Popüler (populaire) sözcüğünün sözlüklerde; biri
"Halkın zevkine
uygun, halk tarafından tutulan", diğeri "herkesin tanıdığı"(Türkçe
Sözlük 1988:1195) olmak üzere iki anlamı verilmektedir.
Bu tanımlardan yola çıkıldığında "popülerlik nasıl olmalı, ölçüsü
ne olmalı, popüler kültürden ne anlamalı, popüler müzik kavramıyla
hangi doğrulara ya da yanlışlara ulaşmalıyız. Yapılanlar ya da
gerçekleştirilenler halkın zevk ve düşüncesine uygun mu, yoksa
herkesin tanıdığı mı olmalı" vb. sorulara karşılık bulmak
sanıldığı kadar kolay değildir. Eğer üzerinde durulacak konu
popüler kültürün bir öğesi olan müzik ise bunun boyutlarını tespit
etmek daha da güçleşecektir.
Bu karmaşık yapı içinde Türk müziğinin durumuna bakmak, genel
olarak Türk kültür tarihine bakıldığında Türk müziğinin temelini
oluşturduğu kabul edilen ve "musiki şiir" olarak literatürdeki
yerini alan Türk halk müziğinin doğuşundan itibaren gelişme
sürecini mercek altına almak, bu konu üzerinde önemli ve kalıcı
kararlar vermek elbette kolay değildir. Müzik alanının bütün güç
ve zor şartlarına karşın özellikle sosyokültürel bakımdan
irdelenmesi, araştırılması, incelenmesi ve üzerinde önemle
durulması gereken bir boşluğa sahip bulunduğunun da bilincindeyiz.
Bu bilinçten hareketle bir müzik araştırıcısı, bir müzik
eleştirmeni olarak değil ama bir müzik dinleyeni, "popüler"
kavramının içinde yer aldığını düşünen bir halk müziği dinleyeni,
kısacası bir "türkü" dinleyicisi olarak belki de bir takım
endişelerden kaynaklanan bazı düşüncelere burada yer vermek
istedim.
Türk kültür tarihine bakıldığında, Türk kültürünün oluşumunda
temel öge olarak yer alan somut olmayan sözlü gelenek ürünlerinin
başında müziğin geldiği bilinmektedir. Milat öncesi arayışlar
dönemi ritüellerinden olan "av, yuğ, şölen" gibi törenlerin özünde
müzik bulunmaktadır. Köprülü'ye göre Türk edebiyatının doğuşunu da
bu "musikişiir" oluşturmuştur.(Köprülü 1986: 1054) Ozanlar, bir
gelenek icrası olarak binlerce yıl geliştirmiş, sanata
dönüştürmüş, bulundukları coğrafyada yaşayan insanların zevkine ve
icra ortamına göre biçim vermiş, popüler kültürün ayrılmaz bir
parçası olarak kopuz vb. enstrümanları eşliğinde insanına sunmuş,
onun yaygınlaşmasını, kısacası popüler hale gelmesini
sağlamışlardır. Önceleri "koşuk, koşak, sagu, ir, yır, cır" gibi
terimlerle adlandırılan bu Türk halk müziği ürünleri yeni
coğrafyalarda, muhtemelen 13. yüzyıldan itibaren "türkü"ye
dönüşmüştür. "Türke özgü" anlamına gelen "türkî" söyleyişinden
"türkü"ye dönüşen ve söyleyiş biçimi olarak da Türkçeleşen bu
terim, bugünkü bilgiler ışığında yazılı kaynaklarda ilk olarak 15
yüzyılda Ali Şir Nevai'nin Miznü'1Evzan'ında görülmektedir. Aynı
yüzyılda Türkiye sahasında da "türkü" icra edildiği Atsız
tarafından belirtilmektedir. (Dizdaroğlu 1968: 258259)
Tarih içinde Avrupa Hunlarmda, özellikle Attila döneminde,
Memluklularda, Selçuklularda büyük önem verilen, sarayda icra
edilen bu halk müziği türü, Osmanlıda bir ara sarayın kabulleri
dışında yer almıştır. Osmanlıda belki bir süre sarayın dışında
tutulan bu gelenek ürünü, lö.yüzyılda sarayın içinde yer almamakla
birlikte sarayın desteğini almış, saray tarafından
"türkü" icra ortamları olan "kahvehane"lerin açılması
sağlanmıştır. Bu icra ortamlarında geleneğin kaynak kişileri olan
ozanlar (âşıklar), yeni yeni halk müziği ürünlerinin, türkülerin
ortaya çıkmasını ve popülerleşmesini sağlamışlardır. Ayrıca saray
tarafından yapılan sünnet düğünü ve benzeri toplantılarda türküler
söylendiği "surname" vb. kaynaklarda belirtilmektedir.
