| 
            
            21 Aralık 1972 (Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi)
 Aşık Veysel kanser hastası olarak, Ankara Yüksek İhtisas 
            Hastanesinde yatıyordu. 21 Aralık 1972 günü, nagra marka ses alma 
            cihazını omuzlayıp, hastanenin yolunu tuttum. Hastane odasına 
            girdiğim zaman, Ankara Radyosu prodüktörlerinden arkadaşım Fatma 
            Günbulut ile daha sonra 12 Eylül diktasının TRT’nin başına 
            oturtacağı hem Kerim, hem Aydın hem Erdem diye tanımladığımız servis 
            müdürümüz de odadaydı. İlkin geçmiş olsun deyip bir kenara oturdum. 
            Benden önce gelenler söyleşiyorlardı. Sessizce mikrofonumu açtım. 
            Onlar gidene kadar da kapatmadım. O arada Aşık Veysel’e yemek 
            yedirdiler. Kaşık tabak efektleri dahil, bir saat içindeki tüm 
            sesleri bandıma kayıt ettim.
 
 -Veysel Baba, bir ara köy öğretmenliği yaptın. Nerelerde 
            bulundun?
 
 -Köy öğretmenliğinde, evvel Arifiye’ye gittim. Sonra Hasanoğlan’a 
            geldim. Daha sonra Çifteler Köy Enstitüsü’ne gittim. Kastamonu 
            Gölköy’e gittim. Ondan sonra Yıldızeli’ne gittim. Samsun-Ladik Köy 
            Enstitüsü vardı. Oraya gittim. Bir hafta kaldım,eve izinli geldim on 
            beş gün. Ondan sonra da gitmedim. Serbest gezmek daha iyime geldi. 
            Oralarda aylarca bekliyordum. Altı ay, yedi ay ,sekiz ay. O 
            sıkıyordu beni. Onun için oradan ayrıldım.
 
 -Öğretmenken evli miydin?
 
 -Evliydim.
 
 -‘Bir mektup aldım, gül yüzlü yardan’ o zaman yazıldı değil mi?
 
 -O Hasanoğlan’da yazıldı.
 
 -Toprak 46’da değil mi?
 
 -Toprağı, 44’te Eskişehir-Çifteler’de yazdım.
 
 (HASTAHANE GÖREVLİSİ YEMEK YEDİRİYOR.)
 
 -Yemeğe tuz atim mi baba?
 
 -Yok eyidir. Ekmek verme...
 
 -Buyurun.(Tabak çatal sesleri) Baba sen tam rakı yemekleri 
            yiyorsun yahu!
 
 -Eskiden rakıcıydık canım!
 
 -Şimdi vaz mı geçtin?..Buyurun.
 
 -İyi.
 
 -Daha istemiyorsun?
 
 -Heee.
 
 -Peki. Ispanak ister misin?
 
 -Ver bakim bir kaşık da ondan.
 
 -Yalnız tuzu azsa söyle de tuz atim.
 
 -Zaten yiyeceğim bir kaşık.
 
 -Buyurun...Tuzu nasıl?
 
 -Hep yoğurt veriyorsun; biraz da pilav ver...Az katıyorsun pilavı.
 
 -Peki baba...Bak bakalım tuzu nasıl...Biraz yoğurt katalım mı 
            pilava?
 
 -İyi olur. Biraz da ekmek ver.
 
 -Köy ekmeği evet.
 
 -Tamam ver bakalım.
 
 -Buyurun.
 
 -Eşki.
 
 -Ekşi mi? Daha iyi değil mi?Buyurun salata da var.
 
 -Şeyden ver.
 
 -Piyaz mı?
 
 -Evet evet.
 
 -Etten bir parça yemeyecek misin?
 
 -Yok. Korkuyorum, rahatsız ediyor.
 
 -(Yemek servisi kaldırılıyor, ben de söyleşiye başlıyorum.)
 
 -Veysel baba, radyocu olarak değil; bir dost olarak söyleşmek 
            istiyorum sizinle. Benim özel arşivim var. Aşık Veysel arşivi. Osman 
            Özdenkçi’de de yok, Türkiye Radyolarında da... Ben bu arşivime 
            ekleyeceğim bu söyleşiyi.
 
 -Olur.
 
 -Özeldir. Dostça... Radyocu olarak değil,eğer bu rahatlıkta 
            konuşacaksak konuşalım. Yoksa yarın, ya da başka bir gün gelirim.
 
