saptanmadan, standart 
            üretimlerine geçilmeden, eğitim süreleri bilimsel ölçütlerle 
            belirlenmeden metotsuz, müfredatsız öğretilmeye başlanmıştır [9].
 
 Örneğin, ülkemizde bugünkü GTHM’ne yön veren söyleyiş tarzı büyük 
            ölçüde Yurttan Sesler ekolüne dayanmaktadır. Başlangıç yıllarında 
            ciddi ve disiplinli icralar söz konusudur. Zira topluluğun başında 
            Sarısözen adında otantik icra anlayışına sahip bir yönetici 
            bulunmaktadır. Sarısözen, mahalli okuyuş tarzını türkülerin varlığı, 
            devamı ve bu varlığın korunması için şart görmekteydi. Bu nedenle 
            Sarısözen mahalli sanatçılara radyoların ve Yurttan Seslerin 
            kapılarını ardına kadar açmıştır.
 
 Sarısözen topluluk elemanlarını Ankara Devlet Konservatuarında şefi 
            bulunduğu arşiv kısmına çağırarak bu sanatçıların derlenen 
            bantlardan ve taş plaklardan türkü öğrenmelerine yardımcı olmuştur. 
            Özellikle uzun havaların mutlaka bu yöntemle öğrenileceğine 
            inanmaktadır. Bu uygulamada eğitim kulak yolu ile taklit edilerek 
            yapılmaktadır.
 
 Otantik icrayı taklit yolu ile ifade türkü söylemede kullanılan en 
            önemli yöntemdir. Ne var ki bu yöntemi kullanan sanatçılar uzun 
            yıllar otantik icra yaptıklarını zannettiler. Oysa bu uygulama 
            “otantik icraya en uygun” okuyuş şekli olmuştur.
 
 Zaman içinde kendini geliştirebilmiş bazı sanatçılar belli mahalli 
            sanatçıları dinleyerek sadece o halk sanatçılarını taklit etmekle 
            kalmamış, yöreyi öğrenmeye başlamışlardır. Bir zaman sonra mahalli 
            sanatçıyı taklit yerini yöre özelliklerinin taklidine terk etmiştir. 
            Elbette başarının temelinde otantik sanatçıların icralarından iyi 
            olanların dinlenmesi ve aynı yöredeki diğer sanatçılarla mukayesesi 
            yatmaktadır. Bu sanatçılar mahalli sanatçılardaki yöresel aksan 
            sivriliklerini de ortadan kaldırmışlardır.
 
 Daha sonra mahalli sanatçıları taklit ederek değil dinleyerek türkü 
            öğrenen bir sanatçı kesimi daha ortaya çıkmıştır. Bunlar otantik 
            icranın bilincinde olup ancak mahalli sanatçıların taklit edilme 
            yöntemi ile değil, örnek alınma yöntemi ile değerlendirilmelerinden 
            yana olmuşlardır. Birçoğunun eğitimli olmaları, yöre özelliklerinin 
            yanı sıra kendi sentezlerinin de öze dokunmadan türkülerde yer 
            almasını sağlamışlardır.
 
 Yurttan Sesler sanatçıları arasında müzik bilgisi ile donanmış 
            olanların sayıları arttıkça taklit ve örnekleme yöntemleri yerini 
            sadece notadan türkü öğrenme yöntemine terk etmiştir. Orijinal ses 
            kaydının dinlenilmesi gerekli görülmediğinden yöre fonetiği, 
            diyalekti, ağız, şive ve hançere özellikleri göz ardı edilerek 
            notanın deşifre edilmesine dayanan bir söyleyiş yöntemi ortaya 
            çıkmıştır.
 
 Bu yöntem sanatçıları tembelliğe ittiği gibi sanatçıyı aynı zamanda 
            notaya mahkum etmiştir. Oysa türkülerin notayla okunması söz konusu 
            değildir. Nota bir tespittir. Sanatçı mutlaka notanın önünde 
            olmalıdır. Zira bir çok özelliğin notaya aktarımı mümkün 
            olamamaktadır.
 
 Notadan yörede kullanılan harflerdeki fonetiği, ağız ve hançere 
            özelliğini bilmeye olanak yoktur. Bu nedenle notadan türküyü öğrenen 
            sanatçı bir çok yöre özelliğini yok ederek, süzerek eseri sadece 
            deşifre etmiş olmaktadır.
 
 Daha da vahim olan bir diğer yöntem de notayı deşifre ederek türkü 
            söyleyenleri bu kez taklit etmek suretiyle türkü söyleyen bir 
            kesimin ortaya çıkmasıdır.
 