18. yüzyılda Batıdan esen "romantizm" rüzgârları Osmanlı
coğrafyasında yaşayan Türk insanını da etkilemiş, bu dönemde Türk
halk müziğine doğru bir yöneliş görülmüştür. Nedim gibi klasik
şiirin usta şairleri bile bu rüzgârdan etkilenme sonucu "türkü"
formatında şiirler yazmıştır. 19 yüzyıl ise romantizmin resmî bir
hüviyet kazanmasıyla birlikte halk müziği sarayda da temsil
hakkını elde etmiştir.
Türk halk müziği denilince akla ilk gelen şüphesiz türküler
olmaktadır. Türk kültüründe önemli bir yeri olan türkülerin
derleme ve tespit çalışmalarına ancak 19. yüzyılın sonlarında
başlanabilmiştir. Bilimsel anlamda ilk türkü derleyenlerin başında
îgnacz Kunos gelmektedir. Derlediği ilk türküler arasında ise 1885
yılında Adakale'de derlediği;
Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu
Bülbülün figanı bağrımı deldi
Gül alıp satmanın zamanı geldi
Aldı Nemse bizim Nazlı Budin 'i
Ve
Şu Ada 'dan gelip geçtim
Acı tatlı suyun içtim
Ben yârimden ayrı düştüm
Hey Ada, güzel Ada, kal selamet şirin Ada (Kunos 1998: 11)
gibi dörtlüklerin yer aldığı türküler bulunmaktadır.
Cumhuriyetle birlikte Halk müziğine yöneliş eğilimleri
görülmüştür. Özellikle Atatürk'ün Türk toplumunun kendi varlığının
bilincine varması, kendi özgüvenini yeniden kazanması için
söylediği şu sözler büyük ölçüde cesaret vermiştir:
Genellikle incelemelerimizde ve düşüncelerimizde esas olarak kendi
memleketimizi ve gereksinimlerimizi almalıyız. Aydınlarımız belki
bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama öncelikle
kendimizi bilmeliyiz. Çünkü her milletin kendine özgü özellikleri
vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi
olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı
olabilir ne de kendine özgü olabilir. Bir millet için mutluluk
olan bir başka millet için felaket olabilir. Aynı koşullar birini
mutlu, diğerini mutsuz yapabilir. Onun için de dünyanın her türlü
halinden, zevkinden, ilminden yararlanalım, ama unutmayalım ki
asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız. (Güngör 1990:50)
Cumhuriyet döneminde türkü derleme ve bilimsel yönden inceleme
faaliyetlerine Muzaffer Sansözen(Coşkun 1997) lerin yanı sıra
"Kesinlikle Türk müziği geleneklerinin ve halk havalarının
araştırılması ve kayıt edilmesi savsaklanamaz bir görevdir. Bıkıp
usanmadan olabildiğince uzak köşeler aranmalı, olabildiğince çok
halk ezgisi toplanmalıdır." diyerek bu konudaki düşüncelerini
belirten Bela Bartok ve Poal Hidemith gibi uzmanlar da katılmış
fakat çeşitli nedenlerle beklenen sonuç elde edilememiştir.
Bu dönemde "Türk halk müziği üzerinde çalışmakta olan bir grup
asıl çözümün Türk müziği ile Batı müziği arasında bir birleşme
sağlamak olduğu kanısındadır. Buna göre Batı müziği çalgıları Türk
müziğinin ezgisel yapısıyla birleştirilecek ve bundan da çağdaş ve
çok sesli bir müzik doğacaktır. Bu görüşte olanların savlan asıl
kaynağını Ziya Gökalp'in görüşlerinden almaktaydı."