 -Bugün konuşalım.
 
 -Şimdi şöyle diyeceğim. Bende birçok bandınız var. İstanbul 
            Radyosunda Neriman Tüfekçiyle yaptığınız bir saatlik söyleşinin 
            kopyasını da arşivime aldım. Kime gerekli olsa, benden alır 
            kullanır. Bugünkü söyleşide o bantlarda olmayan soruları sormak 
            istiyorum. Sizce halk kültürü, halk şiiri, halk müziği ne 
            anlamdadır. Sizin anladığınız anlamda bunların tanımı nedir. Bize 
            kısaca der misiniz?.
 
 -Bizde halk şiiri bayağı bir nasihat anlamındadır. Şiirlerin içinde 
            sözler vardır ki, yani bir ata cevabı gibi, daha üstün anlamlar 
            vardır. Duygular da şudur ki; insanlar tabii müzik ruhun gıdasıdır. 
            Onun için kendi memleketimizin şiiri veya havaları hoşumuza gelir. 
            Her memleket de öyledir. Bu o anlamdadır.
 
 -Ben şunu anlıyorum, şimdi halkın şiiri, müziği, halkın günlük 
            yaşamından oluşuyor ve halkın anlayacağı, yani halk dediğimiz daha 
            çok köylü, işçi taban olan insanlarımızın anlayacağı bir dolu sözü 
            bir arada öz olarak deyiş...Bunu demek istiyorsunuz.
 
 -Evet evet
 
 -Ben konuşmalarımda sık sık dile getiririm; benim sayfalar dolusu 
            yazıyla anlatamadığımı Aşık VEYSEL ‘Benim sadık yarim kara topraktır 
            ‘ diye bir mısrada bütünlemiştir derim. Siz de bunu özetlediniz. Ben 
            kimi çevrelerin yakıştırdığı gibi, son halk ozanı Aşık VEYSEL’dir 
            yakıştırmasına katılmıyorum. Fakat şu bir gerçek, Aşık VEYSEL’in 
            yeri Türk halk kültüründe ayrıdır ve öyle kalacaktır. Peki sizin 
            kuşaktan, sizin yanınızda, çağdaşınız olarak, beğendiğiniz halk 
            şairleri kimlerdir?
 
 -Valla, orası işte ...kimseye iyi veya kötü diyemem. Sebebine 
            gelince, bir bahçede elli çeşit meyve ağacı olur. O ağaçlar 
            birbirinin meyvesini bilmez. Kokusundan da tatmaz. Yalnız onu 
            insanlar yer. Şu ekşiymiş, şu tatlıymış, şu daha mayhoşmuş, o 
            kıymeti onlar verir. Biz şimdi ona benzer bir şeyiz ki, ben Ahmet 
            iyidir, Mehmet kötüdür diyemem. Demeye haddim yok. Onun için, bu 
            hususta özür diliyorum.
 
 -Estağfurullah, ben zaten iyi kötü ayırımını istemedim.
 
 -Beğendiğiniz dediniz ama..
 
 -Evet
 
 -Benim için hepsi iyidir. Hepsinin, her iyinin bir kötü, her kötünün 
            bir iyi tarafı vardır. Buna, olduğu gibi hepsine iyi diyemeyiz ki. 
            Onun için birisi senin hoşuna gider, iyi dersin; O birisi onun 
            kötüsüne gider istemez. Bunlar alemin arzusu bir yere bağlı değil 
            ki. Herkesin ayrı ayrı görüşü, duygusu var.
 
 -Peki o zaman , sizden önceki kuşaktan Karacaoğlan, Dadaloğlu, 
            Pir Sultan kuşağından her ne kadar okuma-yazma olanağı 
            bulamadıysanız bile, kulağa geldiği kadarıyla sizin tercihiniz ; ya 
            da benim şu an sayamadıklarım arasında Emrah’tan daha eskilere kadar 
            beğendiklerinizi söyleyebilir misiniz?.
 
