Atatürk müzik
eğitimi görmemişti. Ancak, her çeşit müziği seviyor, Klasik Türk
Müziği makamlarını biliyor , bazı şarkı ve türküleri başarıyla
söyleyebiliyordu. Falih Rıfkı Atay, O'nun türkü ve şarkı söyleyişini
Çankaya adlı eserinde şöyle anlatmaktadır : "Mustafa Kemal yalnız
Rumeli Türkülerini mat sesi ile güzel ve tatlı söylemekle kalmaz.
klasik alaturka musikisi makamlarım da bilirdi.'' ''Bilhassa
Rumeli türkülerini söylerken derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla
acısı gözlerinde yaşarırdı. O vatanı unutmaz, kaybettiğimiz Rumeli
ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, su ve çıngırak
seslerini duyar gibi, bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir, bizim
içinde olmadığımız hatıralar içine karışır giderdi. Ses
Sanatçısı Mualla Gökçay da hatıralarında Atatürk'ün müzik zevkini şu
cümlelerle belirtmektedir: "Ata umumiyetle Türk musikisini
severdi. Ama Rumeli türkülerini her şeye tercih ederdi. Rumeli
türkülerini bize bizzat kendisi meşketmişti. Arada bir :
-Konuşur gibi tane tane okuyun, diye ihtar ederdi. En sert
hocalardan daha titizdi. Musikiden çok anlar en ufak bir falso veya
hatayı hemen yakalardi' Bir araştırmaya göre, Atatürk'ün çok
sevdiği ve söylediği türküler şunlardır : Atabarı, Atladım bahçene
girdim (Rumeli Türküsü), Alişim'in kaşları kare (Rumeli Türküsü),
Ayağına giymiş sadef nalini (Rumeli Türküsü), Bülbülüm altın kafeste
(Trakya türküsü ), Dağlar dağlar (Rumeli Türküsü), Gide gide
yarenlerim darıldı, Köşküm var deryaya karşı (Rumeli Türküsü), Maya
dağdan kalkan kazlar (Rumeli Türküsü), Manastır, pencere açıldı
Bilal Oğlan (Bu Rumeli türküsünü radyo repertuarına bizzat Atatürk
kazandırmıştır.), Şahane gözler (Rumeli Türküsü), Yemenimin uçları
(Rumeli Türküsü), Zeynep.
|
Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli
bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925'te İzmir Kız Öğretmen
Okulu'nu ziyaretlerinde öğrencilerin "Hayatta musiki lazım
mıdır?'' sorusuna şu cevabı vermişti :
-"Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü
hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir.
Eğer mevzuu bahs olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal
vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi,
ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev'i şayan-ı
mütalaadır."
Müziğin insan hayatındaki ônemine işaret eden
ve dinlenecek müziğin çeşidine dikkati çeken Atatürk, her
konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak
istemiştir. Ata'nın Türk Müziği üzerinde yenilikler yapmak
istemesinin temel sebepleri şunlardır :
1. Ziya Gôkalp'in Türkçülüğün Esasları
eserindeki gôrüşlerinin etkisi:
Ziya Gôkalp'in müzik konusundaki gôrüşlerini Atatürk'ün
paylaştığını ve bu gôrüşler doğrultusunda çalışmalar
yaptığım gôrüyoruz, Gökalp'in Sayın Oransay tarafından
tamamı alınan gôrüşlerinden kısa bölümler şunlardır :
-''Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan
iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine
doğmuş olan Türk Musikisi, diğeri Farabi tarafından
Bizans'tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı Musikisi'dir. Türk
Musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır.
Osmanlı musikisi ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve
ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın
(kültürümüzün ) ikincisi ise medeniyetimizin
musikisidir."
-''Etnografya Müzesi bunlardan başka her
nahiyedeki lisani savtiyyat (fonetik) ile halk melodilerini (nağmelerini)
ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki
Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı
ve notacısı bulunmak lazımdır... Koşmalar, türküler ve nağmeler
de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır."
-"İstanbul'da mevcut bulunan Darülelhan, düm-tek
usulünün, yani Bizans musikisinin Darülelhanıdır. Bu müessese
iptidai unsurları halkın samimi melodilerinde tecelli eden ve
Avrupa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra asri mahiyet
alacak olan hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet
vermemektedir".
-"Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde
iki musiki vardı: Bunlardan biri Farabi tarafından Bizans'tan
alınan şark musikisi, diğeri eski Türk musikisinin devamı
olan halk melodilerinden ibaretti."
