GİRİŞ
Yıllardır büyük bir zevkle dinlediğimiz "Havada Bulut Yok" Türküsü üzerinde çok uzun bir zamandır çirkin bir oyun oynanıyor...Oyun diyorum çünkü Türkünün güftesinde geçen "Muş" kelimesinin birkaç uyanık tarafından "Huş"'a çevrilmeye çalışılmasına başka söyleyecek bir kelime bulamıyorum.
Bu oyun çirkin bir oyun; çünkü iddia sahipleri ilmî, mantıkî, edebî hiçbir delil ya da belge veyahut bilgi koymadan bir iki tane bilinçsiz sözün arkasına saklanarak bir Türkü ile ilgili gerçekleri değiştirmeye çalışıyorlar. Onların bu iddialarını ve neden yanlış olduğunu aşağıda ilmî metotlar kullanarak açıklayacağım. Ancak, önce bu oyunun neden oynanmaya çalıştığını tahlil etmeye çalışalım;
1- Soru : Muş'un Huş'la değişimini kim neden istiyor ?
Cevap: Türküyü başka bir ile ya da bölgeye bağlamak isteyip de Türkünün içinde "Muş" kelimesi geçtiği için bunu bir türlü başaramayanlar.
2- Soru : Muş'un Huş'la değişimin tarihî veya edebî bir değeri var mıdır ?
Cevap : Kesinle hayır. Çünkü diğer bütün Türküler gibi anonim bir eser olan "Havada Bulut Yok" türküsü sadece Türk milletinin değil tüm Türk dünyasının ortak malıdır.
3- Soru : Bu işten zarara uğrayan var mı ?
Cevap : Evet. Öncelikle bu Türküyle ismini duyurabilen zavallı fakir Muş'un bu lüksü elinden alınmaya çalışılmış ve Türkü ile özdeşleşen Muş bundan zarar görmüştür.
4- Soru : Türküde geçen Muş kelimesinin gerçeği Huş mudur?
Cevap : Kesinlikle hayır. Şimdi size bunu ispat edelim :
İNCELEME
Derleme Nedir :
Derleme kelimesi özellikle sözlü edebi metinlerin yazıya geçirilmesi işlemi için kullanılır. Belli bir ilmî metot ve disiplin içinde yapılır.
Destan, efsane, masal, mani, bilmece, ninni, türkü gibi ürünler bilinmeyen bir zamanda ve bilinmeyen bir kişi tarafından söylenir. Daha sonra ağızdan ağıza yayılarak söylenir ve bu arada kısmen değişir. Ağızdan ağıza söylenişin devam ettiği bu sürecin bir noktasında eser bir derleyici tarafından tespit edilir ve kaydedilir. Eserin yazıya geçirildiği bu ilk metin eserin orijinal metni kabul edilir. Bazen eserler farklı derleyiciler tarafından, farklı bölgelerde değişik metinler halinde tespit edilebilir. Her metin ayrı ayrı değerlendirilir ve eser üzerinde yapılan çalışmalar tüm bu metinler incelenerek yapılır. Aralarındaki dil ve anlatım farklılıkları genelde eserin tespit edildiği yer , zaman ve esere kaynak olan kişinin sosyal ve kültürel yapısına bağlıdır.
Derleme nasıl yapılır :
Derleme yapılacak bölgede öncelikle güvenilir kaynak kişi tespit edilir. Bu genellikle işin en önemli kısmıdır. Çünkü, kaynak kişinin kültürel anlamda yozlaşmamış, dejenere olmamış ve yörenin söyleyiş özelliklerine sahip biri olmasına dikkat edilir. Bu yüzden kaynak kişi olarak genellikle yaşlı kadınlar tercih edilir. Çünkü, onlar yabancı kültürlerle erkeklere oranla daha az ilişki içerisindedirler.
Kaynak kişi tespitinden sonra eldeki imkânlar ölçüsünde en iyi şartlar altıda kayıt yapabilmek için gerekli malzeme temin edilir.
Kaynak kişinin anlatımı için uygun ortam yaratılarak, kesinlikle hiçbir müdahale yapılmadan anlatması ya da okuması sağlanır. Sonra da imkânı varsa kayıt kaynak kişiye dinletilir. Materyalin ne için ve nasıl kullanılacağı açık bir şekilde anlatılıp onayı alındıktan sonra kaynak kişinin adı kullanılarak herhangi bir eserde kullanılabilir.
"Havada Bulut Yok" Türküsü Nasıl Derlendi :
Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu Türkü yukarıda anlattığım ilmî ölçülere tamamen sadık kalınarak derlenmiştir.
