Duyguların dile gelmesi, değişik
biçimlerde ifade edilmesi insanın insan olmasıyla aynı zamana denk
düşüyor olmalı. Doğumdan ölüme geçen sürede yaşanan, düşünülen,
hissedilen, bazı zaman tasavvurları zorlayan duygu yoğunlukları,
insan bedeninin kaldıramayacağı denli genişleyince dışa vurmakta
ve çeşitli boyutlarda belirmektedir. Bazen bir sevdanın derinliği
ve insana kattığı güç, hesapsızca herşeye karşı koymaya
dönüşmekte, bazen yontulan bir heykele aşık olmaya, bazen gurbetin
ya da ölümün yol açtığı bir ayrılığın müthiş acısıyla insanın
kavramakta güçlük çekebileceği denli gelişmeler yaşanmaktadır.
Tüm bu duyguların yalnızca bilinçte değil, insan bedeninde de
iflah olmaz tahribatlara neden olduğu, bilinmeyen zamanlardan
bugüne taşınan anlatılarla, destanlarla da günlük yaşamın ayrılmaz
parçaları olmayı sürdürmeleri çoğu zaman inanılır gibi
gelmemektedir.
Bir sevincin insanı uçma noktasına getirdiği, ilgili kişiye göre
en »kötü« olana bile sevgiyle yaklaşmaya neden olan sevincin
kaynağı belki her boyutuyla anlaşılamamaktadır başkalarınca. Ancak
binlerce yılın insan belleğine, yeteneğine ve duygusuna kattığı
müthiş birikimin ustalığı ve estetiğiyle geliştirdiği yaratıcılığı
nedeniyle, bu duygu yoğunluğunu en küçük bir ayrıntıyı bile
atlamadan soyutlayabilmesi gerçek sanat olmalı herhalde. »Tutun
uşaklar tutun, Şimdi havalanirem« (Urfa türküsü) dizelerinde
dahiyane anlatılan sevgi ve coşku yoğunluğu kimbilir kaç insanın
duygularına doğrudan tercüman olmuştur. Ya da »Ya bir kanat ver ya
da kuş eyle, Uçup gidem dost bağında talan var« (Sümmani)
dizelerinde olduğu gibi en olmayacak şeye bile kesintisiz bir
umutla sarılmanın inancı, yaşama bağlanmanın gerekçesi olmamış
mıdır çoğu zaman.
Binlerce yıllık geçmişi olan türkülerin, halk şiirinin
yaratıcıları tüm bunları yaşadıklarından dolayı böyle ifade
etmişlerdir. Yoksa durup dururken acıklı bir türkü tutturmanın,
içli bir şiir yazmanın olanaksızlığı ortadadır.
Bu duygu yoğunluğunu tüm estetiği ve ustalığıyla geçmişten
geleceğe taşıyan birçok isimsiz (bir boyutuyla sahipsiz) insanları
içten bir sevgi ile anmaktan öte yapacak çok şey kalmamakta
geriye. Belki onlar bu duyguları artık hissetmeyecek, bundan
dolayı tatlı bir gülümsemeyle memnuniyetlerini belli edemeyecekler
ama gelecek kuşaklara aktarılacak değerlere sahip çıkmanın
önemiyle bunun ne denli anlamlı olduğunu unutmamak gerek.
İşte bu noktada insana saygının gereği olarak, bize bu mirası
bırakanların kendilerine artık bir »yarar« sağlamayacak da olsa,
haklarını »teslim« etmek üzerine çağrı gündeme gelmekte.
Önceki yüzyılın başlarından itibaren insanlar »pazarda iş
yapabilecek« herşeyi sahiplenmeye başladı. Bu durum, Türkiye’de
bazı ülkelere göre daha geç gündeme gelmiş olsa bile aynı
yoğunlukla sürmektedir. Kuşkusuz insanın kendine ait olana sahip
çıkması hakkının bir eleştirisi söz konusu değildir burada. Tam
karşıtı olarak, insanın kendine ait olmayana sahip çıkmasıyla
ilişkilendirilmesi gereken şeyler üzerinde yoğunlaşmaktır aslolan.
İnsan onuru, kendi hakkına sahip çıkmak kadar başkasının hakkına
saygı göstermek, gerektiğinde aynı içtenlikle başkalarını da
savunabilmekle yücelecektir.
Başkalarına ait olan şiir ya da türkülere ya doğrudan ya da bazı
değiştirmelerle sahip çıkan ve bunu artık günümüz koşullarında bir
gelir kaynağına dönüştürenlerin bu davranışlarından vazgeçmeleri
ve bunları sahiplerine iade etmeleri gerekmektedir. Kendini
savunabilecek, hakkına sahip çıkabilecek durumda olmayanların
(örneğin önceki zamanlarda yaşamış insanların) eserlerini ise
kamuya geri vermek ve elde edilen gelirleri de kamuya malolmuş bir
kültür kurumuna ulaştırmaları en doğru yaklaşım olurdu.
Bundan dolayı, herhangi bir biçimde, herhangi bir nedenle, ya da
herhangi bir niyetle başkalarına kaydedilen türkülerin, şiirlerin
(yaşayan ya da yaşamayan) sahiplerine iade edilmesi yönünde bir
kampanyaya çağırmaktayım.
Tarihi doğru aktarmanın gelecek kuşaklara yapılabilecek en büyük
iyiliklerden ve görevlerden biri olduğu kadar, her boyutta emeğe
saygının da aynı anlamda büyük bir görev olduğunu düşünen herkes
için yapacak birşeyler olacaktır. Bazen bir türküde ya da destanda
geçen bir dizeyle bile tarihe ilişkin önemli ipuçlarının gündeme
geldiği düşünüldüğünde bu daha da önem kazanmaktadır.
Başkalarının sahiplendiği ya da yanlışlıkla başkalarına maledilen
binlerce yıllık bu birikim ve kültür mirası örnekleri üzerine
çalışma yapan, bu tür yanılgıları aydınlığa kavuşturmaya yönelik
araştırma yapan birçok insanın bu konuda önemli veriler
toparladıkları bilinmektedir. Bu çalışmaların sonuçları süreç
içinde değişik biçimlerde kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bilginin
paylaşımı, doğru davranışı da destekleyecektir.
Bir süre sonra elimizde bulunan bu tür örnekleri kamuoyu ile
paylaşamaya başlayacağız. Gerektiğinde simgesel davalarla da bunun
üzerine gideceğiz.
»Sahipsiz« olanların sahipsiz olmadığını anlamayı ve anlatmayı
başarabildiğimiz günlere.
Bekir Karadeniz & Orhan Bahçıvan |