Türk halk müziğini çoksesli hale getirmek amacıyla girişimlerde
bulunulmuş, çalışmalar yapılmıştır. Muzaffer Sarısözen'in
gerçekleştirmiş olduğu "Yurttan Sesler" uygulaması da bunun bir
örneğidir. Fakat bu örnek uygulamada beklenen başarı elde
edilememiş, "Sarısözen 'le birlikte hareketli, coşku verici halk
ezgileri birdenbire bütün coşkusunu yitirmiş, otantikliklerinden
sıyrılmış, ne olduğu belirsiz birer parça haline gelmişlerdir.
Dolayısıyla da Türk halkının kendi öz müziği kendisine bile
seslenemez olmuştur.İnsanlar artık ondan eski tadı bulamaz
olmuşlardır."
Ayrıca Türk halk müziğindeki sesler Batıdakinden farklı olduğu
için Batılı ses düzenine göre yapılmış çalgılar Türk müziğinde
aynı başarıyı gösterememiştir. (Güngör 1990:6266)
Halk müziğinde icra edildiği ortamın da büyük etkisi vardır. Her
ortam kendi estetiğini kendisi yaratırmış. Türkülerin estetiği
üzerinde de söylendiği ortamın önemli rolü olmuştur.
Sabahattin Ali "Ses" hikayesinde yukarda belirtilen hususları
bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir:
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı buradan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni
Yazarın arkadaşının "fevkalade" diye nitelendirdiği bu ses,
yemyeşil bir vadiyi bütün güzelliği ve gülümsemesiyle örten ayın
gizemli ışığı altında bağdaş kurmuş bir gencin bağlamasının
sesiyle birlikte dalga dalga doldurmaktadır vadiyi:
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilâl kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni (Sabahattin Ali 1965:167185)
Bu sözlerin sahibi olan Sivaslı Ali, kendisini dinleyen
konservatuar hocaları tarafından sesi "fevkalade" bulunduğu
gerekçesiyle konservatuar eğitimi için Ankara'ya çağrılır.
Konya'dan kalkıp Ankara'ya giden Ali konservatuara alınmadığı gibi
gururu da incinmiştir. Çünkü orada yapılan sınavda Ali'den sazı
eşliğinde türkü söylemesi istenmemiş, ömründe hiç görmediği,
sesini duymadığı, adını işitmediği bir aletin, piyanonun karşısına
getirilerek kendince tuhaf kabul ettiği bir takım sesler çıkarması
istenmiştir. Bu durum ise Sivaslı Ali'nin müzik hayatının sonunu
hazırlamıştır.
Buna benzer görüşler "Nerde bir türkü dinlesem şairliğimden
utanırım" diyecek kadar türkülere saygı duyan şair Bedri Rahmi
için de söylenebilir:
"Ara sıra inci gibi mısralar döktüren saz şairlerinden birisine
köyde olup bitenleri düpedüz konuşma diliyle yazmasını söylerseniz
şaşırır kalır. Sanki ona tutup "Bırak şu sazı da aynı türküyü bir
de viyolonsel ile çal!" demişsiniz gibi tuhaf tuhaf yüzünüze bafear'
(Kumaz 2003:52)
Her şeye rağmen Türk halk müziği gelişmesini sürdürmüş, türküler
sevenlerinin gönlündeki ve dilindeki yerini korumuştur:
Bin yılda yoğurduk her mısraını
Yüzüğe kaş ettik Ağrı dağını
Dünyaya değişmem bir aksağını
Bir kutlu töredir bizim türküler (Kurnaz 200319)
Ali Akbaş'ın bu mısralarını Mehmet Akbaş da aynı coşku ve
heyecanla destekler:
Asırlardır milletimin sesidir
Ben bu türküleri bundan severim
Müziğin gerçeği sözün hasıdır
Ben bu türküleri bundan severim (Taş 2004:389)
Türkülerin popülerleşmesinde hangi müzik aracı daha önemlidir,
hangisi türkünün sevilerek dinlenmesini sağlar ya da hangisi
türkünün popülerleşmesinde daha etkili olur, Batı müziği
enstrümanları türkülere yeni bir heyecan mı katar yoksa onların
ölümünü mü hazırlar, çok seslilik türkü için gerçekten zararlı
mıdır gibi soru ve düşüncelere cevap verici nitelikte görüş
sergilemek elbette güzeldir. Üzerinde yapılan her çalış ma, her
uğraş elbette türkülere verilen önemin bir göstergesidir. Ben
türkülerin Batılı enstrümanlarla ya dal çok sesli söylenmesinde de
farklı güzelliklerin olduğu düşüncesindeyim. Birçok türkü sever
gibi beni de üzen, türkülerin sözlerinin değiştirilerek söylendiği
yer, tarih ve ortamla bilerek ya da bilmeyerek bağlan nın
kesilmesi veya söyleniş amacının dışına itilmesidir»!
