Bu bildiride sizlere, manevi yapımız gevher taşı,
millî şiirlerimizin en dokunaklısı olan, tesiri yüreğimizi
kaynatarak damarlarımızı yakan Emirdağ yöresi ağıtlarını çeşitli
yönlerden incelemeye çalışacağım.
Bilindiği gibi, ağıtlar çoğu kez kaleme alınıp yazıya dökülmezler
ve onları söyleyen kişilerin ölümüyle de silinip giderler.
Onlardan geriye bölük, pörçük birkaç dörtlükten başka birşey
kalmaz. Bu bildiriyle az da olsa bu değerlerin saklanmasına
katkıda bulunursam mutluluk duyacağım.
Ege Bölgesi'nin iç Batı Anadolu bölümünde yer alan Emirdağ ilçesi
Afyonkarahisar iline bağlıdır. İlçenin doğusunda Konya'nın Yunak,
güneyinde Afyonkarahisar'ın Bolvadin, Kuzeyinde Eskişehir'in
Çifteler ve Sivrihisar ilçeleri, batısında ise Afyonkarahisar il
merkezi yer alır. Tarih boyunca birçok medeniyetin yaşadığı
Emirdağ yöresine son olarak Oğuzlar'ın Bayat, Bayındır, Çepni,
Döğer, Karaevli, Kayı, Peçenek, Yıva ve Yüreğir boylarına bağlı
âşiretler yerleşmiştir. Emirdağ'ın ilk adı yöreye yerleşen
Muslucalu Türkmenlerinden dolayı "MUSLUCALU" dur. 1866'da devrin
hükümdarı Sultan Abdülaziz'den dolayı "AZİZİYE" adını alan ilçe,
1932 yılında güneyinde yükselen Emirdağlarına atfen "EMİRDAĞ"
adını almıştır. Zengin bir tarih ve folklor hazinesine sahip olan
ilçenin bugüne kadar üzerinde en az durulmuş konularından birisi
de ağıtlardır.
İnsanoğlu, hayatın en büyük gerçeği ölüm karşısında uysal,
teslimkâr, az isyancı fakat olabildiğince üzüntülüdür. Ölüm
karşısındaki bu üzüntüsünü düzenli düzensiz söz ve ezgilerle ifade
edilmiştir. İşte, insanoğlunun yüreğinin titreyişi sonucu
söylediği bu şiirlere "AĞIT" adı verilmiştir. Şu halde ağıtlar,
ölen kişinin ardından dökülen gözyaşları ve çekilen gönül
ızdırabının acı dolu terennümleridir.
Bugüne kadar birçok araştırmacı ağıtlar konusunda çeşitli görüşler
ortaya atmıştır. Bu konuda Sadettin NÜZHET şöyle diyor: "İhanet
eden, sadakâtsizlik gösteren aşk, tatmin edilemeyen muhabbet,
gençliğin geçişi, ömrün kısalığı, cihanın fâniliği, feleğin
sitemleri, talak mak'ussiyeti, iftiraklar, tahassürler… ilk
insanları ağlatmışlar veya onlara ağıtlar söyletmişlerdir. Şu
halde ağıt denilen manzumeler beşeriyetle beraber doğmuştur.
Eşlerinden, yavrularından, yurt ve yuvalarından ayrılan hayvanlar
nasıl üzüntülerini hazin seslerle, feryâd ve figânlarla ilân
ederlerse beşerde mustarihane nevhalarını düzdüğü sözlerle kâinata
haykırmıştır "1
İslamiyet'ten önceki devirlerde "sagu" deyimi ile karşılanan ve
hiç şüphesiz "sıgtamak" ağlamak" fiilinden türemiş ağıta bugün
Azerbaycan'da "ağı" Kerkük Türklerinde "sazlamağ", Türkmence'de
"ağı" yanında "tavs", "tavşa" adları verilmektedir.2
Fransızca'da " èlègie" kelimesiyle ifade olunan ağıda,
Çağatayca'da "yığlamak", Kırgız-Kazaklarda "coktav" denilmektedir.