-"Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız
: Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan
hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de
gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın,
garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her
ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli musikimiz, memleketimizdeki
halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk
musikimiz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp
musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir
musikiye malik oluruz."
Atatürk'ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri
ve yaptığı yenilikler Ziya Gökalp'in görüşlerine ve programına
çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil
Ludwig'le yaptığı görüşmede Ludwig'in doğu müziğiyle
ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir :
-"Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir.
Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir. "
Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle
ilgili bilgiler; köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan müziğindeki
çeyrek seslerle Türk Müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak,
Farabi'yi de işin içine sokarak Türk Müziğini Yunanlılara
mal edivermişti. Şayet bizim müziğimiz Yunan kökenli olsaydı
bugün dünyanın 1 numaralı müziği olarak her yerde
dinlenirdi. Yunanlılar propagandayla bunu sağlarlardı. Müzikolog
Muammer Sun, Ziya Gökalp'in iddialarıyla ilgili olarak görüşlerini
şöyle açıklamıştır :
-''Bu konu çok tartışıldı. Bu müzik bize
Bizans'tan geçmemiştir. Araplar da bize hediye etmemişlerdir.
Bu musiki bizim insanlarımızın,
adı sanı belli insanlarımızın yarattığı
musikidir ve musikimizdir..................
Bizim Klasik Türk Musikimizi Araplara ve Bizanslılara maletme ve bir de Batılılaşmanın
etkisiyle alafranga-alaturka kavgası çıkmış, Batılılaşmacılar
alafrangacı, "Aman müziğimiz değişmesin,, diyenler de
alaturkacı olarak nitelendirilmişlerdir. Baştan itibaren
tamamen yanlış ve boşa kürek çekilmiş bir davadır "
2.
Montesqieu'nün görüşünün etkisi :
Atatürk
1930 yılında Alman gazeteci emil Ludwig'e, Montesqieu'nün
"Bir milletin musikicilikteki meyline ehemmiyet verilmezse o
milleti ilerletmek mümkün olmaz'' sözünü okuduğunu, tasdik
ettiğini, bunun için musikimize önem verdiğini söylemiştir.
1 Kasım 1934 tarihinde TBMM'ni açış nutkunda Montesqieu'nün görüşüne
yakın şu cümleyi söylemiştir :
-"Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü,
musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir."
3. Müzik bilginlerinin olmayışı, sanat seviyesinin düşüklüğü
Atatürk
döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu.
Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan'ın eğitimi
yetersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu.
Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle
Atatürk Ziya Gökalp'a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i
Cumhur Fasıl Heyetinde 1925-1930 yıllan arasında neyzenlik
yapmış ve Ata'nın huzurunda defalarca çalmış bulunan
Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile getiriyor
:
-''Musikimizin tarihini araştırdı, doğru dürüst
cevap alamadı. Nazariyatını sordu, iki cümleyi yan yana
getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha
derinlere inemedik.
...en büyük mürşit ilimdir, diyen büyük insan
bu münevver gençlerimizi tarihte karşısında bulsaydı
memlekette ne alafranga-alaturka davası, ne de sanat fukaralığı
bulunurdu."
8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra
Atatürk'ün etkisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de
Burhanettin Ökte hatıralarında İtalyan müziği ve Mısır'ın
meşhur şarkıcılarından Müniret'ül Mehdiye Hanım'ın
konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahneye çıkarak
acemice ''sultani yegah" faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk,
sinirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün
gazetelerde şu nutku yayımlanmıştır :
"- Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri
olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa
sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü'l Mehdiye Hanım
sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde
artık bu musiki, bu basit musiki Türk'ün çok münkeşif ruh
ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın
musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler
karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve
faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın
icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten
şen; şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark
olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı,
felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kabahatti"
4. Çağdaş uygarlık seviyesine yükselmenin
topyekün gerçekleştirilmek istenmesi :
Atatürk, Türk milletini çağdaş uygarlık
seviyesine çıkarmak için yenilikler yapmıştır .Bu
yeniliklerin sadece de devlet idaresinde ve sosyal hayatta yapılması
yetmiyordu. Ata, kültür konularında da çağdaş uygarlık
seviyesine ulaşılmasını istiyordu. Müzik de kültür konularından
biriydi. Batı'nın müzik bilgi ve tekniğinden yararlanarak Türk
Müziğini milletlerarası seviyeye çıkarmak Atatürk'ün müzik
konusundaki çalışmalarının amacını teşkil ediyordu. Bu
amaçla, o zamana kadar memlekette pek fazla yayılmamış ve öğrenilmemiş
olan Batı Müziğine daha çok önem vermiştir. Kazım Özalp'a
"Bizler alaturka müziğe alışmışız ama yeni nesiller
alafranga müziğe çalışmalıdırlar.'' ve Falih Rıfkı
Atay'a "Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin musikisi
garp medeniyetinin musikisidir'' demiş, Batı Müziğiyle
ilgili bazı kuruluşlar kurdurmuştur .Atatürk'ün Batı Müziğini
yayma ve öğretmeyle ilgili çalışmaları şunlardır :
-Muzıka-yı Humayun İstanbul'dan Ankara'ya
nakledilerek Riyaseti-Cumhur Orkestrası adım almıştır
(1924).
-Müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musiki
Muallim Mektebi açılmıştır (1924). Bu okuldan yetişen öğretmenler
okullarda Batı Müziğine dayalı öğretim yapmışlardır.
-İstanbul Darülelhan Şark Musikisi Şubesi kapatılmış,
okulun adı da İstanbul Konservatuarı olarak değiştirilmiştir
(1926). Şimdiki adı İstanbul Belediye Konservatuarıdır .
-1927 yılından itibaren Avrupa'ya müzik öğrencisi
gönderilmiştir. Cemal Reşit Bey, Ulvi Cemal Erkin, A. Adnan
Saygun, Necil Kazım Akses, H. Ferit Alnar gibi tanınmış
kompozitörlerimiz bu imkandan faydalanmışlardı.
-Alman müzikolog Paul
Hindemith'in yardımlarıyla Ankara Devlet Konservatuarı kurulmuştur
(1936). Devlet Opera ve Balesinin, Devlet Tiyatrolarının Senfoni
Orkestralarının sanatçı kadrolarının önemli bir bölümü
bu okuldan yetişmiştir.
Atatürk'ün
Batı Müziğine önem vermesi günümüzde Batı Müziği
taraftarlarınca yanlış değerlendirilmekte; Ata'nın yalnızca
Batı Müziğini istediği, Türk Müziğini yasakladığı şeklinde
yorumlar yapılmaktadır. Oysa Atatürk Türk Müziğine de
gereken önemi vermiştir .Memlekette Batı Müziğini yerleştirinceye
kadar Türk Müziğine bazı sınırlamalar koyması normaldi.
Ata'nın çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılırken izlediği
yol, Batı'mn aynen taklidi değil, Batı'nın bilim ve tekniğinin
milli öze uygulanmasıdır. Çankaya köşkünün incesaz takımının
başkam Hafız Yaşar Okur'a "Biz garbınkini hürmetle
dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle
dinlenecek bir halde olmalıdır." derken kastettiği bu
düşünceydi. Mesut Cemil tel de aynı konuda Atatürk'ün şu sözlerini
naklediyor :
-"Biz
çok defa bu musikinin tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte dinlediğimiz
hakiki Türk Musikisidir ve şüphesiz yüksek bir medeniyetin
musikisidir. Bu musikiyi bütün dünyanın anlaması lazımdır.
Fakat onu bütün dünyaya anlatabilmek için milletçe, bugünkü
medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz lazımdır. "
1
Kasım 1934 tarihinde TBMM'ni açış konuşmasında Türk Müziğinin
çağdaş uygarlık seviyesine getirilmesiyle ilgili çalışmaları
açıklamıştır.
-"Güzel
sanatların hepsinde, millet gençliğinin ne türlü
ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak
bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk
Musikisidir. Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü musikide
değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
Bu
gün dinletmeğe yeltenilen musiki yüz ağartacak olmaktan uzaktır.
Bunu açıkça bilmeliyiz. Milli, ince duyguları, düşünceleri
anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün
önce genel son musiki kaidelerine göre işlemek gerekir. Ancak
bu şekilde Türk milli musikisi yükselebilir, cihan şümul
musikide yerini alabilir.
Kültür
işleri Bakanlığı'nın buna değerince önem vermesini, kamunun
da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.
1
Kasım 1935 tarihli TBMM'ni açış konuşmasında da aynı konuya
temas etmiştir :
"Kültür kınavımızı yeni ve modern
esaslara göre teşkilatlandırmaya durmadan devam ediyoruz.
Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına
bu yıl daha çok emek verilecektir."