İlki 1944 yılında Muzaffer Sarısözen başkanlığında Bedii Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişken'den kurulu bir ekip tarafından Muş'ta yapılan derleme çalışmasında yörede düğünlerde def çalan ve düğünü yöneten Duriye Keskin İsimli bir kadın kaynak kişi olarak dinlenmiş, Türkü bir plâğa kaydedildikten sonra kendisine dinletilmiş ve onayı alındıktan sonra türkünün notası çıkarılmış ve TRT repertuarına 341 numarayla alınmıştır.Alınan metin şudur:
HAVADA BULUT YOK
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu yemen elleri ne de yamandır
Ano Yemen'dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir ?
Burası Muş'tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
Kışlanın önünde çalınır sazlar
Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
Yemene gidene ağlasın kızlar
Ano Yemen'dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir ?
Burası Muş'tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var
Ano Yemen'dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir ?
Burası Muş'tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
Ayrıca, 1961 yılında Mustafa Geceyatmaz, Fikret Otyam, ve Teknisyen Mücahit Küçükbaran'dan oluşan ikinci bir grupta derleme çalışması yapmıştır.
Bu iki grup ve daha sonra gelen başka gruplar; Muş Ovası, Güllü Hamam, Kalenin Bedenleri, Değirmenin Bendine, Dağlarda Meşelerde, Evleri Var Hane Hane, Muş'un Etrafında Atlı Gezerem, Kınayı Getir Ane, Oy Nayim Nayim, Atım Atım Kır Atım, Garşıda Gıza Gurban,Şirazdır yar Şirazdır gibi türküleri derlemişler ve TRT repertuarına katmışlardır.
(Bu türkülerden de " Kınayı Getir Ana"yı İzzet Altınmeşe el çabukluğu marifet diyerek Diyarbakır türküsü haline sokarken "Güllü Hamam" da bir an da Urfa türküsü oluverdi. Eminim bunda Mehmet Özbek'in tıpkı Muş'u Huş ederken yürüttüğü gibi derin ilmi ! çalışmalarının büyük katkısı olmuştur.)
Hatta zaman zaman Muş'un Kurtuluşuna denk gelen günlerde bu Türküler TRT sanatçıları tarafından seslendirilip Muş Türküleri adı altında yayınlanırdı.
Yukarıdaki derleme öyküsünün ardından gelelim türkünün edebi incelemesine
EDEBİ İNCELEME
Türkünün Orijinal metni
Öncelikle eserin anonim olduğunu hatırlayalım. Anonim eser şu özellikleri taşır:
Yazarı belli değildir.
Yazıldığı zaman belli değildir.
Eser farklı yörelerde farklı kelimelerle söylenebilir.
Anonim eserler Türk milletinin ortak malıdır. Ancak, derlendikleri bölgenin adıyla anılırlar. Ör: Muş Yöresinden derlenen bir Türkü gibi.
Anonim eserlerin sözlerinde ve bestesinde değişiklik yapma hakkı kimsede yoktur. Çünkü bu eserlerin sahibi Türk milletidir.
Bu bilgilerin ışığında hareket ettiğimiz zaman Türkünün orijinal halinin zaman zaman sanatçılar tarafından değiştirilmiş olduğunu ve ortada farklı metinlerin olduğu görülüyor. Mesela Prof Dr. Şükrü Elçin'in 1986 tarihinde basılan "Halk Edebiyatına Giriş" adlı eserinde Türkü şu şekliyle yayınlamış :
HAVADA BULUT YOK
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölen yok bu ne figandır
Adı yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir.
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir.
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var
Adı Yemen'dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir.
Sayın Şükrü Elçin'in şiirin orijinal metninden bir mısrayı atladığını görüyoruz. Bu da " Bu Yemen elleri ne de yamandır" mısrasıdır. Bunu atlayınca şiirin ilk dörtlükten sonra şekil bakımından bozulduğunu görüyoruz.
Orijinal metinde şiirin üçlüklerden sonra nakaratlardan oluştuğu görülüyor:
___________
___________
___________
Nakarat
Nakarat
Nakarat
Nakarat
Oysa Şükrü Elçin'in ilk bölüm dörtlük ikinci bölüm ise üçlükle yapılmış bunun sebebi şiirden çıkarılan bir mısradır. Ayrıca Şükrü Elçin'in eserinde orijinal metinde bulunan bir bölümde alınmamıştır.
Şiirin Ölçüsü üçlükler 11'li hece ölçüsü 6+5 duraklıdır. Nakarat kısımları ise 10'lu hece ölçüsü ve 5+5 duraklıdır.
Kafiye bakımından incelendiğinde de Şükrü Elçin'in metninde nakarat kısmında yanlışlık olduğu ortadadır.
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep nedendir
Mısralarında yokuştur ile nedendir arasında hiçbir kafiye yoktur.
Oysa, orijinal metindeki,
Burası Muş'tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
Mısralarında yokuş ve iş kelimeleri arasında iş ve -uş arasında tam kafiye vardır ayrıca anlam ve ahenk açısından daha uyumludur.
Prof. Şükrü Elçin'in metni yine de doğruya en yakın metinler arasında gösterilebilir.Gerçek bir ilim adamı olan sayın Şükrü Elçin türküyü bu şekilde tespit ederek yayınlamıştır.