Ayrıca sevgilerin çok çeşitli ortamlarda, çeşitli kil siler
tarafından çeşitli türlerle ifade edildiği türküler hak ettiği
değer günümüzde verilebiliyor mu?
Havada kar sesi var
Başında da mor fesi var
Açın bakın şu konağı
İçinde yâr sesi var (Öztelli 1983:296)
Türküler sözlü geleneğin "kar sesi" kadar zaı kar sesi kadar
estetik, kar sesi kadar gizemli ürünle dir. Bu nedenledir ki
türkülerdeki sözlerle oynara mak, sözcüklerini değiştirmemek,
"popüler'lik vei "popülizm" adına da olsa otantikliğini bozmamak
gerekir. Bunun aksi bir durumda türküleri ortan uzaklaştırabilir,
anlamını bozabilir, söylenişindeki çeliğe zarar verebilir, ruhunu
yok edebiliriz.
Üzülerek belirtmeliyim ki günümüzde bir; alanda olduğu gibi müzik
alanında da gelişigüzel davranış biçimleri sergilendiği,
özdenetimden uzak kaldığı, ayrıca müzik okulları, dinleyiciler vb.
kurun gerçek bir denetim söz konusu olmadığı için türk icrasında
da benzer keyfiyet ve aykırı davranışla lendiği görülmektedir.
Türküler içinde Yemen türkülerinin ayrı bi vardır. Meşhur Yemen
türküsündeki Huş kale söz eden "Burası Huş'tur" dizesinin
söylendiği ortamda yaşayan insanlar tarafından Huş kalesinin
bilinmemesi, bu nedenle de Anadoluda var olan ve herkesçe bilinen
"Muş'la yer değiştirerek;
Burası Muş'tur
Yolu yokuştur
Giden gelmiyor
Acep ne iştir
biçiminde popülerleşmesi doğaldır. Fakat yine başka bir Yemen
türküsünde oğlunu Yemen'e gönderen bir annenin söylediği ve;
Sen git Mehmedim Yemen 'e
Elin kızı yas mı tutar
biçiminde gelinine göndermede bulunduğu bir dizenin medyanın
göklere çıkardığı, anlışanlı bir sanatçı tarafından;
Elin oğlu yas mı tutar
olarak verilmesi bilmiyorum sizce sanat anlayışı, otantik olma ya
da popülerlikle bağdaşır mı? Çünkü bu değişikliği yapmak türkünün
oluşumunun doğasına aykırı davranmaktır. Yemen gerçeğinin ortaya
çıkardığı bu türküde ölüme gidenler kocaları, ardından ağlayalar
ya da kaynanaya göre yas tutmayanlar ise geride kalan eşlerdir.
Türkü repertuvarlarında genellikle bulunan popüler bir türkü
vardır: Zeynebim türküsü.
Zeynep bu güzellik var mı soyunda
Elvan elvan güller kokar koynunda
Ramazan ayında bayram gününde
Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim
Zeynebe yaptırdım altından tarak
Tara da zülfünü omzuna bırak
Görüşmek isterim yollarım ırak
Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim (Öztelli 1969:36)
Bu türkünün "Zeynelim" biçiminde söyleneceğini düşünebiliyor
musunuz? Düşünseniz de, düşünmeseniz de bu türkü artık sadece
"Zeynep'lerin yerine 'Zeynel'ler konularak söylenmektedir. Bu
durumda, Zeynel'in koynunda elvan elvan güller kokmakta, Zeynel'in
zülüflerini taraması için örneğin Zeynep tarafından altın tarak
yaptırılmaktadır. Bu türküyü söyleyen bayanın sevdiği kişinin adı
Zeynel olabilir. Sevdiğinin adı ne olursa bir türküyü değiştirme
ve kendi arzusuna göre söyleyerek popülerleştirme keyfiyet ve
hakkının kendisinde olduğunu sanmıyorum.