Ağıt-ağıtçı kelimesine ilk defa "sıgıt-sıgıtçı" olarak Orhun
Kitâbelerinde rastlıyoruz. Kültigin öldüğü zaman, kardeşi Bilge
Kağan'ın ağzından Yulığ Tigin onun cenaze merasimini şöyle
anlatıyor: "Yugcı, sıgıtçı, Kıtay, Tatabı budun başlayu Udar
Sengün kelti" yani "Ağlayıcı ve sızlayıcı olarak Hıtay Tatabı
milletlerinden Udar-Sengün geldi" denilmektedir. (Birinci âbide,
şimâl ciheti)3 gösteren
ifâdelere rastlamak mümkündür.
Oğuz destanlarında da anlatıldığına göre, Basat da ağabeyi Kıyan
Selçuk'un Tepe-Göz tarafından öldürüldüğünü öğrenince hüzün verici
bir ağıt söyleyerek uzun uzun ağlamıştı.4
Kaşgarlı Mahmud'un Alp Er Tunga'nın yoğ törenindeki ağıttan aldığı
şu beyitte tören şöyle tasvif ediliyor:
Herkes kurt gibi uluşuyor
Yakasını yırtarak bağırıyor
Ünü çıkınca haykırıyor
Gözü örtülesiye kadar ağlıyor 5
Türkmen töresinin anlâm ve özelliğini kaybetmeden günümüze kadar
geldiği Emirdağ yöresinde, ölenin ardından ağıt söyleme geleneği
yıllardır sürdürülmektedir. Ağıt söyleme "ağıt yakma" olarak
tanımlanır. Bu gelenek Emirdağ toplumunda o kadar yer etmiştir ki,
ardından ağıt yakılmayan kişiler için "ölüsü garip oldu"
denilmekte ve böyle kişiler toplumda sevilmeyen kişiler olarak
görülmektedir. Bu nedenle, Emirdağ yöresinde ardından ağıt
yakılmayan ölü yoktur.
Ağıt geleneği sadece Emirdağ'da yaşayan Türkmenler arasında değil,
Emirdağ'dan çeşitli vesilelerle göç edenler arasında da halen
devam etmektedir. Bununla ilgili bir anekdotu sunmak istiyorum.
Avrupa ülkelerinde, özellikle Belçika'da 30.000'e yakın Emirdağlı
yaşamaktadır. Bunların birçoğu her yıl yaz aylarında yıllık izne
gelirler. Benim de çok yakın akrabalarım orada bulunuyor.
Kendilerine, Belçika'da ölenler için ağıt yakıp-yakmadıklarını
sordum. Ağıtçılığı ile de tanınan dayımın hanımı Gülsüm Tapmaz "
ağıt yakılmaz mı hiç? 3-5 kadın birleşir höyküre höyküre ağlarız…"
dedi. Hatta, Emirdağ'da ölen yakınları için de toplaşıp ağıt
yaktıklarını söyledi.
Emirdağ'da ağıt, ölüm hadisesinin oluş şekline göre, ölü kalkmadan
veya kalktıktan sonra yakılıyor. Ama, asıl ağıt yakma âdeti, ölü
kalktıktan sonra başlar. Çünkü, ancak o vakit bütün eş, dost ve
akrabalar "başsağlığına" gelirler. Fakat bu gelenler ölü sahibini
teselli edecekleri yerde onun dertlerini tazeliyorlar. Ölüye gidip
de ağlamamak ayıp sayılıyor. Ölü evine gelenlerin kimi "vah tuf"la
dizlerini döğer, kimisi de ağıt söyleyerek bir görevi yerine
getirmek, ölene fazla yandıklarını göstermek için ağlamaktadır.
Kafiye tutturmakta güçlük çeken ağıtçılar bilinçli olarak
hıçkırarak ağlarlar. Söyleyişe uygun kafiyeyi bulduktan sonra da
kaldıkları yerden devam ederler. Daha da bu yükün altından
kalkamayanlar bayılmayı ve kriz geçirmeyi çare olarak görürler.
Bayılma olayına "diş kitlenmesi" denir. Birkaç kadın tahta kaşığın
sapıyla dişleri açarak bayılan kadını ayıltmaya çalışırlar. Ayılan
kadın ağıda kaldığı yerden devam eder.