Oysa, bilhassa İnternet üzerinde yaptığım taramalarda öyle çok yanlışlıklarla karşılaştım ki çoğu inanılmazdı. Üstelik bir tanesi Kaynak kişinin adını ve repertuar numarasını ve türkünün hemen hemen orijinal metnini vermiş ancak nasıl olmuşsa bütün Muş'lar Huş'a dönüşmüş. Doğrusu TRT repertuarında bu değişikliğin yapıldığına ilmen inanamam. Bu düpedüz sahtekârlık olur.
1967 yılında yayınlanan sayın Osman Attilâ'ya ait olan bir antoloji ise türküyü şu şekliyle tespit etmiş.
HAVADA BULUT YOK
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahallede ölen yok bu ne figandır
Adı yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir.
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasına acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir.
Görüldüğü gibi günümüzden otuzbeş sene önce yayınlanan antolojideki tespit de sayın Şükrü Elçin'in tespitinden birkaç İstanbul ağzına çevirme gayreti dışında farksızdır. Bu örnekte de birinci kıtanın üçüncü mısrası yoktur. Bu da üçüncü mısranın Muş yöresine has olduğu sonucunu düşündürebilir. Bu mısra ile şiirin şekil bakımından tamamlandığını düşünürsek türkünün şekil bakımından Muş'ta tamamlandığı sonucu çıkar.
Ruhi SU İnternet sitesinde türküyü adını ve şekil özelliklerin değiştirerek aşağıdaki şekilde yayınlamış :
YEMEN TÜRKÜSÜ
Havada bulut yook,
Bu ne dumandır,
Mahlede ölen yook,
Bu ne figandır...
Şu Yemen Elleri,
Ne de yavandır.
A bu, Yemen'dir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor,
Acep nedendir..?
Burası Muş'tur,
Yolu yokuştur,
Giden gelmiyor,
Acep ne iştir..?
Kışlanın önünde
Asker sesi var..
Bakın çantasında
Acep nesi var..?
Bir çift kundurayla,
Bir de fesi var...
A bu, Yemen'dir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor,
Acep nedendir..?
Burası Muştur
Yolu yokuştur,
Giden gelmiyor
Acep ne iştir..?
Burası Muştur
Yolu yokuştur,
Giden gelmiyor,
Acep ne iştir..?
Sayın Ruhi Su üçüncü mısrayı yanlış da olsa (yaman-yavan) tespit ediyor ancak şiiri durak noktalarından bölerek şekil bakımından şiirin tamamen yanlış düzenlendiği inancını uyandıracak bir sonuca sebep oluyor. Ama, Türkünün orijinal hali (yaman-yavan, redif-asker, Ano- a bu dışında) fazla değişikliğe uğratılmamış ve Muş, Huş edilmemiş.
TRT repertuar dairesinden türkünün orjinal metnini istediğimde bana şunu gönderdiler :
HAVADA BULUT YOK
Yöre:MUŞ
Kaynak Kişi: Düriye Keskin
Derleyen: Muzaffer SARISÖZEN
HAVADA BULUT YOK BU NE DUMANDIR
MEHLEDE ÖLÜM YOK BU NE ŞİVANDIR
ŞU YEMEN ELLERİ NE DE YAMANDIR
ANO YEMENDİR GÜLÜ ÇEMENDİR
GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR
ŞU DAĞIN ARDINDA REDİF SESİ VAR
VARIN BAKIN ÇANTASINDA NESİ VAR
BİR ÇİFT PABUÇ İLE BİR DE FESİ VAR
BURASI HUŞ'TUR YOLU YOKUŞTUR
GİDEN GELMİYOR ACEP NE İŞTİR
KIŞLANIN ÖNÜNDE ÇALINIR SAZLAR
AYAĞIM YALNAYAK YÜREĞİM SIZLAR
YEMEN'E GİDENE AĞLIYOR KIZLAR
BURASI HUŞ'TUR YOLU YOKUŞTUR
GİDEN GELMİYOR ACEP NE İŞTİR
ŞİVAN:Ağıt,figan
REDİF:Terhis edildikleri halde ihtiyaç halinde yeniden askere alınan kişiler
HUŞ:Yemen'in başkenti Sane ile Taiz şehirleri arasındaki bir Türk kalesinin ismidir.Türkü eski Türkçe ile yazılırken Huş'un üzerindeki nokta zamanla unutulmuş böylece HUŞ sözcüğü MUŞ
oluvermiş ve dolayısıyla da bu türkü MUŞ ile bütünleşmiştir.