Yüce dağ başında kara gidelim
Hayvadan usandık nara gidelim
Burda gönül eğleyecek bir yer yok
Gönül eğleyecek yere gidelim (Esen 1986:67)
Bu türküde bulunan "yer" sözcüğünün bazı söyleyişlerde "yâr"
olarak değiştirildiği görülmektedir. Bu durumda son iki dize;
Burda gönül eğleyecek bir yâr yok
Gönül eğleyecek yâre gidelim
biçiminde verilmektedir. Bu durum belki türkünün biçimine değil
ama ruhuna aykırıdır. Çünkü hiçbir âşık "yâr"ine gönül eğlendirmek
için gitmez, onu sevdiği, onu baş tacı ettiği için gider. Aksi bir
durum aşkın ruhuna ve sevgililere ıstırap verir.
Yine bir Keskin türküsünde;
Ankara'yla şu Keskin'in arası
Arasına kara duman durası
Çok doktorlar gezdim yokmuş çaresi
Söyleyin anama anam ağlasın
Babamın oğlu var beni neylesin(Özbek 1975:279)
dizeleriyle başka bir diyara gelin olarak giden, bu nedenle genç
kızlığını yaşadığı sıcak ortamdan ve aile ocağından ayrı düşen bir
kadının özlemi dile getirilmektedir. Aynı zamanda "babamın oğlu
var beni neylesin" sözleriyle Anadolu insanının erkek çocuğuna
daha fazla değer verme ya da kız çocuğuna tercih etme gibi
özellikleri vurgulanmaktadır. Bu gerçek bilinirken bazı yorumlarda
aynı dizenin "Babamın kızı var beni neylesin'' biçiminde söylenmesi
anlaşılır gibi değil.
Bir Emirdağ türküsü vardır:
"Al Fadimem, bal Fadimem
Yanakları gül Fadimem
Uyan uyan sabah oldu
Namazını kıl Fadimem "
TRT repertuvarı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Türk Halk Müziği
arşivinde yukardaki biçimiyle kayıtlı olan ve icra edilen Emirdağ
türküsündeki bu dörtlüğün son dizesinin zaman zaman değiştirilerek
söylendiğine tanık oluruz. Bu değiştirme işi ya "Su başına gel Fadimem", ya "Çeşme başına gel Fadimem", ya da "Elin yüzün yu
Fadimem" vb. şekillerdedir. Folklor ürünlerinde ve bu ürünlerin
önemli bir bölümünü oluşturan müzik alanında belirli bir değişim
sürecinin yaşandığı, belirli varyantlaşmaların olduğu
bilinmektedir. Fakat bu durum geniş bir zaman dilimi içinde ve
farklı gelenek, görenek ve inançların yaşandığı daha büyük bir
coğrafyada söz konusu olmaktadır. Örneğin bu türkü, Beserabya'da
yaşayan bir Gagauz gelini olan Fadime'yi dile getirmiş olsa ve
türkünün derlendiği yer de Komrat yöresi olsaydı, son iki dize;
Uyan uyan sabah oldu
Çan sesine gel Fadimem
biçiminde olabilirdi, hatta böylesi daha uygun olurdu.