 Sanatçının sınırsız özgürlüğünü mutlaka yöre tavrı ve üslubu ile 
            sınırlandırmalıdır. Hiçbir sanat sınır tanımazlık edemez. Bütün 
            sanatlar için sınır en güzeli, en düzeyliyi yakalamaktır. Yoksa 
            sanatçı özgürlüğünü ucuz, insan görüşünü kapayan, onda güzel zevkler 
            uyandırmaktan uzak olan noktalarda aramak öncelikle sanata karşı 
            yapılmış en büyük saygısızlıktır [4].
 
 Genellikle nota kullanımına rağbet edilmeden “meşk” usulü ile 
            varlığını devam ettirmiş olan GTM daha ziyade güfteye ağırlık veren 
            bir müzik yapısına sahiptir. Buna rağmen çalgı müziğine ait eserlere 
            rastlanması da mümkündür.
 
 Çalgıların nasıl çalındığı konusunda bilgi sahibi olabilmek için 
            minyatürlerdeki görsel örneklerin ötesine geçebilmemiz ancak ses 
            kayıt tekniklerinin başlaması ve ilk çalgı metotlarının yazılmaya 
            başlanması ile mümkün olmuştur.
 
 Daha önceleri yazılmış metotlara rastlamamamızın sebeplerinden biri 
            de son zamanlara kadar GTM’de “virtüözlük” kavramının kullanılmamış 
            olmasıdır.
 
 Üstün seviyede icracıların yetişebilmesi için bu zamana kadar 
            yetişmiş en önemli icracıları incelemek, çaldıkları eserlerde 
            kullandıkları teknikleri tespit ederek egzersizler yazmak, bunları 
            bir çalgı metodu olarak öğrencilerin istifadesine sunmak gereklidir.
 
 Çalgıların teknik gelişimlerini sağlamak ve GTM repertuarı ve 
            eğitimi içinde kalıcı olmalarını sağlamak yazılacak metotlar ile ve 
            bestecilerimizin bu metotları destekleyecek ve geliştirecek yeni 
            eserler vermeleri ile mümkün olacaktır. Bununla beraber, bir hoca 
            ile birebir çalışmak, çeşitli tavır ve üslupları dinlemek ve 
            tekrarlayarak öğrenmek şeklinde ifade edilebilecek “meşk” sisteminin 
            de günümüz sosyal ve eğitim yapısına uygun bir tarzda devam etmesi 
            ve usta-çırak ilişkisinin müziğin bir parçası olarak eğitim sistemi 
            içerisindeki yerini koruması gerekmektedir [3].
 
 Gerçek olan ve yaşatılan “uygulama” olduğuna göre asıl olan teori 
            değil uygulamadır. Bu gerçek, varlığını tamamen icraya yani 
            uygulamaya borçlu olan müzik için de geçerlidir. Hele teorik boyutu 
            başkalarınca ve çok daha sonra geliştirilmiş olan; gerçekte tümüyle 
            uygulamalı bir niteliğe sahip olan geleneksel müziklerimizde 
            teori-uygulama ilişkisi daha bir önem kazanmaktadır.
 
 Kulaktan kulağa aktarılma yoluyla günümüze ulaşmış olan geleneksel 
            müziklerimiz önceden belirlenmiş bir teoriye göre oluşmuş değildir. 
            Daha açık bir deyişle yerel müziklerimizde teori uygulamadan 
            çıkarılmaya çalışılmıştır. Özellikle perde sistemi ve müzik yazımı 
            (nota) konusunda teori ve uygulama arasında olması gerekenden çok 
            daha büyük farklar bulunmaktadır.
 
 Nota amaç değil sadece araçtır yani esas olan uygulamadır. Nota bu 
            amaca hizmet ettiği oranda yararlı bir tekniktir. Müziğimize nota 
            yazımının geç girmiş olması ona gereğinden fazla değer vermemizi 
            gerektirmez, gerektirmemelidir!
 
 Bugün kullanmakta olduğumuz batı nota sisteminin gelişmesi ise her 
            şeyden önce bir gereksinimden doğmuştur. Batı müziği çoksesli örgü 
            tekniğinin gelişmesine paralel olarak giderek karmaşık hale geldikçe 
            akılda tutulması ve ezberlenmesi zorlaşmıştır. Bundan dolayı yazılan 
            eserlerin unutulmaması ve gelecek kuşaklara da aktarılabilmesi için 
            nota yazım sistemleri bulunmuş ve bu sistemler müziğin gelişimiyle 
            orantılı olarak sürekli yenilenmiş ve geliştirilmiştir.
 
 Bizim geleneksel müziklerimiz ise aynı ve benzer bir evrim 
            geçirmediğinden rahatlıkla kulaktan kulağa bellenebilmiş ve 
            aktarılmıştır. Başka nedenlerin de yanı sıra ama esas itibarıyla 
            işte bu nedenden bizde müzik yazımına batıdaki gibi mutlak bir 
            ihtiyaç duyulmamıştır. Aslına bakılırsa günümüzde bile genelde 
            notadan değil gelenekte olduğu gibi kulaktan öğrenilmektedir.
 