KAYNAK:TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 1.cilt
Şimdi devletin en güvenilir kurumlarından birinde gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını görelim. Bir kere türkünün "Huş" dışındaki bilgileri eski repertuar kayıtlarıyla aynı. Kimin marifetiyle olmuş bilemiyorum ama biri el çabukluğuyla Muş'u Huş etmiş. Üstelik de oldukça ilmi bir de açıklama yapmış " efendim...eski Türkçeyle yazılırken -h- harfinin üstündeki nokta unutulmuş da onun için Muş, Huş olmuş. Umarım bu bilgiyi veren kişi eski yazı bilmiyordur. Çünkü, bilmiyorsa cahilliğine, biliyorsa sahtekarlığına vereceğim yaptığı yanlışı. Eski Türkçede üzerinde nokta olan H harfi Hı'dır. Üzerindeki noktayı yazmazsanız Ha olur. Ha harfini m olarak da ancak kara cahiller okur.
Ayıca, Türkü derlenirken başvurulan Kaynak kişi Duriye Keskin bu Türküyü sözlü edebiyat geleneğinden öğrenen okuma yazması olmayan bir kişidir. Acaba bu türkü ne zaman yazılırken böyle bir yanlışlık ! yapılmış da hangi büyük zeka bunun farkına nasıl varmış ve ne zaman varmış.
Aslında her şey rahmetli Barış Manço'nun yıllar önce Yemen'e yaptığı bir gezi esnasında gittiği Huş Kalesi için söylediği ve sadece basit bir mantık yürütmeden ibaret olan "Burası Huş, yolu da yokuş , belki de bizim türküdeki Huş burası olabilir." sözlerinden kaynaklandı. Sonra kendi söylediği bu söze kendi de inandı. Asıl önemlisi yıllarca bu türküyü dinleyip içindeki Muş kelimesinden çeşitli sebeplerden ötürü hoşlanmayanlar da bu sözlere sıkıca sarıldılar ve yukarıdaki yanlışlara kadar gidildi.
Türkünün Şekil Bakımından İncelenme
Türkü altı kıtadan oluşmuştur. Kıtalar üç tane üçlük ve nakaratlar ikiliklerden oluşmuştur. Sanırım Ruhi Su'da bu nedenle şiiri duraklardan bölmüştür
Hece Ölçüsü : Üçlü kıt'alar11'li hece ölçüsüyle, diğer kıtalar 10'lu hece ölçüsüyle yazılmıştır.
Durak : 6+5 ve 5+5 duraklıdır.
Şiirin Kafiye şeması :
a______________dumandır
______________şivandır dır'lar redif, -an'lar Tam Uyak
a______________yamandır
b_______________çemendir
b_______________nedendir -dir'ler redif, -en'ler Tam uyak
c_______________yokuştur
c_______________iştir -tır'lar redif, -iş'ler Tam uyak
d______________sesi var
d______________nesi var -i var'lar redif, -es'ler Tam uyak
d______________fesi var
______________
______________
______________ Nakarat
______________
e______________sazlar>
e______________sızlar -lar'lar redif, -ız'lar Tam uyak,-z
e______________kızlar yarım uyak
______________
______________
______________ Nakarat
______________
Görüldüğü gibi eser anonim bir türkü olmakla beraber oldukça kuvvetli bir şekle sahiptir. Buradan türküyü ilk söyleyen kişinin hece ölçüsüne ve özelliklerine vakıf olduğu sonucuna varabiliriz. Ayrıca, diğer Muş türkülerinin bir çoğunda yukarıdaki şekil özelliklerinden bilhassa üçlükler ve ardından gelen nakaratlar oldukça çoktur. Bu bir söyleyiş farklılığıdır ve Muş türkülerinin ayırt edilmesinde kullanılabilir.
Şimdi sıkı durun....Yukarıda Muş'un Huş edilmesinin kime ne yararı olacağını sormuş ve cevap olarak "Türküyü başka bir ile ya da bölgeye bağlamak isteyip de Türkünün içinde "Muş" kelimesi geçtiği için bunu bir türlü başaramayanlar." Cevabını vermiştim. Ama ben bunları yazarken şimdi aşağıya aldığım metni henüz görmemiştim. Aramalarım sırasında karşıma çıkana şaşırmadım, haklı olduğumu gördüm. Türkiye'de hiçbir kanuna, töreye, ahlâka saygısı kalmayan gözü kara, hilebâz zekalı, kazanayım da nasıl olursa olsun, elde edeyim ne bahasına olursa olsun felsefesiyle hareket eden basit ruhlu insanların çabalarının sonucuydu gördüğüm. Daha öz bir ifade ile sahtekârlığın belgesiydi bu.
Şimdi bu utanmaz insanların yukarıda incelemesini gördüğünüz metin ve şekil açısından incelemesini okuduğunuz türküyü ne hale soktuklarına ve nereye mal ettiklerine bir bakalım.