Emirdağ yöresine ait olduğu belirtilerek söylenen "Fadimem"
türküsündeki "Namazım kıl Fadimem" ifadesiyle türküde adı geçen
kadının hem namaz için gerekli abdesti alarak elini yüzünü
yıkaması sonucu sabah temizliği sağlanacak, hem de yöre inanışına
göre evin gelininin namaz kılarak işe başlamasıyla hem işlerin
akışı hızlanacak, hem de yapılan işlerden bereketli bir sonuç elde
edilecektir. Anadolunun büyük bir bölümünde "çeşmeye gitmek",
"suya gitmek" yadsınamaz bir yaşama biçimi, bir gelenektir. Kova,
helke, testi ya da güğümlerle çeşmeden su taşıyarak evin su
ihtiyacını karşılama işini de "kadın"ın üstlenmesinden kaynaklanan
bu hayat tarzı, zamanla genç kız ve erkeklerin birbirlerini
gördükleri, evliliklerin ilk adımının atıldığı, çeşme başı ya da
çay başı sohbetleriyle iletişimin yaşandığı bir geleneğe
dönüşmüştür. Ama bu su taşımalar, bu buluşmalar, bu görüşmeler, bu
konuşmalar sabahın erken saatlerinde, iş güç zamanında değil, işin
gücün bitirildiği daha geç bir vakitte gerçekleştirilmekteydi. Bu
bakımdan, ister ideolojik olsun, ister zülfüyâra dokunmamak adına
olsun, ister öylesine olsun türkünün ortamına saygı duyularak
otantikliğinin bozulmaması gerektiği düşüncesindeyiz.
Türkülerin okunması ve dinlenmesindeki incelik ve ayrıntılar
üzerine birçok türkü sever duygularını dile getirmiştir. Hatta
bazıları bunu genç kız ve oğlan babalarına "tembih" derecesine
vardırmıştır:
"Ey gelinlik çağına ermiş genç kızların titrek yürekli babaları;
birAvşar barağı değilse bile sıradan bir Anadolu türküsünü kaşgöz
yarmadan okuyabildiğinden emin olmadığınız hiçbir delikanlıya
yavrunuzu emanet etmeyiniz.
Ve ey alenen pilava kaşık saplayacak kertede gemi azıya almış
koçak erlerin bahtiyar babalan; evladınıza layık görüp evinize
gelin diye getirdiğiniz hanımefendinin belki bir Yozgat sürmelisi
değilse bile, sıradan bir kına havasını kaş göz yarmadan
okuyabildiğine kani olmadığınız hiçbir güzele koç yiğidinizi
kurban etmeyiniz!” (Alkan 1997: 244)
Bu durumda öncelikli olarak yapılması gereken, türküleri otantik
biçimleriyle değerlendirmek, değişik yöntem ve enstrümanlarla icra
edilmiş olsa da ruhunu incitmemek, kelimeleriyle oynamamak, her
şeyden önemlisi onlardaki "kar sesi"ni duyabilmek, bu duygu ve
estetik anlayışla onları söylemek ve dinlemek olmalıdır.
KAYNAKLAR
Alkan, Turan; Yatağına Kırgın Irmaklar, istanbul 199 Ötüken
Yayınevi.
Dizdaroğlu, Hikmet, "Halk Şiirinde Türler", Türk Di Türk Halk
Edebiyatı Özel Sayısı, 207, Aralık 1968.
Coşkun Elçin, Armağan; Muzaffer Sartsözen Hayatı, Ese leri,
Çalışmaları, Ankara 1997, Kültür Bakanlığı Yayınlan.
Esen, Ahmet Şükrü, Anadolu Türküleri, Yay. Haz: Perte Naili
BoratavFuat Özdemir, Ankara 1986, Türkiye İş sı Yayını.
Güngör, Nazife; ArabeskSosyokültürel Açıdan A Müzik, Ankara 1990,
Bilgi Yayınevi.
Köprülü, Fuat; Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1 Türk Tarih Kurumu
Yayını.
Kunos, îgnacz; Türk Halk Türküleri, Haz. Ali Osman Öztürk,
İstanbul, 1998, Türkiye İş Bankası Yayını.
Kurnaz, Cemal; Türküden Şiire, Ankara 2003, Bizim Büro Yayınları.
Öztelli, Cahit; Halk Türküleri, Ankara 1969, Varlık Yayınlan
Öztelli, Cahit; Halk Türküleri Evlerinin Önü, İkinci Baskı, istanbul
1983, Özgür Yayın Dağıtım.
Özbek, Mehmet; Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul 1975, Ötüken
Yayınevi.
Sabahattin Ali; KağnıSes, istanbul 1965, Varlık Yayınları.
Taş, FahriTurhan, Salih; Erzincan Türküleri I, Ankara 2004
Türkçe Sözlük 2 KZ Yeni Baskı, Ankara 1988, Türk Kurumu Yayını.
*Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
|