Atatürk 1 Kasım 1934 konuşmasında halk müziği
derlemeleri yapılarak, derlenecek ezgilerin genel musiki
kuralları içersinde işlenmesini, böylece Türk Müziğinin
evrensel müzik seviyesine yükselebileceğini belirtmişti. Müzik
yazan Faruk Yener Atatürk'ün müzik konusundaki çalışmalarının
amacını şu cümlelerle açıklayarak görüşlerimizi
destekliyor:"Atatürk, Türk Musikisinin kaynaklarından
yararlanılarak dünyaya iftiharla sunabileceğimiz bir gene dünyanın
anlayabileceği müzik getirilmesini istemişti... Biz musikimizi
dışarıya tanıtacak, sevdireceğiz. Operalarımızı konser
salonlarına, opera salonlarına sokacağız ve bundan bütün geniş
boyutlarıyla zevk alan bir kitle yaratacağız. Fakat bu demek değildi
ki, Atatürk için ne Halk Musikimiz ve folklorumuz ortadan kalksın,
ne de bize geçmişten, atalarımızdan gelen bir musiki türü
silinsin, yok edilsin ve yabancılaşmış bir kültürün,
yozlaşmış bir kültürün etkisi burada egemen olsun."
Ata'nın 1934 konuşması üzerine Türk Müziğiyle
ilgili geliştirici çalışmalara başlanacağı yerde zamanın
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Basın Yayın Genel Müdürü
Vedat Nedim Tör Türk Müziği yayınlarını radyodan kaldırmışlardır.
Bu yasaklama sekiz ay sürmüş, Atatürk'ün emriyle sona ermiştir.
Aynı şekilde Atatürk'ün çevresindekilerin O'nun görüşlerini
yanlış değerlendirmeleriyle 8/9 Ağustos Sarayburnu nutkundan
sonra da İstanbul'da aydınlar Türk Müziğini inkar yolunda
birbirleriyle yarışmışlar, Türk Müziği yayınlarını
yasaklamışlardır. Vasfi Rıza Zabu hatıralarında bu durumu
acı acı dile getirmekte Atatürk'ün şu sözlerini nakletmektedir:
-"Ne yazık ki benim sözlerimi yanlış anladılar.
Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle.
Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye
imkan var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz
Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onların
tekniği, onların ilmiyle onların sazları, onların orkestraları
ile Çaresi her ne ise. Mesela Ruslar ne yapmışlarsa. Biz de Türk
Musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk'ün
nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batı milletlerinin hazırdan
musikisini alıp kendim ize maledelim. Yalnız onları
dinleyelim demedim. Yanlış anladılar sözlerimi,
ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lafını
edemez oldum."
Atatürk'ün yakın çevresinde bulunup birçok çalışmalarında
emeği geçen kişilerden Ahmet Cevat Emre, Atatürk'ün Türk Müziği
konusundaki çalışmalarını yanlış değerlendirmeler karşısında
ölümüne yakın yıllarda "İki şeyde inkılap olmaz: Dilde ve
musikide" düşüncesine ulaştığını belirtiyor.
Atatürk, 1916-1917 yıllarında Diyarbakır'da görevli
iken taşındığı Celal Güzelses'i zaman zaman dinlemiş ve
sanatçıya bir saat armağan etmiştir.
Atatürk döneminde İstanbul Konservatuarın da Şark
Musikisi bölümü kapatılmış ancak Türk Sanat Müziği olarak
bildiğimiz müzik için repertuar tasnif ve tespit heyeti kurulmuştur
(1926). Bu heyet Türk Musikisinin Klasikleri sersinden 180 şarkının
nota ve güftesini, Dini Ezgiler serisinden de 6 ciltlik Tekke
Musikisi örneklerini tespit ve tasnif ederek yayımlamıştır
(1926-1939).
Atatürk "Bizim hakiki musikimiz" dediği,
halk müziğimizin derlenmesine ve kompozitörler tarafından işlenmesine
çok önem vermiştir. 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarında
bu konuya temas etmiştir. Daha 1924 yılında halk müziği
derlemelerine başlanmıştı. İstanbul Konservatuarı'nın
1924'teki halk müziği derleme anketinden sonra M.E.B. Hars Müdürlüğü
Seyfettin-Sezai (Asaf) Kardeşleri Batı Anadolu'ya derlemeye gönderdi.