YEMEN TÜRKÜSÜ
HAVADA BULUT YOK BU NE DUMANDIR
MAHLEDE ÖLÜM YOK BU NE ŞİVANDIR
ŞU YEMEN ELLERİ NE DE YAMANDIR
ANO YEMENDİR GÜLÜ ÇEMENDİR
GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR
BURASI HUŞTUR YOLU YOKUŞTUR
GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR
KIŞLANIN ÖNÜNDE REDİF SESİ VAR
BAKIN ÇANTASINDA ACEP NESİ VAR
BİR ÇİFT PABUÇ İLE BİR DE FESİ VAR
KIŞLANIN ÖNÜNDE ÜÇ AĞAÇ İNCİR
KOLUMDA KELEPÇE BOYNUMDA ZİNCİR
ZİNCİRİN YERLERİ NE YAMAN SANCIR
KIŞLANIN ÖNÜNDE SIRA SÖĞÜTLER
ZABİTLER OTURMUŞ ASKER ÖĞÜTLER
YEMENE GİDECEK BU KOÇ YİĞİTLER
KIŞLANIN ARDINI DUMAN BAĞLADI
ANALAR BABALAR KARA BAĞLADI
YEMENE GİDENE HERKES AĞLADI
KIŞLANIN ARDINDA YÜZÜYOR KAZLAR
AYAĞIM AĞRIYOR YÜREĞİM SIZLAR
YEMENE GİDENE AĞLIYOR KIZLAR
KIŞLANIN ARDINDA BİR KIRIK TESTİ
ASKERİN ÜSTÜNE SAM YELİ ESTİ
GELİNLİK TAZELER UMUDU KESTİ
anonim, yöre: Elazığ
www.anadoluhalksarkilari.com
Bu okuduğunuz türkünün "Havada Bulut Yok" türküsüyle hiçbir alâkası olamadığını kendi vicdanları da kabul etmiş olacak ki türkünün adını değiştirmekten başka çare bulamamışlar. Şimdi , içinde "Muş" kelimesi geçen bir türküyü Elazığ türküsü yapmak inandırıcı olamayacağı için önce Muş, Huş ediliyor sonra da türkü hiç ediliyor, taktik bu.
Aslında bu kültürel korsanlık uzun yıllardır kültüre kaynaklık eden vilayetlerin büyük sıkıntısıdır ve bazı vilayetler bunu ne yazık ki daha sıklıkla yapıyorlar. Mesela "Çayda çıra yanıyor" benim çocukluğumda Diyarbakır'a aitti. Sonra nasıl oldu anlamadım Elazığ'ın oldu. Bizim "Güllü Hamam" bir anda Urfa'nın "Yeni Hamam'ı" oldu.
Gerçekte ise bunlara hiç gerek yok.Çünkü, bunlar zaten Türk milletinin ortak kültürel mirasıdır. Bizim görevimiz ufak-tefek çıkarlar için bu mirası, değiştirmemek, orijinal halini korumak ve sonraki nesillere aldığımız gibi aktarmaktır. Yoksa, çeşitli yörelerde elbette bir çok Yemen Türküsü söylenmiştir. Çünkü Yemen - daha sonra detaylı olarak anlatacağım zaman daha iyi anlaşılacak- bilhassa Doğu Anadolu halkı üzerinde derin izler bırakan bir bölge olmuştur. Bununla ilgili bir çok türkü, ağıt söylenmiş olması tabiidir.
Peki neden ille de "Havada bulut Yok" türküsü isteniyor? Sanırım diğer Yemen Türkülerine göre daha çok sevilmesi ve dinlenmesi bazı töre tanımazların iştahını kabartıyor ve türküyü elde etmeleri için yukarıdaki gibi sahtekârlıklara başvurmalarına sebep oluyor.
Ama, yukarıda yapılana söylenecek tek bir şey kalıyor...Ayıp!...Hem de Çok ayıp!...
Şimdi biz asıl konumuza dönüp orijinal metni açıklayalım
Türkünün Açıklaması:
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu yemen elleri ne de yamandır
Şiir iki tasvir cümlesi ile başlıyor. Bu tasvir cümleleri Muş'ta çok yaygın kullanılan özgün bir soru sorma şeklidir. Muş ve yakın illerde Anadolu'nun diğer yerlerinde pek sık görülmeyen vurguyla soru sorma yöntemidir. Bu yöntemde -dır bildirme eki daha kuvvetle vurgulanarak cümle soru haline getirilir. Meselâ : "Ahmet, kuvvetlidir."Cümlesi -dir eki vurgulu okunarak soru cümlesi haline getirilir. Normalde bu cümle "Ahmet kuvvetli midir ?" şekliyle soru haline getirilir. Bölgede ise mı soru eki atılıp yerine -dır ekinin vurgulu okunuşu getiriliyor.