 -Beğendiklerim, işte Karacaoğlan, Pir Sultan, Emrah, Dertli, sonra 
            bizim orada varmıştı, onların adı pek yayılmıyor.. Türabi Dede 
            isminde birisi varmış. O Hacı Bektaşi Veli’nin dergahında postnişin 
            imiş. Ondan biliyorum ezberime birkaç şiir. Aşık Veli, Kemter Baba, 
            ondan sonra bir çok aşık var.Onlar da bizim oralı. Aşık Kemter 1225 
            senesinde hayatta imiş. Şiirinin birinde şöyle söylüyor. Bir gün 
            çiftten gelmiş. Konya’dan evliymiş. Kendisi bizim Kale Köyü var, 
            oradan. Çiftten gelmiş, hanımı ayağını soymuş, yıkamış cezveyi ocağa 
            sürmüş, kahve pişirecek, karısına dönmüş:’Konyalı ‘ demiş. ‘Buyur 
            Kemter Baba’ demiş karısı. ’Kahve acı, tütün acı doyurur mu üç ac’ı 
            bir acı’ demiş. Yani ‘açım’ demek istemiş. Bunların evde türkülerini 
            deyişlerini çok ezberledim. Ve kendim yazana kadar bunların 
            şiirleriyle çalıp çığırıyordum. Kendim yazdıktan sonra onları 
            bıraktım. Hatta kullanmayı kullanmayı unuttum onları.
 
 -Şimdi benim bir sorum da şu: Şiirlerinizde sürekli aşama var. 
            Yani çok dar bir görüşten, sürekli geniş dünya görüşüne doğru bir 
            gelişme var. Bunu neye bağlıyorsunuz?. Yani şiirlerinizde sürekli 
            halka yaklaşan bir aşama var. Bunun gerekçelerini siz söyleyebilir 
            misiniz? Bunu şunun için istiyorum ; yeni başlayanlar var, sizden 
            sonraki kuşaklar olacaklar var. Bunlara çalışmalarında örnek olsun 
            istiyorum bu yanıtı.
 
 -Evet ama, yine aynı dediğime geliyor ki, herkes bir yüzden seviyor. 
            Birisi birinin hoşuna gidiyor, biri ötekinin . Yalnız şu var ki, 
            söylenen sözde bir öz olması lazım. Özü olmayan söz hiçbir şeye 
            benzemez. Yaşamaz. Onun için öz var umut ediyorum benim söylediğim 
            sözlerde.
 
 -Yani halk kendinden yaşantısından bir parça buluyor.
 
 -Evet evet... Mesela ben, bu şey olmaz ama icap etti söyleyim... Şeyde 
            İstanbul’da geldiler ‘gözlerini açalım’ dediler. İstemem 
            dedim...’ Yahu nasıl olur da istemezsin. Bu fırsatı insan kaçırır 
            mı?’ dediler. İstemem dedim tekrar. ‘Sebebi’ dediler. ‘Sebebiyse, 
            ben şimdiye kadar kafamda bir yuva kurmuşum. Gözüm açılırsa, o yuva 
            dağılır. Tekrar kurmaya imkan olmaz. Bu yuvayı dağıtmak istemiyorum’ 
            dedim. Adamlar da gittiler. Onun üzerine şunu yazmıştım. Siz 
            diyorsunuz ki geniş anlamlar var şunlar bunlar.
 
 ‘BİR KÜÇÜK DÜNYAM VAR İÇİMDE BENİM,
 MİHNETİM, ZULMETİM BANA KAFİDİR,
 GÖRENLER DAR GÖRÜR GENİŞTİR BANA,
 SOHBETİM, ÜLFETİM BANA KAFİDİR.
 
 İSTEMEM DÜNYANIN SALTANATINI,
 SÜSLÜ GİYİMİNİ ARAP ATINI,
 BİLİRSEM TÜRKLÜĞÜN VAR KIYMETİNİ,
 VATANIM, MİLLETİM BANA KAFİDİR.
 
 İSTERDİM HAYATTA DÜŞMANLA SAVAŞ,
 MİLLETİME KURBAN OLAYIDI BU BAŞ,
 NASİP DEĞİL İMİŞ, ŞEHİTLİK KARDEŞ,
 İMANIM NİYETİM BANA KAFİDİR.
 
 DÜNYA GENİŞ OLSUN, İSTER DAR OLSUN,
 YETER Kİ KALBİNDE İMAN VAR OLSUN,
 HER ZAMAN MİLLETİM BAHTİYAR OLSUN,
 BU RÜTBEM, MESNEDİM BANA KAFİDİR.
 
 İÇİMDE BESLERİM, BİR BÜYÜK ORDU,
 ÇINLATSIN DÜŞMANI,YÜKSELTSİN YURDU,
 AZMİ, ZİHNİYETİ VEYSEL’DİR DERDİ,
 İŞTE BU NİYETİM BANA KAFİDİR.
 