Emirdağ'da ağıt yakmakla tanınan kadınlar vardır. Topakkız (Gülsüm
Köse), Halide'nin Döne (Döne Öksüz), Almalı Hanım (Akın) gibi
yörede ünlü ağıtçı kadınların 60-70 yıl önce söylediği ağıtlar
günümüze kadar gelmiştir. Emirdağ'da ağıt yakanlara herhangi bir
ücret ödenmez. Bu iş dostluk için "hasbi" olarak yapılır.
Ağıt yakan kadınların yanına "soyka" adı verilen ölünün elbisesi
getirilir. Tabii ki bu hadise hisleri biraz daha kamçılar. Eğer
ölü sahibinde de ağıt yakmak kabiliyeti varsa o vakit ağıt dialog
şeklini alır. Bir dörtlük ağıt yakan, bir dörtlük ölü sahibi
söyler. Buna orada bulunan başka kadınlarda dörtlüklerle iştirak
edebilir. Karşılıklı söylenen dörtlükler bazen soru-cevap, bazen
de atışma ve taşlama şeklini almaktadır. 1928 yılında Çıka dayı
tarafından öldürülen Cerci(Yusuf Kalender)'ye Bacısı Topakkız(Gülsüm
Köse) ile Topakkız'ın kızlarından Fatma Tapmaz, Telli hanım ve
Ekiz Türkmen'in karşılıklı söyledikleri ağıdı sunuyorum:
Fatma Tapmaz: Kumaştan işlikte kadife yelek
Beylere düşmemiş boyalı konak
Dilerim dayım da sağlığına dilek
Gurbanlar olurum Cerci Dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma
Topakkız: Anamın oğlu da çınar ağacı
Beş çobanı vardı üçü deveci
Duymuşda geliyor şu Deli Hacı
Hacı gelmeyince Çıka vurulmaz
Beyime beyime Cerci beyime
Güzel gelinlerin harcı beyime
Fatma Tapmaz: Aşağıdan gelen onun yaylısı
Parıl parıl parıldıyor aynısı
Bir değilidi de iki karısı
Dayımı dayıma Cerci dayımı
Güzel gelinlerin harcı dayıma
Topakkız: Ağam ata biner doğan kuş gibi
Cemalettin ile bir kardeş gibi
Geldi geçti hayalinen düş gibi
Gurbanlar olurum yaralı beyim
Bozhöyük buraya aralı beyim
Fatma Tapmaz: Ayağına giyer parlak ilastik
Yaylısının içi al yeşil yastık
Mahşeremi kaldı şu bizim küslük
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma
Telli Hanım: Açın pencereyi yeller işlesin
Kürkünde de yaz davarı kışlasın
Karıları istilahhı boşlasın
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma
Ekiz Türkmen: Sabahleyin kalktım poyraz havası
Gaterlenmiş çaldan gelir devesi
Bu dünyada kalmışımış havası
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma
Fatma Tapmaz: Topakev tutardı halat urganlı
Karyolada yatar balâ yorganlı
Hocaya da gider önü kurbanlı
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma
Topakkız: Averen'de kırkılırdı yapağı
Sürüden kıymetli tombul köpeği
Çıka dayı boşmu buldu sokağı
Gurbanlar olurum Cerci dayıma
Güzel gelinlerin harcı dayıma
Emirdağ'da ağıt sadece ölüm olayı ile sınırlı değildir. Bunun en
güzel örneği, Millî kahraman Atatürk'ün mezârının İstanbul-Dolmabahçe
sarayı'ndan Ankara'ya nakledilmesi sırasında aşağıda sunacağım
Halide'nin Döne'nin söylediği ağıttır:
ATATÜRK'E AĞIT
Sana diyom sana Mustafa Kemal
Riyâkâr kulların yalandan yanar
Bu dünyada senin başına döner
Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya
Işık dünya başımıza dar geldi
Gazi baba hepisinden zor geldi
Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya
İstanbul'dan Ankara'ya yürüdü tren
Moskof'un kralı salına duran
Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya
Paşalar içinde Gazi'dir süslü
İresmi geçitte de milleti yaslı
Sarayın içinde kılıcı paslı
Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya
İsmet kondu sarayına yurduna
Ağladı askerin düştü ardına
Anan kızı olsayıdı yanarıdı derdine
Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya
İstanbul'un etirafı denizden avlu
Ne bir kızı kalmış nede bir oğlu
Saraydan eğlenmez Paşa'nın göynü
Saraya gel Gazi baba saraya
Sen düşürdün bir soğukluk araya
Ağıtçı kadının ölenin yakını olması da gerekmez. 1947 yılında,
Başkonak köyünün Arzılı mahallesine bir askeri uçak düşer ve
kazada iki pilot subay şehit olur. Bunun üzerine ünlü ağıtçı
Halide'nin yaktığı ağıdı sunmak istiyorum.