Şiirde bu vurgulu söyleniş kendini hissettiriyor. Türkü ilk cümlesinde bulutsuz havadaki duman soruluyor. Ama dikkatli ve yöre vurgusuyla okunduğunda sade bir soru değil bir şaşkınlık ifadesi de vardır ki bu Türkünün yöredeki efsanesi ile de ilgilidir :
Türkünün Muş'ta anlatılan hikâyesine göre yörede çok sevilen bir genç evlendiğinin ertesi günü askere Yemen'e gider. Askerler bir yerde toplanıp, sonra da yola çıkarılır. Onlar yürürken arkalarından toz bulutu kalkar. Askerin genç eşi kocasını bir daha uzun yıllar göremeyeceğini, hatta geri gelmeyeceğini düşündüğünden uzun süre kafilenin peşinden ağlayıp ağıt yakar. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra Yemenden gelen bir asker genç kadına ölen eşinin asker çantasını getirir. Kendini kaybeden genç kadın bir yandan çantayı açıp içindekilere bakarken, bir yandan da ağıt halinde " Havada Bulut Yok" türküsünü yakar.
Şiirin yukarıdaki üç dörtlüğü bu efsaneyle birebir örtüşmektedir. Ayrıca, şiirde Muş'ta kullanılan anlamıyla üç kelime kullanılır. Bunlar "mehle-şivan-yaman" kelimeleridir. Şivan, büyük bir acıyla karşılaşan ev halkının ağlayıp, inlemesini, haykırıp, ağıt yakmasını anlatmak için kullanılan bir kelimedir ve genelde tek başına değil "evine şivan düşmek" şeklinde deyim olarak kullanılır. Ayrıca "evine şivan düşesi" şeklinde bir bedduada vardır. Bu kelime Farsça şiven(matem, yas, inleme, sızlama) kelimesinin bölgede kullanılan halidir.
Diğer kelime "mehle"'dir. Mahallenin Muş ağzında söyleniş şeklidir. Bir edebiyatçı şiire baktığı zaman bu kelimenin heceye uyması için kısaltıldığını düşünebilir. Oysa ki bu kelime aynı haliyle günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Kelimedeki -h- sesi gırtlaktan ve kalın olarak söylenir.
Bu bölümdeki diğer kelime ise " yaman" dır. Bu kelimenin Türkçe sözlükteki karşılığı "etki, güç, beceriklilik, şiddetli"'dir. Oysa türküde saygıyla karışık korkuyu ve zorluğu anlatmak için kullanılmıştır. Ayrıca bu kelime bölgede güçlü, cesur, korkusuz anlamında insanlar ve hayvanlar için ayrıca zorluk anlamında kullanılır.
Şimdi gelelim Türkünün en can alıcı kısmına :
Ano Yemen'dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir ?
Burası Muş'tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?
"Ano" kelimesi Türkünün ilk derlemesi sırasında tespit edilmiş. Ama şimdi bilhassa türkünün aslını bozmaya çalışanlar ya da bu kelimenin hangi anlamda ve nasıl bir duyguyla söylendiğini anlamayanlar bu kelimeyi değiştirmeye çalışıyorlar. Mesela; Ah o, veya A bu gibi kelimelerle yapılan değişimler türkünün dokusunu ve duygusunu bozarlar. Çünkü, Muş'ta çok büyük üzüntüler sırasında yakılan ağıtlarda ano veya babo gibi feryat ifade eden kelimeler sıkça kullanılır. Bilindiği gibi Doğu Anadolu ağzında kelime sonlarına gelen "o" sesi seslenmeyi ifade etmek için kullanılır. Bu dünyadaki dağlık bölgelerin çoğunda böyledir. Geniş bir ünlü olan "o" sesi istenildiği kadar uzatılarak seslenmeye yardımcı olur. Meselâ "Ahmet! Diye seslenen bir kişi için uzak bir mesafeye seslenmek için kelimenin sonundaki -met hecesini uzatması lâzımdır ki bu da pek yeterli olmaz. Ama "Ahmoo!" diye seslendiğinde sesini duyurması son derece kolaydır.
İşte bu türküdeki "Ano" kelimesi feryat eden bir insanın seslenme ihtiyacıdır. Türküde daha sonra gidilen yerin "yemen" olduğu ve "gülünün çemen" olduğu söyleniyor. Şimdi bu kelime grubunu inceleyelim:
1- Gidilen yerde gül olmadığını ve en güzel bitkisinin çimen olduğu ve gidilen yerin ne kadar yaman bir yer olduğu anlatılıyor olabilir.
2- Gül edebiyatta bir çok fikri ve duyguyu anlatmak için kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi de şehitlerin gireceğinin müjdelendiği
"Cennet"'tir. O. Şaik Gökyay'ın "Bu Vatan Kimin" şiirinde vatan için ölen şehitlerin ölerek cennete girişleri " Bir gül bahçesine girercesine" diye anlatılmıştır.Yemende şehit olanların mezarlarının bilinmediği ve onların Cennete gittikleri "gülü çemendir" sözleriyle anlatılmış olabilir. Ya da bu mısralar bize bu anlamları çağrıştırıyor olabilir.
Farsça yeşil ve kısa otlarla örtülü yer anlamına gelen çemen kelimesi Yemen'le kafiye olmak bakımından veya Yemen'in bilhassa Güney kesimlerinin bitki örtüsünü anlatmak içinde kullanılmış olabilir. Doğrusu bu mısralar bende bu duyguların hepsini uyandırıyor.