 Yerel müziklerimiz zaten doğası gereği uygulamaya dayalıdır. Bugün 
            geleneksel müziklerimizle uğraşanların nota olayına bakışları, bu 
            konudaki bilgilerinin yetersiz ve sınırlı olmasından dolayı çok 
            sağlıklı değildir.
 
 Bugün iyi ve otantiğe daha yakın olan icralar genelde notayı göz 
            ardı eden icralardır. Başka bir deyişle, bugünkü uygulanan yetersiz 
            biçimiyle nota bilmemek geleneksel doğru ve tatmin edici bir icra 
            için dezavantaj değil, tam tersine bir avantaj olmaktadır. Çünkü 
            uygulamada esas olan geleneksel seslendirme teknik ve kültürüne 
            sahip olmaktır. O da zaten nota ile değil, görerek ve dinleyerek 
            kazanılabilen bir yetidir. Kısacası böyle bir kültür ortamında 
            “usta-çırak” ilişkisi içinde kazanılabilen ve yaşatılabilen 
            uygulamaya dayalı bir uğraştır [5].
 
 GTM geleneğinde “hafıza”nın büyük önemi vardır. Hafızaya alınmış 
            yani ezberlenmiş eser sayısı bir sanatkarın değerini ve seviyesini 
            ortaya koyan bir ölçü olarak kullanılmıştır. Çünkü hafızaya 
            alınmadan bir eserin özümsenmesi ve müzisyenin bir parçası haline 
            gelmesi ve o eser üzerine yorum ve tavır koyması mümkün 
            olamayacaktı. Hafızaya verilen bu önem “meşk” olarak tanımladığımız 
            eğitim sisteminin temelini oluşturmuştur. Öğrencilerin belli bir 
            repertuarı gelecek kuşaklara intikal ettirebilecek bir düzeyde 
            hafızaya alabilmesi için bu eğitim sürecinin uzun olması gerekiyordu 
            ve bir sanatkar ancak böyle uzun bir eğitim sürecinden sonra “üstat” 
            konumuna gelebiliyor, bu eğitimin sağladığı “birikim” ile kendi 
            eserlerini vermeye başlayıp, icrasını geliştirebiliyordu [2].
 
 Taklide dayalı olan meşk “aynını tekrar” özelliğini koruduğu için 
            bir eğitim yöntemi olmanın yanı sıra, özellikle müzik gibi kağıt 
            üzerine yazılamayan bir sanatta zaman içindeki kuşaktan kuşağa 
            aktarımında da önemli bir işlev yüklenmiştir [7].
 
 Nota yazılarından yararlanmadan sadece hafızaya dayanılarak yapılan 
            bu eğitim şeklinde bir “hoca”dan istifade etmenin önemi çok 
            büyüktür. Hocadan meşk sırasında alınacak ilk unsur eseri hafızaya 
            kaydetmek, ikinci unsur ise eseri yorumlamaktır. Burada devreye 
            giren en önemli konu “üslup”tur. Üslup, bir eseri güftesine uygun 
            bir ifade tarzı ile, bestelendiği makamın özelliklerine uygun 
            olarak, usul ve formunu bozmadan ve de bestekarın estetik anlayışına 
            saygılı kalma kaydı ile kendi estetik anlayışını da katarak icra 
            etmek olarak tanımlanabilir.
 
 Geleneğin tümünü göz önünde tutarsak GTM’de bir eserin notaya 
            alınması o serin nesnelleşmesine yol açmakta, icra sırasında 
            yapılacak yorumların alanını kısıtlamakta ve eseri 
            standartlaştırmaktadır. Eser notaya alınıp icra tarzı belirlenince 
            meşk yolu ile hocadan intikal eden GTM üslubu ortadan kalkmaktadır.
 
 Hangi değiştirme işareti kullanılırsa kullanılsın batı müziği için 
            oluşturulmuş nota yazısının GTM icrasında kullanılan sesler için 
            yetersiz kalacağı bilindiği halde bu sistemle yazılmış, bu notaların 
            eserin sadece iskeletini ifade ettiği kabul edilerek perdelerin 
            makam içerisindeki iniş ve çıkış cazibesi ile oluşan değişiklikler 
            icracının yorumuna bırakılmıştır.
 
 Fakat şu da bir gerçektir ki, eserin sadece iskeletini ifade etse de 
            bir notanın mevcudiyeti GTM eserlerinin ve belki de bu müziğin 
            tümünün hafızalardan silinerek unutulacağı endişesini ortadan 
            kaldırmıştır.
 
