| 
            Atatürk müzik 
            eğitimi görmemişti. Ancak, her çeşit müziği seviyor, Klasik Türk 
            Müziği makamlarını biliyor , bazı şarkı ve türküleri başarıyla 
            söyleyebiliyordu. Falih Rıfkı Atay, O'nun türkü ve şarkı söyleyişini 
            Çankaya adlı eserinde şöyle anlatmaktadır : "Mustafa Kemal yalnız 
            Rumeli Türkülerini mat sesi ile güzel ve tatlı söylemekle kalmaz. 
            klasik alaturka musikisi makamlarım da bilirdi.'' ''Bilhassa 
            Rumeli türkülerini söylerken derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla 
            acısı gözlerinde yaşarırdı. O vatanı unutmaz, kaybettiğimiz Rumeli 
            ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, su ve çıngırak 
            seslerini duyar gibi, bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir, bizim 
            içinde olmadığımız hatıralar içine karışır giderdi. Ses 
            Sanatçısı Mualla Gökçay da hatıralarında Atatürk'ün müzik zevkini şu 
            cümlelerle belirtmektedir: "Ata umumiyetle Türk musikisini 
            severdi. Ama Rumeli türkülerini her şeye tercih ederdi. Rumeli 
            türkülerini bize bizzat kendisi meşketmişti. Arada bir : 
            -Konuşur gibi tane tane okuyun, diye ihtar ederdi. En sert 
            hocalardan daha titizdi. Musikiden çok anlar en ufak bir falso veya 
            hatayı hemen yakalardi' Bir araştırmaya göre, Atatürk'ün çok 
            sevdiği ve söylediği türküler şunlardır : Atabarı, Atladım bahçene 
            girdim (Rumeli Türküsü), Alişim'in kaşları kare (Rumeli Türküsü), 
            Ayağına giymiş sadef nalini (Rumeli Türküsü), Bülbülüm altın kafeste 
            (Trakya türküsü ), Dağlar dağlar (Rumeli Türküsü), Gide gide 
            yarenlerim darıldı, Köşküm var deryaya karşı (Rumeli Türküsü), Maya 
            dağdan kalkan kazlar (Rumeli Türküsü), Manastır, pencere açıldı 
            Bilal Oğlan (Bu Rumeli türküsünü radyo repertuarına bizzat Atatürk 
            kazandırmıştır.), Şahane gözler (Rumeli Türküsü), Yemenimin uçları 
            (Rumeli Türküsü), Zeynep. 
 | 
          
            | 
              Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli
              bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925'te İzmir Kız Öğretmen
              Okulu'nu ziyaretlerinde öğrencilerin "Hayatta musiki lazım
              mıdır?'' sorusuna şu cevabı vermişti :             
              
 -"Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü
              hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir.
              Eğer mevzuu bahs olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal
              vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi,
              ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev'i şayan-ı
              mütalaadır."
 
 Müziğin insan hayatındaki ônemine işaret eden
              ve dinlenecek müziğin çeşidine dikkati çeken Atatürk, her
              konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak
              istemiştir. Ata'nın Türk Müziği üzerinde yenilikler yapmak
              istemesinin temel sebepleri şunlardır :
 
 1. Ziya Gôkalp'in Türkçülüğün Esasları
              eserindeki gôrüşlerinin etkisi:
 Ziya Gôkalp'in müzik konusundaki gôrüşlerini Atatürk'ün
              paylaştığını ve bu gôrüşler doğrultusunda çalışmalar
              yaptığım gôrüyoruz, Gökalp'in Sayın Oransay tarafından
              tamamı alınan gôrüşlerinden kısa bölümler şunlardır :
 
 -''Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan
              iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine
              doğmuş olan Türk Musikisi, diğeri Farabi tarafından
              Bizans'tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı Musikisi'dir. Türk
              Musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır.
              Osmanlı musikisi ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve
              ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın
              (kültürümüzün ) ikincisi ise medeniyetimizin
              musikisidir."
 