PİLOTLARIN AĞIDI
Zabitlerin gözünd(e) olur gözlüğü
Yanmış tayyaresi kalmış tozluğu
Tükenmiş mi yiğitlerin azığı
Dumanlı dağlardan geçemedin mi?
Kırıldı kanadın uçamadın mı?
Hava sisli görmemiş yolunu
Kapmışda koyvermiş direksiyonu
Bunlar ölmüş ölümlerin zorunu
Dumanlı dağlardan geçemedin mi?
Kırıldı kanadın uçamadın mı?
Kanadım kırıldı "uçamam" demiş
Dumanlı dağları "aşamam" demiş
"Vay anam" demiş de yanmış can vermiş
Dumanlı dağlardan geçemedin mi?
Kırıldı kanadın uçamadın mı?
Öyle ağıtlarımız var ki, gidipde dönmeyenlerin, vatan için can,
bayrak için kan verenlerin ağıdı. Plevne'de, Yemen'de,
Sarıkamış'ta, Çanakkale'de kalanların ağıdı. Suvermez köyünden
Devecioğulları sülâlesinden Macar lâkaplı Salih'in Çanakkale'de
şehit düşmesiyle, anası tarafından yakılan ağıt böyle bir ağıttır.
ÇANAKKALE AĞIDI
"Hücûm" demiş Alamanın zabiti
Yavrumun kefeni asker kabutu
Salına girmeye yoktur tabutu
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz gabire goydular m'ola
Topun dumanı da ağmış havaya
Gözlerim yavrumu dönmez sılaya
Goltuğuna girmiş çifte sıhhıya
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola
Çanakkale nerde, suvermez nerde?
Her ana dayanmaz bu zalim derde
Ahmed'in babasız eğlenmez evde
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola
Derinimiş Çanakkale deresi
Goygunumuş şehidimin yarası
Acıya dayanmaz garip anası
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola
Senin yavrum beşik ile belede
Yadigârın galdı yavrum geride
Bir gelin eğlenmez ıssız bir evde
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz garibe goydular m'ola
Bir günüm doğarda, bir günüm batmaz
Şu ıssız evlerde bir gelin yatmaz
Oğlumun yerini kimseler tutmaz
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz gabire goydular m'ola
Emirdağ yöresi ağıtlarında, değişik bir anlatım tarzı kullanarak
ölenin iyi yönlerini anlatır. Nasıl öldüğü, ölümünün ne gibi
sonuçlar doğuracağı anlatılır. Kocası öldükten sonra çocukları ile
birlikte evden çıkarılacağından korkan kadın bu endişesini ne
güzel ifade ediyor:
Abdil ağam hatırıma değerse
İzzet ağam dükkanından kovarsa
Beş tane guzumda boyun eğerse
Kapıdan kovsalar ben yine gitmem
Beş tane guzumu ben öksüz etmem
( Bayram beyin ağıdından )
Bir başka ağıtta da buna benzer ifadelere rastlıyoruz:
Dayım öğkecektir beni kovarsa
Abdil ağam hatırıma değerse
Nuri'm de kapıdan boyun eğerse
Üç tane guzuyu ben öküz etmem
( Emir ağanın ağıdından )
Bazı ağıtlarda ölü sanki konuşuyormuş gibi bir hava vardır. Adi
bir suçtan dolayı hapse düşen bir süre sonra hapisten kaçan
Demircili köyünden Gıldolak lâkaplı Mehmet Kantar, Emirdağlıların
Karataş mevkiinde müfreze tarafından vurulur. Vurulması üzerine
yakılan ağıtta :
Gıldolak demeyin Mehemmet deyin
İşte ben ölüyom adımı goyun
Gınamam komşular sizler de duyun
Alınan avlandım ona yanarım
Ceviz dalı gibi sallanamadım
Mavzer omuzumda davranamadım
Dostum düşman imiş ben bilemedim
Ben bin elâ gözlü yârden ayrıldım
Yöremizde, ölmeden önce kendi ağıdını söyleyenlere de
rastlanmaktadır. Ailesi tarafından sevdiği gençle evlendirilmeyen
ve zorla amcasının oğluna verilmek istenen Hamzahacılı köyünden
Rabia adlı genç kız, intihar etmeden önce kendi ağıdını yazmıştır.