Gelelim "Burası Muş'tur, yolu yokuştur-Giden gelmiyor acep ne iştir." Mısralarına. Televizyonda izlediğim kelli felli eski bir TRT çalışanı kendinden gayet emin bir şekilde konuyla ilgili bilmiş bilmiş beyanat veriyor. "Efendim, Muş ovada, düz bir arazide kuruludur. Ben gittim, yolu da yokuş falan değil. Oysa Huş'un yolu yokuştur."
Şimdi bu ve bunun gibi konuşanlara ne demeli. "Bre gafiller, densizler, be hey cahiller falan diyebilirim, ama demiyorum. Birazcık araştırma yapsalar veya Muş'ta yoldan geçen yaşlıca bir adamı çevirip "Amca, türküde bu şehrin yolu yokuş deniyor neden ? diye sorsalar, sorma zahmetine katlansalar alacakları cevap şu olurdu :
"1950'li yıllardan önce Muş'un esas yerleşim yeri bugün kale Mahallesi dediğimiz şehrin arkasındaki Kurtik Dağının yamaçlarındaydı. Şehrin çevre illerle bağlantısı Bitlis ve Erzurum yollarıydı.Doğuya giden Erzurum yolu dağın yamacını paralel olarak takip edip giderken, Batıya giden Bitlis yolu yamaçtan aşağı dik bir yokuştan inerek bugün Taşo Köprüsü (Taş Köprü) dediğimiz köprünün üzerinden inerek Hasköy'e doğru uzanan yoldur. Bitlis yolu o dönemlerde Muş'u batıya ve güneye bağlayan yoldur. Bitlis tarafından Muş' geldiğiniz zaman Taşo Köprüsünden itibaren şehrin merkezine çıkan yol neredeyse yüzde kırkbeş meyillidir. Öyle ki bir çok araç yokuşu çıkarken yarı yolda kalıp geriye kaçar bazen de arkada kalan evlere vururdu.1950'den sonra bugünkü yollar yapılınca bu yollar eski önemini yitirdi. Şimdi sadece yan yollar olarak yakın çevreye ulaşımda kullanılıyor. Ayrıca, bu tarihten sonra eski Muş valisi Tevfik Sırrı Gür'ün gayretiyle şehir ovaya doğru gelişme göstermiştir."
Doğrusu birisi bana eskiden Muş'un yolunun yokuş olduğunu ispat etmek zorunda kalabilirsin dese ona gülerdim. Ama, şunu da söylemeliyim ki ben de yukarıda anlattığım o meşhur yokuştan aşağı kışın çok kaydım ve bağdan şehre gelirken yokuşu çıkmaya takat bulamadığım için yan yollara kaçtığım çok oldu. Yüklü eşeklerin bile tırmanmakta zorlandıkları bir yokuşu Muş'u Huş edenler ne yazık ki dümdüz ettiler.
"Giden gelmiyor acep ne iştir ?" ise bir çaresizliğin haykırışıdır. 1849-1918 arasında Osmanlı İmparatorluğunun gereksiz Yemen sevdası yüzünden Anadolu'dan zorla koparılıp bir daha evine barkına dönemeyen asker annelerinin, eşlerinin, kardeş ve sevgililerinin ortak feryadı gibidir. Sahipsiz kalan bir eş, bir anne elbette ki devlet büyüklerinin yüksek politikalarını...! anlayamayacaktı.Ve kendi lisan-ı haliyle soracaktı." Acep ne iştir ?" Bugün bile biz halâ anlayamadığımız kararlar için sormuyor muyuz, acep ne iştir ? Bu mısradan Huş'çular da kendilerine bir sonuç çıkarabilirler. Şöyle ki, bu mısraları yazan kişi Yemen'in tamamından bahsetmekte ve gidenlerin dönmediğinden şikayet etmektedir. Şimdi mantıken düşünelim..."Burası Huş'tur" diye türküyü yakan kişi Huş'u nereden tanıyor ? Eğer Huş'u görüp gelen bir asker (ya da böyle bir askerden duyan kişi) olsaydı ve bu türküyü Anadolu'da yakmış olsaydı en azından "Orası Huş'tur" demesi gerekirdi. Ayrıca kendisi geri geldiğine göre "giden gelmiyor" diyemezdi...Hadi diyelim ki bu türküyü yakan kişi türküyü Huş'ta iken söylemiş olsun. Bu sefer de "Burası Huş'tur, gelen gitmiyor !" demesi gerekmez miydi? Mantık olarak istediğiniz şekle sokun yine de türkünün Muş'ta söylendiği dışında mantıklı bir sonuca varamazsınız.