 -''Etnografya Müzesi bunlardan başka her
              nahiyedeki lisani savtiyyat (fonetik) ile halk melodilerini (nağmelerini)
              ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki
              Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı
              ve notacısı bulunmak lazımdır... Koşmalar, türküler ve nağmeler
              de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır."
 
 -"İstanbul'da mevcut bulunan Darülelhan, düm-tek
              usulünün, yani Bizans musikisinin Darülelhanıdır. Bu müessese
              iptidai unsurları halkın samimi melodilerinde tecelli eden ve
              Avrupa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra asri mahiyet
              alacak olan hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet
              vermemektedir".
 
 -"Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde
              iki musiki vardı: Bunlardan biri Farabi tarafından Bizans'tan
              alınan şark musikisi, diğeri eski Türk musikisinin devamı
              olan halk melodilerinden ibaretti."
 
 -"Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız
              : Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan
              hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de
              gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın,
              garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her
              ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli musikimiz, memleketimizdeki
              halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk
              musikimiz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp
              musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir
              musikiye malik oluruz."
 
 Atatürk'ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri
              ve yaptığı yenilikler Ziya Gökalp'in görüşlerine ve programına
              çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil
              Ludwig'le yaptığı görüşmede Ludwig'in doğu müziğiyle
              ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir :
 
 -"Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir.
              Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir. "
 
 Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle
              ilgili bilgiler; köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan müziğindeki
              çeyrek seslerle Türk Müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak,
              Farabi'yi de işin içine sokarak Türk Müziğini Yunanlılara
              mal edivermişti. Şayet bizim müziğimiz Yunan kökenli olsaydı
              bugün dünyanın 1 numaralı müziği olarak her yerde
              dinlenirdi. Yunanlılar propagandayla bunu sağlarlardı. Müzikolog
              Muammer Sun, Ziya Gökalp'in iddialarıyla ilgili olarak görüşlerini
              şöyle açıklamıştır :
 
 -''Bu konu çok tartışıldı. Bu müzik bize
              Bizans'tan geçmemiştir. Araplar da bize hediye etmemişlerdir.
              Bu musiki bizim insanlarımızın,
              adı sanı belli insanlarımızın yarattığı
              musikidir ve musikimizdir..................
              Bizim Klasik Türk Musikimizi Araplara ve Bizanslılara maletme ve bir de Batılılaşmanın
              etkisiyle alafranga-alaturka kavgası çıkmış, Batılılaşmacılar
              alafrangacı, "Aman müziğimiz değişmesin,, diyenler de
              alaturkacı olarak nitelendirilmişlerdir. Baştan itibaren
              tamamen yanlış ve boşa kürek çekilmiş bir davadır "
 
 
 2.
              Montesqieu'nün görüşünün etkisi :
 
 Atatürk
              1930 yılında Alman gazeteci emil Ludwig'e, Montesqieu'nün
              "Bir milletin musikicilikteki meyline ehemmiyet verilmezse o
              milleti ilerletmek mümkün olmaz'' sözünü okuduğunu, tasdik
              ettiğini, bunun için musikimize önem verdiğini söylemiştir.
              1 Kasım 1934 tarihinde TBMM'ni açış nutkunda Montesqieu'nün görüşüne
              yakın şu cümleyi söylemiştir :
 
 -"Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü,
              musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir."
 
 
 3. Müzik bilginlerinin olmayışı, sanat seviyesinin düşüklüğü
 
 Atatürk
              döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu.
              Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan'ın eğitimi
              yetersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu.
              Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle
              Atatürk Ziya Gökalp'a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i
              Cumhur Fasıl Heyetinde 1925-1930 yıllan arasında neyzenlik
              yapmış ve Ata'nın huzurunda defalarca çalmış bulunan
              Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile getiriyor
              :
 
 -''Musikimizin tarihini araştırdı, doğru dürüst
              cevap alamadı. Nazariyatını sordu, iki cümleyi yan yana
              getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha
              derinlere inemedik.
 