Altınıma ben boynuma dizerim
Ağlayı ağlayı destan yazarım
Zorunan kötüye veriyor babam
Ölümünen olsa gene bozarım
Keşif geldi kapımıza dayandı
Sarı saçlar fışkılara boyandı
Sana diyom sana ey zalim baba
Biricik kızına nasıl dayandı
Evimizin önü üç dallı kiraz
Bir yanı kırmızı, bir yanı beyaz
Kutnu yorganlarda yatmaz iken
Fışkının içinde ne aman ayaz
Ağıtlarda halk şairlerinin eserlerinden, daha evvelki ağıtlardan
parçalar bulunabiliyor. Bunların mevzu ile en çok alâkalı ve ağıt
haline gelmeye elverişlilerinden mısralar, beyitler, hatta bazen
ufak değişikliklerle kıt'alar alınıyor. Bir ağıttaki,
Ağam ata biner bağrı yukarı
Silah takınır da gümüş tokalı
Babanız oldu da öte yakalı
Babasız kızımı gelin ediyom
( Esad ağanın ağıdından )
mısraları ile bir başka ağıttaki,
Dayım ata biner uyru yukarı
Sim kılıç takınır altın tokalı
Acısı burada öte yakalı
Niye godun gittin allı gelini
İleri durdunda verdin serini
( Atağ beyin ağıdından )
1981 yılında, Karacalar köyünden " sini " çalıp, türkü
söylemesiyle tanınan Kepaze'nin Nuri ( Nuri İN )'den derlediğim
türkünün bir dörtlüğündeki:
Karacalar derler derenin içi
Gıyak gelinlerin sallanır saçı
Gelin arkadaşlar yanıma gelin
Yüklenmiş gidiyor gelinin göçü
mısraları, Hamzahacılı köyünden Rabia'nın ağıtı'nda şöyledir:
Hamzahacılı derler derenin içi
Yârden ayrılanın sallanır saçı
Ne sen bana doydun nede ben sana
Yüklendim gidiyom ardıma göçü
Türküde yer alan Karacalar köyü dere içinde, çukur bir arazide
kurulmuştur. Oysa, Hamzahacılı köyü düz, ovalık bir arazidedir. Bu
nedenle, ağıttaki ilk iki mısranın kafiye tutturmak, ağıda ahenk
kazandırmak için doldurma mısralar olarak kullanıldığını
görüyoruz.
Sonuç olarak, Emirdağ'da ağıt geleneği sürüp gidiyor. Emirdağ'ın
köylerinden bir çoğunu gezdim bir çok ağıt dinledim ve derledim.
Bunların bir kısmını " Her yönüyle Emirdağ " adlı kitabımda
yayınladım. Bu konudaki çalışmam halen devam etmektedir.
Bu çalışmanın bizden sonra yapılacak çalışmalara basamak teşkil
etmesi dileğiyle, derlediğim bir kaç ağıdı sunuyorum.
AĞITLARDAN ÖRNEKLER
Ceylan Elmas, bir ailenin tek erkek çocuğudur. Elektrik çarpması
sonucu ölür. Ölümü üzerine daysının kızı tarafından aşağıdaki ağıt
yakılır.