Derlenen türküler Yurdumuzun Nağmeleri adı altında yayımlandı
(1925). İstanbul Konservatuarı 1926-1929 yıllan arasında
Anadolu'ya dört derleme gezisi düzenlemiş, bu gezilerde
derlenen ezgiler ''Halk Türküleri'' adı altında 15 defter
halinde yayımlanmıştır. 1929'daki 4. gezi sırasında bazı
halk oyunlarımız filme de alınmıştır. Devlet ödeneğiyle
yapılan dört derleme gezisine başta Konservatuar Müdürü
Yusuf Ziya (Demircioğlu), Rauf Yekta, Dürri Turan ve Ekrem Besim
Beyler, Muhittin Sadık (Sadak), Mahmut Ragıp (Gazimihal), Ferruh
(Arsunar), Abdülkadir (İnan) Beyler katılmışlardır. İstanbul
Konservatuarı devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği
uzmanlarının iştirakiyle 1932 yılında beşinci bir derleme
gezisi daha düzenlemiştir.
Derleme çalışmalarına bir süre ara verildi.
Atatürk'ün 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarından ve
Ankara Devlet Konservatuarı'nın kurulmasından sonra halk müziği
derlemelerine yeni bir ruhla tekrar başlandı. 1936 yılında
Ankara Halkevi'nin daveti üzerine tanınmış Macar Müzikologu
ve bestecisi Bela Bartok (1881-1945) Ankara'ya gelmişti. Bartok,
üç konferans vererek halk müziği ürünlerinin derlenmesinin
önemine dikkatleri çekti. Kendisi de Adana yöresinde
derlemeler yaptı (18-25 Kasım 1936). Halk Müziği derlemelerine
Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün
idare ve himayesi altında 1937 yılında başlanmıştır. Atatürk
döneminde 1937 ve 1938 yıllarında iki büyük derleme gezisi
yapıldı. 1937 yılındaki geziye Ferit Alnar, Necil Kazım
Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Muzaffer Sarısözen
ve teknisyen Arif Etikan, 1938 yılındaki iki derleme gezisine
ise Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken,
Tahsin Banguoğlu, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Taşkıran,
Muzaffer Sarısözen, teknisyenler Arif Etikan ve Rıza Yetişen
katılmışlardır. Halk müziği derleme gezilerine Atatürk'ün
ölümünden sonra da 1953 yılına kadar devam edilmiş, aşağı
yukarı bütün iller dolaşılmış 10.000 civarında ezgi
derlenmiş, 2000 kadar Muzaffer Sarısözen tarafından notaya alınarak
Yurttan Sesler programlarıyla yurda yayılmıştır.
19 Şubat 1932'de Atatürk'ün isteğiyle kurulan
Halkevlerinde halk müziğimiz konusunda yaşatıcı çalışmalar
yapılmıştır. Halkevlerinin 1. döneminde (1932-1951) Türk
Folklorunun hemen hemen bütün dallarında derleme, araştırma,
eğitim çalışmaları başarıyla yürütülmüştür. Halkevleri
yöre halk şairlerinin, ses ve saz sanatçılarının toplandığı
yerlerdi. Birçok genç Halkevlerinde bağlama çalmayı, türkü
söylemeyi öğrenmiştir. Halkevleri dergilerinde ve kitap yayınlarında
Türk Folkloruyla, bu arada halk müziğimizle ilgili pek çok
bilgi bulunmaktadır.
Atatürk'ün doğumunun 100. yıldönümünü
kutladığımız 1981 yılında Türk Halk Müziği yurdun dört
bir köşesinde en çok sevilen müziktir. Türk Sanat Müziği'ndeki
ağlatıcı, ruh karartıcı, içkiye teşvik edici şarkılar TRT
yayınlarında yok denecek kadar azaltılmıştır. Bunların
yerini yaşama sevinci verecek yüzlerce, binlerce yeni beste
almıştır. İstanbul ve Ankara' da düzenli opera ve bale
temsilleri verilmektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir'deki 5
Konservatuar ihtiyaç duyulan sanatçıları, bestecileri, araştırmacıları
yetiştirmektedir. Türk sanatçıları yurt içinde ve dışında
başarılı konserler vermektedir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrasının yanında İstanbul ve İzmir'de iki senfoni
orkestrası daha kurulmuştur. Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesine bağlı bir müzik bölümü açılarak, öğretime
başlamıştır. Bütün bu çalışmalar Atatürk'ün temelini
attığı hizmetlerin devamıdır. Yeni nesiller bugün her türlü
müziği rahatlıkla dinleyip sevebilmektedir.
|