 ...en büyük mürşit ilimdir, diyen büyük insan
              bu münevver gençlerimizi tarihte karşısında bulsaydı
              memlekette ne alafranga-alaturka davası, ne de sanat fukaralığı
              bulunurdu."
 
 8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra
              Atatürk'ün etkisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de
              Burhanettin Ökte hatıralarında İtalyan müziği ve Mısır'ın
              meşhur şarkıcılarından Müniret'ül Mehdiye Hanım'ın
              konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahneye çıkarak
              acemice ''sultani yegah" faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk,
              sinirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün
              gazetelerde şu nutku yayımlanmıştır :
 
 "- Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri
              olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa
              sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü'l Mehdiye Hanım
              sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde
              artık bu musiki, bu basit musiki Türk'ün çok münkeşif ruh
              ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın
              musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler
              karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve
              faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın
              icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten
              şen; şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark
              olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı,
              felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kabahatti"
 
 
 4. Çağdaş uygarlık seviyesine yükselmenin
              topyekün gerçekleştirilmek istenmesi :
 
 Atatürk, Türk milletini çağdaş uygarlık
              seviyesine çıkarmak için yenilikler yapmıştır .Bu
              yeniliklerin sadece de devlet idaresinde ve sosyal hayatta yapılması
              yetmiyordu. Ata, kültür konularında da çağdaş uygarlık
              seviyesine ulaşılmasını istiyordu. Müzik de kültür konularından
              biriydi. Batı'nın müzik bilgi ve tekniğinden yararlanarak Türk
              Müziğini milletlerarası seviyeye çıkarmak Atatürk'ün müzik
              konusundaki çalışmalarının amacını teşkil ediyordu. Bu
              amaçla, o zamana kadar memlekette pek fazla yayılmamış ve öğrenilmemiş
              olan Batı Müziğine daha çok önem vermiştir. Kazım Özalp'a
              "Bizler alaturka müziğe alışmışız ama yeni nesiller
              alafranga müziğe çalışmalıdırlar.'' ve Falih Rıfkı
              Atay'a "Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin musikisi
              garp medeniyetinin musikisidir'' demiş, Batı Müziğiyle
              ilgili bazı kuruluşlar kurdurmuştur .Atatürk'ün Batı Müziğini
              yayma ve öğretmeyle ilgili çalışmaları şunlardır :
 
 -Muzıka-yı Humayun İstanbul'dan Ankara'ya
              nakledilerek Riyaseti-Cumhur Orkestrası adım almıştır
              (1924).
 
 -Müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musiki
              Muallim Mektebi açılmıştır (1924). Bu okuldan yetişen öğretmenler
              okullarda Batı Müziğine dayalı öğretim yapmışlardır.
 
 -İstanbul Darülelhan Şark Musikisi Şubesi kapatılmış,
              okulun adı da İstanbul Konservatuarı olarak değiştirilmiştir
              (1926). Şimdiki adı İstanbul Belediye Konservatuarıdır .
 
 -1927 yılından itibaren Avrupa'ya müzik öğrencisi
              gönderilmiştir. Cemal Reşit Bey, Ulvi Cemal Erkin, A. Adnan
              Saygun, Necil Kazım Akses, H. Ferit Alnar gibi tanınmış
              kompozitörlerimiz bu imkandan faydalanmışlardı.
 
 -Alman müzikolog Paul
              Hindemith'in yardımlarıyla Ankara Devlet Konservatuarı kurulmuştur
              (1936). Devlet Opera ve Balesinin, Devlet Tiyatrolarının Senfoni
              Orkestralarının sanatçı kadrolarının önemli bir bölümü
              bu okuldan yetişmiştir.
 