 Nota kullanmadan bir eseri hafızaya almanın GTM repertuarına olumsuz 
            etkisini de göz ardı etmememiz gerekmektedir. Güfte mecmualarında 
            mevcut olan eser sayısının, günümüze kadar gelebilen eserlerden çok 
            daha fazla olması bu etkiyi göstermeye yetmektedir. Ayrıca 20 yy 
            başlarına kadar sesli kayıt yapma imkanı olmadığından eserin ne 
            kadar doğru ve sağlıklı bir şekilde günümüze ulaşabildiği konusunda 
            da tereddütler bulunmaktadır.
 
 Ayrıca GTM’de batı müziğindeki gibi bir eserin temposu, ritmi 
            belirtilmediği gibi eserin içinde yapılacak nüanslar da 
            yazılmamıştır. İşte bu noktada meşk sistemi ve hoca devreye girer.
 
 GTM’nin gelenekten gelen tavırlarının devam edip gelecek kuşaklara 
            aktarılması ve bu tavırların ve icraların devam edebilmesindeki en 
            önemli nokta icracıları ister ses ister saz sanatçısı olsun 
            gelenekten gelen icraları dinleyip onları meşk etmek ve icralardan 
            sazına veya sesine bir şeyler katabilmek ve bu temelde kendi tavrını 
            oluşturmak gibi bir yükümlülük içerisine girmesiyle olacaktır.
 
 Bugün hem nota hem de meşk açısından baktığımızda, bu iki sistemi de 
            eğitimde uygulamak gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Elde edilen 
            kayıtlarla, bugün yapılması gerekli olan meşk artık “birebir” meşk 
            edilecek kişi ile beraber olunmasını gerektirmemektedir.
 
 Bu noktada bugün nota da meşk de iyi bir icracının yetişmesindeki en 
            önemli unsurlardır ve bu iki unsuru birleştiren bir saz ve ses 
            eğitimi icrası hem geleneğin devamını sağlayacak hem de yeni 
            kuşaklar bu geleneğin özümsenmesiyle yeni bir şeyler ortaya koyarak 
            geleceğe yeni yorumları taşıyacaklardır [2].
 
 
 KAYNAKÇA
 
 1. AKDOĞU, Onur. Türk Müziğinde Perdeler. Müzik 
            Ansiklopedisi Yayınları. Ankara-1999.
 
 2. BEŞİROĞLU, Şehvar. Türk Musikisinde 
            Üslup ve Tavır Açısından Meşk. IV. İstanbul Türk Müziği Günleri Türk 
            Müziğinde Eğitim Sempozyumu Haz: Göktan AY. Kültür Bakanlığı 
            Yayınları. Ankara-1998.
 
 3. BEŞİROĞLU, Şehvar. Türk Müziği Çalgı 
            Eğitiminde Metot Kavramı. V. İstanbul Türk Müziği Günleri Türk 
            Müziğinde Eğitim Sempozyumu Haz: Göktan AY. Kültür Bakanlığı 
            Yayınları. Ankara-1999.
 
 4. ETİLİ, Can. Cumhuriyetten Günümüze 
            Türkü Söylemede Kullanılan Yöntemler. Müzikte 2000 Sempozyumu Haz: 
            Göktan Ay. Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara-2001.
 
 5. GEDİKLİ, Necati. Geleneksel 
            Musikilerimizde Kuram-Edim İlişkisi ve Yöntem Sorunu. IV. İstanbul 
            Türk Müziği Günleri Türk Müziğinde Eğitim Sempozyumu Haz: Göktan AY. 
            Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara-1998.
 
 6. ÖNAL, Hamit. Bağlamada Derlenmiş Eserlerin 
            Çalınış Yazılış Farklılıkları. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü 
            Kongresi Halk Müziği, Oyun, Tiyatro, Eğlence Seksiyon Bildirileri. 
            Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara-1997.
 
 7. PEKİN, Ersu. Osmanlı Dünyasındaki 
            Musikiye Bir Daha Bakmak. Toplumbilim Sayı 9. İstanbul-1999.
 
 8. TURA, Yalçın. Müzikte Standardizasyon. 
            Türk Halk Musikisinde Çeşitli Görüşler Haz: Salih TURHAN. Kültür 
            Bakanlığı Yayınları. Ankara-1992
 
 9. TURA, Yalçın. Türkiye’de Müzik 
            Eğitiminin Güncelleştirilmesi. V. İstanbul Türk Müziği Günleri Türk 
            Müziğinde Eğitim Sempozyumu Haz: Göktan AY. Kültür Bakanlığı 
            Yayınları. Ankara-1999.
 
 10. YENER, Sabri. Türk Müziğinin 
            Eğitiminde Kullanım Sorunları ve Çözüm Önerileri. IV. İstanbul Türk 
            Müziği Günleri Türk Müziğinde Eğitim Sempozyumu Haz: Göktan AY. 
            Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara-1998.
 
 
 |