Direkten tutmuşda yakmış elini
Yetişip de soramadık halini
Neymiş halam da oğluyun suçu
Savcı, polis çevirmişler yanını
Bir bavulda kitapları basılı
Kendi resmi başucunda asılı
Kurbanlar olurum gademsiz halam
Gayri Ceylan'ından ümit kesildi
Hemi berber idi hemi talebe
Düğün mü ediyon başın kalaba
Gurbanlar olurum garip Ceylan'ım
Halamı goyup da gitme mezara
ESAD AĞA'NIN AĞIDI
Ağıt 1963'de karısı Fadime hanım tarafından yakılmıştır.
Göğüs yayla derler sivri kaleli
Yaylaya göçerdik gater develi
Gelir ağaların boynu kefeli
Gurbanlar olurum kibar beyime
Kır atın üstünde kibar beyine
Ahırıma besereğim bağlanır
Ağnağımda çifte gater yağlanır
Kızın gelin olur, oğlun evlenir
O zaman isterim yadın oğlunu
Ağam ata biner bağrı yukarı
Silah takınırda gümüş tokalı
Babanız olduda öte yakalı
Babasız kızımı gelin ediyom
Ağam dayanmadan binerdin ata
Daha yol mu kaldı gabirden öte
Biz bilerek ağamıza yapmadık hata
Gurbanlar olurum aslan beyime
Ağam beygirini çeker bayıra
Öksüz çocukların Allah gayıra
Ben de güvenmiyom işin sonuna
Gözle yavrularım baban gelecek
Bir ıvga geldi de boyumu aştı
Kızın gelin oluyo tebdilim şaştı
Babalı zamanlar aklıma düştü
Gadir mevlâm gediciğin oldu mu?
Kötü gader dediciğin oldu mu?
Hemi ağayıdı, hemi beyidi
Ardımı verdiğim karlı dağıdı
Bir gün evvel kibar beyim sağıdı
Sen ölüp de kalışıma ne dersin?
Benden evvel gidişine ne dersin?
Çıkar çıkar merdiveni dinlenir
Erzurum'da, Kayseri'de söylenir
Feryadıma hep bülbüller dillenir
Gurbanlar olurum kibar beyime
KUBAT OĞLU ABDİL'İN AĞIDI
Karacalar köyünden Abdil Kubat'ın ölümü üzerine, karısı tarafından
aşağıdaki ağıt yakılmıştır.
Abdil ağam Kubatların yiğidi
Köyünün içinde sanki beyidi
Dilden dile destan olsun ağıdı
Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma
Aldığı motoru goşulu kaldı
Atlarının alnı poşulu kaldı
Yeni yaptığı ev döşeli kaldı
Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma
Yandım bu ateşe kavruldu özüm
Bir oğlum olsaydı deseydim guzum
Babasız yetimdir üç tane gızım
Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma
Cenazesi geldi Emirdağ'ından
Ciğerlerim sökülüyor bağından
Figân koptu Karacalar köyünden
Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma
Eşi, dostu Karacalar almadı
Gınaman komşular aklım kalmadı
Herkes geldi Abdil ağam gelmedi
Eşime eşime Abdil eşime
Yârime ağlarım kendi başıma
KAYNAKLAR
(1) Konya Halkiyat ve
Harsiyatı, S. Nüzhet-M. Ferit, Sh-109
(2) Halk Edebiyatına Giriş, Prof. Dr.
Şükrü Elçin, Sh-287
(3) Edebiyat Araştırmaları, Prof. Dr.
Fuad Köprülü, Sh-90
(4) Oğuzlar, Prof. Dr. Faruk Sümer, Sh-405
(5) Eski Türk Dini Tarihi, Prof. Dr.
Abdülkadir İnan, Sh-61
KAYNAK KİŞİLER
1- Elif Yaldızkaya, 80 yaşında, Ev kadını, 2 çocuklu, Okur-yazar
değil.
2- Dudu Kâhya, 75 yaşında, 5 çocuklu, Okur-yazar değil.
3- Döne Kocaman, 64 yaşında, 7 çocuklu, Okur-yazar değil.
4- Gülsüm Tapmaz, 61 yaşında, 6 çocuklu, Okur-yazar değil.
5- Fakı Edeer, 36 yaşında, Mahalli sanatçı, İlkokul mezunu.
6- Ulviye Yaldızkaya, 50 yaşında, Ev kadını, 5 çocuklu, Okur-yazar
değil.
|