 Atatürk'ün
              Batı Müziğine önem vermesi günümüzde Batı Müziği
              taraftarlarınca yanlış değerlendirilmekte; Ata'nın yalnızca
              Batı Müziğini istediği, Türk Müziğini yasakladığı şeklinde
              yorumlar yapılmaktadır. Oysa Atatürk Türk Müziğine de
              gereken önemi vermiştir .Memlekette Batı Müziğini yerleştirinceye
              kadar Türk Müziğine bazı sınırlamalar koyması normaldi.
              Ata'nın çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılırken izlediği
              yol, Batı'mn aynen taklidi değil, Batı'nın bilim ve tekniğinin
              milli öze uygulanmasıdır. Çankaya köşkünün incesaz takımının
              başkam Hafız Yaşar Okur'a "Biz garbınkini hürmetle
              dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle
              dinlenecek bir halde olmalıdır." derken kastettiği bu
              düşünceydi. Mesut Cemil tel de aynı konuda Atatürk'ün şu sözlerini
              naklediyor :
 
 -"Biz
              çok defa bu musikinin tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte dinlediğimiz
              hakiki Türk Musikisidir ve şüphesiz yüksek bir medeniyetin
              musikisidir. Bu musikiyi bütün dünyanın anlaması lazımdır.
              Fakat onu bütün dünyaya anlatabilmek için milletçe, bugünkü
              medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz lazımdır. "
 
 1
              Kasım 1934 tarihinde TBMM'ni açış konuşmasında Türk Müziğinin
              çağdaş uygarlık seviyesine getirilmesiyle ilgili çalışmaları
              açıklamıştır.
 
 -"Güzel
              sanatların hepsinde, millet gençliğinin ne türlü
              ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak
              bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk
              Musikisidir. Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü musikide
              değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
 
 Bu
              gün dinletmeğe yeltenilen musiki yüz ağartacak olmaktan uzaktır.
              Bunu açıkça bilmeliyiz. Milli, ince duyguları, düşünceleri
              anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün
              önce genel son musiki kaidelerine göre işlemek gerekir. Ancak
              bu şekilde Türk milli musikisi yükselebilir, cihan şümul
              musikide yerini alabilir.
 
 Kültür
              işleri Bakanlığı'nın buna değerince önem vermesini, kamunun
              da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.
 
 1
              Kasım 1935 tarihli TBMM'ni açış konuşmasında da aynı konuya
              temas etmiştir :
 
 "Kültür kınavımızı yeni ve modern
              esaslara göre teşkilatlandırmaya durmadan devam ediyoruz.
              Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına
              bu yıl daha çok emek verilecektir."
 
 Atatürk 1 Kasım 1934 konuşmasında halk müziği
              derlemeleri yapılarak, derlenecek ezgilerin genel musiki
              kuralları içersinde işlenmesini, böylece Türk Müziğinin
              evrensel müzik seviyesine yükselebileceğini belirtmişti. Müzik
              yazan Faruk Yener Atatürk'ün müzik konusundaki çalışmalarının
              amacını şu cümlelerle açıklayarak görüşlerimizi
              destekliyor:"Atatürk, Türk Musikisinin kaynaklarından
              yararlanılarak dünyaya iftiharla sunabileceğimiz bir gene dünyanın
              anlayabileceği müzik getirilmesini istemişti... Biz musikimizi
              dışarıya tanıtacak, sevdireceğiz. Operalarımızı konser
              salonlarına, opera salonlarına sokacağız ve bundan bütün geniş
              boyutlarıyla zevk alan bir kitle yaratacağız. Fakat bu demek değildi
              ki, Atatürk için ne Halk Musikimiz ve folklorumuz ortadan kalksın,
              ne de bize geçmişten, atalarımızdan gelen bir musiki türü
              silinsin, yok edilsin ve yabancılaşmış bir kültürün,
              yozlaşmış bir kültürün etkisi burada egemen olsun."
 