Kışlanın önünde çalınır sazlar
Ayağım yalnayak yüreğim sızlar
Yemene gidene ağlasın kızlar
Türküde tartışma konusu olan kelimelerden bir tanesi de "Kışla" kelimesidir. Hemen her şehirde bir kışla olduğunu düşünürseniz, şehirlerin " bu kışla bizim kışla" demelerini de anlamak gerekir. Burada açıklanması gereken konu ise halkın kışlaya olan bakışıdır. Türkünün yazıldığı dönemlerde askere alınmalar oldukça farklıdır. Birliğine götürülecek askerler çeşitli yerlerden toplanana kadar belli bir yerde toplanır. Onların bu toplanma yerlerinde geçirdikleri süre de askerlikten sayılırdı.
Meselâ benin babam Muş'ta askere Mart ayında alınmış ama yollar müsait olmadığı için Mayıs ayına kadar Muş'taki toplanma yerinde kalmış. Bu sırada kaldığı yer evine iki yüz metre uzaklıkta olmasına rağmen evine gidemiyor, asker elbiselerini bile giymeden acemi eğitimi alıyorlarmış. Babam bu anılarını anlatırken kaldığı yerden kışla diye bahseder. Bu nedenle şiirde adı geçen "kışla" da büyük bir ihtimalle askerlerin toplanma yeridir. Önünde saz çalınması ise bekleşen askerlerin eğlenceleridir. Çünkü, Türk milleti dışında düğüne gider gibi savaşa giden başka hiçbir millet yoktur.
Son iki mısra ise geride kalanların gözyaşlarıdır. Çünkü, savaşın asıl acısını onlar yaşayacaktır. Bazı, metinlerde "Yemene gidene ağlıyor kızlar" diye söylense de doğrusu ağlasın'dır. Çünkü Muş ve çevresinde "-yor" şimdiki zaman ekini kullanma alışkanlığı bilhassa o tarihlerde hiç yoktur.
Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var
"Redif kelimesinin kelime anlamı sonradan, arkadan gelendir. Burada ise yeni, genç asker anlamındadır. 19. yüzyılda Osmanlı ordularının Batı orduları standartlarına kavuşturulması için yapılan çalışmaların sonucu olarak seferberlik anında askere alınacak kişilerin oluşturduğu alaylardır. Bilhassa I. Dünya savaşında bu hazırlıkların faydaları görülmüştür. (Daha fazla bilgi için bk. İ. Hakkı Uzun Çarşılı-Osmanlı Tarihi- Cilt 8)
Şiirin genel mantığı ve de o dönemdeki Osmanlı Askerinin kılık-kıyafet ve de maddi yönü düşünüldüğünde Osmanlının askerine yedek potin veya şapka vermesi düşünülemez. Bir askerin potin ve de şapkasının sağlığında çantasına giremeyeceğini de mantıken düşündüğünüzde bu eşyaların bir şehide ait olduğu sonucuna ulaşırsınız.Cesedin Anadolu'ya dönmesi imkânsız olduğu için arkadaşları tarafından ailesine ulaştırıldığı sonucu ortaya çıkar.
O halde söyleyebiliriz ki , bu türkü aynı kişi tarafından (muhtemelen şehidin eşi) şehidin askere gidişi ve şehit oluşunun ardından söylenen muhteşem bir ağıttır. Türküleşmesi yine muhtemelen başka kişiler tarafından muhtelif zamanlarda gerçekleşmiş olabilir.
Yemen savaşları Anadolu insanını derinden yaralayan savaşlardır. Çünkü, amacına inanmadıkları, ulaşmak da güçlük çektikleri, halkı tarafından ihanete uğradıkları toprak parçalarına zorla götürülmüşlerdi. Gidenler geri dönemedikleri gibi şehit oldukları uçsuz bucaksız çöllerde sahipsiz cesetler olarak kalmışlardı. Ölümden kurtulup terhis olabilenleri de uzun, tehlikeli bir dönüş yolu bekliyordu. Devlet uzun yıllar askerlik yaptırdığı bu insanları memleketlerine geri götürme zahmetine katlanmıyor, onları kaderleriyle baş başa bırakıyordu. Bu nedenle kurtulanların bir çoğu da oralardan geri gelemiyordu. Geri gelebilenler de Yemen cehennemini dört bir yanda anlatıyor, yakınlarından haber alamayanların acısı bir kat daha arttı yordu.
"Havada Bulut Yok" türküsü bu acıyı belki de en iyi anlatan türkülerden biri olmuştur. Bu kadar üzerinde konuşulması, haksız yere sahiplenilmeye çalışılması de sanırım. Bu yüzdendir.
Ama kimse heveslenmesin. Muşlu Yemen'de şehit olan evlatları için öz bağrında duyduğu acıyı haykırdığı bu Türküyü elbette ki yüce Türk milletine armağan etmiştir. Bu Türkünün gerçek sahibi Türk milleti ve O'nun uçsuz bucaksız ülkelerde verdiği milyonlarca şehittir.
Hepsinin ruhu şad olsun.
|