 Benim alemim, herkesin alemine karşı bir alem değil. Çünkü, dünyadan 
            bihaberim. Dünyayı gezdim, ne gördüm. Hiçbir şey görmedim. Yalnız 
            dünya beni gördü. Ben
 dünyada gezdim, işte Ankara’dayım ne görüyorum. Hiç. Ama alem beni 
            görüyor. Benim dünyaya gelişim, gidişim bu şekilde.
 
 -Fakat öyle bir dünya görüşü var ki sizde; herkesin göremediğini 
            görüyorsunuz. Biz ağacı görüyoruz, fakat sizin görüşleriniz gibi 
            göremiyoruz. Bu görüş Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu gibi, ya da 
            Aşık Veli, Kemter Baba gibi asırlar ötesine kalacak bir görüş, bir 
            deyiş. Fakat onların şanssızlığı, teypin, bantın, plağın, pikabın 
            olmayışı.
 
 -Olmayışı evet.
 
 -Böyle canlı kalamamışlar. Şimdi ben sizden, çok özel bir şey 
            isteyeceğim. Diyeceğim ki Aşık Veysel, 2000 yılında, ya da 2100 
            yılında , Allah hepimize uzun ömür versin ama, her halde 2000 li 
            yıllarda olmayacağız.
 
 -Olmayacağız.
 
 -Ama radyo olacak ve şu bant kalacak radyoya. Diyeceğim ki Aşık 
            Veysel 2000’li yılların kuşağına sesleniyor, fakat kendisi yok. Biz 
            de yokuz. Aşık Veysel o kuşağa ne der?
 
 -Eveeet. Aşık Veysel o kuşağa ne der...
 
 -Evet şöyle söyleyeyim, yani istediğiniz gibi söyleyin. Ben hiç 
            karışmayayım . Düşünün ki bizler yokuz dünyada. Fakat radyo var, 
            dinleyicilerimiz var.
 
 - Onlara söyleyişim şu olacak: Çalışmak, azim, fikir. Efendime 
            söyleyeyim, bunlar mevcut olacak. Dönmeyecek azminden insanlar. O 
            azminden dönmeyen insan, muhakkak erinde geçinde arzusuna ulaşır. 
            Fakat azim deyince o da , biri yani yanlış yola azim etmiş, o 
            muhakkak yolda kalır. Fakat doğru yola azmederse, o kendini bir 
            selamete çıkartır. Ve ismini baki kor dünyada, kendi de baki kalmış 
            olur. Yoksa yanlış yola azmetmiş, onun muhakkak bir gün kafasına 
            vururlar. Ondan hayır çıkmaz. Çıksa kalsa bile herkes nefret eder. 
            İnsanlar iki şeyle anılır; biri nefretle, biri rahmetle. Nefretle 
            anıldıktan sonra, hiç anılmasın.
 
 -Eveet bunu diyorsunuz. Bu bandı ben kopya ettirip, Türkiye 
            Radyoları arşivlerine koyacağım. Bizlerden sonraki kuşaklara armağan 
            edeceğim. Kopya fazla dağılmayacak. Öyle sağlam bir şekilde kalacak. 
            Farz edin ki, yüz sene sonra bu bandı koyacaklar ve yüz sene önceden 
            sizin anonsunuzu dinleyecekler. Bu anlamda bir ses verebilir misiniz 
            bana?
 
 -Nasıl ses veririm...Ses veremem ki.
 
 -Düşünün ki, yüz sene sonra radyoda bu bant yayına girecek; Aşık 
            Veysel de yok, Yaşar Özürküt de yok radyoda...
 
 -Nasıl söyleyeyim, onu da şöyle bir şey var.
 
 ‘Varlığım, yokluğum bir Veysel adım,
 Kalacaktır gök kubbede ses kadim,
 Bunca yıldır kendi kendim aradım,
 Hiçbir türlü bulamadım ben beni.’
 
 -Bu dörtlüğü şimdi mi yaptınız, önceden mi vardı?
 
 -Önceden.
 
 -Fakat söylemek istediğinizi bu dörtlükle söylüyorsunuz.
 
 -Evet evet. Ses kadim kalacak.
 
 -Peki çok teşekkür ederim. Yordum sizi. Sağlık dilerim.
 
 
 
 Not: Söyleşi ilk kez Aşık Veysel'in öldüğü gün olan 21 Mart 1973 de TRT 
            radyolarında yayımlanmıştır.
 Yazılı olarak ilk kez yayımlanmaktadır.
 
 
 |