 Ata'nın 1934 konuşması üzerine Türk Müziğiyle
              ilgili geliştirici çalışmalara başlanacağı yerde zamanın
              İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Basın Yayın Genel Müdürü
              Vedat Nedim Tör Türk Müziği yayınlarını radyodan kaldırmışlardır.
              Bu yasaklama sekiz ay sürmüş, Atatürk'ün emriyle sona ermiştir.
              Aynı şekilde Atatürk'ün çevresindekilerin O'nun görüşlerini
              yanlış değerlendirmeleriyle 8/9 Ağustos Sarayburnu nutkundan
              sonra da İstanbul'da aydınlar Türk Müziğini inkar yolunda
              birbirleriyle yarışmışlar, Türk Müziği yayınlarını
              yasaklamışlardır. Vasfi Rıza Zabu hatıralarında bu durumu
              acı acı dile getirmekte Atatürk'ün şu sözlerini nakletmektedir:
 
 -"Ne yazık ki benim sözlerimi yanlış anladılar.
              Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle.
              Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye
              imkan var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz
              Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onların
              tekniği, onların ilmiyle onların sazları, onların orkestraları
              ile Çaresi her ne ise. Mesela Ruslar ne yapmışlarsa. Biz de Türk
              Musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk'ün
              nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batı milletlerinin hazırdan
              musikisini alıp kendim ize maledelim. Yalnız onları
              dinleyelim demedim. Yanlış anladılar sözlerimi,
              ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lafını
              edemez oldum."
 
 Atatürk'ün yakın çevresinde bulunup birçok çalışmalarında
              emeği geçen kişilerden Ahmet Cevat Emre, Atatürk'ün Türk Müziği
              konusundaki çalışmalarını yanlış değerlendirmeler karşısında
              ölümüne yakın yıllarda "İki şeyde inkılap olmaz: Dilde ve
              musikide" düşüncesine ulaştığını belirtiyor.
 
 Atatürk, 1916-1917 yıllarında Diyarbakır'da görevli
              iken taşındığı Celal Güzelses'i zaman zaman dinlemiş ve
              sanatçıya bir saat armağan etmiştir.
 
 Atatürk döneminde İstanbul Konservatuarın da Şark
              Musikisi bölümü kapatılmış ancak Türk Sanat Müziği olarak
              bildiğimiz müzik için repertuar tasnif ve tespit heyeti kurulmuştur
              (1926). Bu heyet Türk Musikisinin Klasikleri sersinden 180 şarkının
              nota ve güftesini, Dini Ezgiler serisinden de 6 ciltlik Tekke
              Musikisi örneklerini tespit ve tasnif ederek yayımlamıştır
              (1926-1939).
 
 Atatürk "Bizim hakiki musikimiz" dediği,
              halk müziğimizin derlenmesine ve kompozitörler tarafından işlenmesine
              çok önem vermiştir. 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarında
              bu konuya temas etmiştir. Daha 1924 yılında halk müziği
              derlemelerine başlanmıştı. İstanbul Konservatuarı'nın
              1924'teki halk müziği derleme anketinden sonra M.E.B. Hars Müdürlüğü
              Seyfettin-Sezai (Asaf) Kardeşleri Batı Anadolu'ya derlemeye gönderdi.
              Derlenen türküler Yurdumuzun Nağmeleri adı altında yayımlandı
              (1925). İstanbul Konservatuarı 1926-1929 yıllan arasında
              Anadolu'ya dört derleme gezisi düzenlemiş, bu gezilerde
              derlenen ezgiler ''Halk Türküleri'' adı altında 15 defter
              halinde yayımlanmıştır. 1929'daki 4. gezi sırasında bazı
              halk oyunlarımız filme de alınmıştır. Devlet ödeneğiyle
              yapılan dört derleme gezisine başta Konservatuar Müdürü
              Yusuf Ziya (Demircioğlu), Rauf Yekta, Dürri Turan ve Ekrem Besim
              Beyler, Muhittin Sadık (Sadak), Mahmut Ragıp (Gazimihal), Ferruh
              (Arsunar), Abdülkadir (İnan) Beyler katılmışlardır. İstanbul
              Konservatuarı devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği
              uzmanlarının iştirakiyle 1932 yılında beşinci bir derleme
              gezisi daha düzenlemiştir.
 
 Derleme çalışmalarına bir süre ara verildi.
              Atatürk'ün 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarından ve
              Ankara Devlet Konservatuarı'nın kurulmasından sonra halk müziği
              derlemelerine yeni bir ruhla tekrar başlandı. 1936 yılında
              Ankara Halkevi'nin daveti üzerine tanınmış Macar Müzikologu
              ve bestecisi Bela Bartok (1881-1945) Ankara'ya gelmişti. Bartok,
              üç konferans vererek halk müziği ürünlerinin derlenmesinin
              önemine dikkatleri çekti. Kendisi de Adana yöresinde
              derlemeler yaptı (18-25 Kasım 1936). Halk Müziği derlemelerine
              Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün
              idare ve himayesi altında 1937 yılında başlanmıştır. Atatürk
              döneminde 1937 ve 1938 yıllarında iki büyük derleme gezisi
              yapıldı. 1937 yılındaki geziye Ferit Alnar, Necil Kazım
              Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Muzaffer Sarısözen
              ve teknisyen Arif Etikan, 1938 yılındaki iki derleme gezisine
              ise Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken,
              Tahsin Banguoğlu, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Taşkıran,
              Muzaffer Sarısözen, teknisyenler Arif Etikan ve Rıza Yetişen
              katılmışlardır. Halk müziği derleme gezilerine Atatürk'ün
              ölümünden sonra da 1953 yılına kadar devam edilmiş, aşağı
              yukarı bütün iller dolaşılmış 10.000 civarında ezgi
              derlenmiş, 2000 kadar Muzaffer Sarısözen tarafından notaya alınarak
              Yurttan Sesler programlarıyla yurda yayılmıştır.
 
 19 Şubat 1932'de Atatürk'ün isteğiyle kurulan
              Halkevlerinde halk müziğimiz konusunda yaşatıcı çalışmalar
              yapılmıştır. Halkevlerinin 1. döneminde (1932-1951) Türk
              Folklorunun hemen hemen bütün dallarında derleme, araştırma,
              eğitim çalışmaları başarıyla yürütülmüştür. Halkevleri
              yöre halk şairlerinin, ses ve saz sanatçılarının toplandığı
              yerlerdi. Birçok genç Halkevlerinde bağlama çalmayı, türkü
              söylemeyi öğrenmiştir. Halkevleri dergilerinde ve kitap yayınlarında
              Türk Folkloruyla, bu arada halk müziğimizle ilgili pek çok
              bilgi bulunmaktadır.
 
 Atatürk'ün doğumunun 100. yıldönümünü
              kutladığımız 1981 yılında Türk Halk Müziği yurdun dört
              bir köşesinde en çok sevilen müziktir. Türk Sanat Müziği'ndeki
              ağlatıcı, ruh karartıcı, içkiye teşvik edici şarkılar TRT
              yayınlarında yok denecek kadar azaltılmıştır. Bunların
              yerini yaşama sevinci verecek yüzlerce, binlerce yeni beste
              almıştır. İstanbul ve Ankara' da düzenli opera ve bale
              temsilleri verilmektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir'deki 5
              Konservatuar ihtiyaç duyulan sanatçıları, bestecileri, araştırmacıları
              yetiştirmektedir. Türk sanatçıları yurt içinde ve dışında
              başarılı konserler vermektedir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni
              Orkestrasının yanında İstanbul ve İzmir'de iki senfoni
              orkestrası daha kurulmuştur. Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar
              Fakültesine bağlı bir müzik bölümü açılarak, öğretime
              başlamıştır. Bütün bu çalışmalar Atatürk'ün temelini
              attığı hizmetlerin devamıdır. Yeni nesiller bugün her türlü
              müziği rahatlıkla dinleyip sevebilmektedir.
 
 
 |