-Şimdiye kadar kaç türkü derlediniz?
Tam olarak saymadım ancak, TRT repertuarında ki derlediğim türkü ve
sözsüz ezgi (halay) sayısı 45-50, notaya aldığım türkü sayısı ise
9-10 civarındadır.Bunların yanı sıra elimde derlediğim masal,
bilmece, türkü ve türkü öykülerinden oluşan 15-20 ses kaseti var. Bu
kasetlerde de, 70-80 civarında duyulmamış türkü olduğunu
söyleyebilirim.
-Kendinize ait beste ve sözleriniz var mı?
Yaklaşık 15 kadar bestem, bir o kadar da değişik ölçülerde yazdığım
şiirlerim var.
-Geçmişte türküler nasıl yakılır, nasıl yaşatılırdı?
Halkımız geçmişte her alandaki gereksinimlerini üreterek
karşılıyordu. (Halı dokumak, çorap-kazak örmek, yoğurt, yağ, peynir
yapmak, tandırda ekmek pişirmek vb.) Şimdi daha çok tüketime ağırlık
veren bir toplum olduk. Bu türküler için de geçerli. Geçmişte
Türkülerin yakılması, sonraki kuşaklara öğretilmesi aktarılması ve
yaşatılması açısından en önemli toplantı yerleri; ölü evleri,
nişanlar, kına geceleri, düğünler bir de çeşitli imecelerdi. Bu tür
toplantılarda söylenen türküler haliyle o toplantının amacına,
anlamına göre (düğünlerde halay türküleri, ölümlerde ağıtlar vb.)
değişirdi. Orada bulunanlar bu türküleri dinler, öğrenir sonra da
başka yerlerde (biraz da eklemeler yaparak) söylerlerdi. Dolayısıyla
türküler kulaktan-kulağa, kuşaktan-kuşağa aktarılarak yıllar boyu
söylenirlerdi.
Geçmişte her önemli olaydan sonra türkü(ler) yakılırdı. Örneğin
yörede sevilen birinin ölümü birkaç türkünün-ağıtın yakılmasına
neden olur, ölü evinde o ağıtlar günlerce söylenirdi. Sözlerin ve
ezginin güzelliğine, yaşanan olayın önemine bağlı olarak bu türküler
halk arasında (değişikliğe uğrayarak) yaşarlardı. Şimdi Anadolu’da
türkü yakma geleneği pek kalmadı.
-Halk müziğinde beste olmalı mı? Olursa nasıl olmalı?
Muhakkak olmalı. Günümüzün müzisyenleri bugünü anlatan, bugünün
insanlarının zevkine, isteğine uygun besteler yapmalılar. Ki, zaten
yapıyorlar. Ancak bu bestelerin ezgi yapıları halk müziğine uygun
biçimde olmalı, arabesk yada özgün müzik denilen türleri
çağrıştırmamalıdır. Bir kişi yaşadığı yerin ezgisel motiflerini
mutlaka belleğinde taşır, ister istemez bestelerinde o motifleri
yer yer kullanır. Örneğin bir besteci Doğulu ise bestelerinde Doğu
motifleri, Egeli ise Ege motifleri olacaktır. Ancak bu bestelere
halk türküsü diyemeyiz. Çünkü bu bestelere halkın bir katkısı
olmayacak, anonimleşme yada, folklorik oluşum dediğimiz süreci
geçirmeyecek; bestecisinin istediği gibi şekillenecek, ortaya
çıkacak, notaya alınacak ve bu şekilde de söylenecektir. Günümüzde
gayet güzel beste yapanlar olduğu gibi, eski türkülerin ezgilerine
yeni sözler monte ederek beste yaptığını sananlar da ne yazık ki
var.
Bu konularda (arşiv – yayın) en etkili kurum TRT olduğuna göre, bu
tür bestelerle ilgili (yine denetleyerek) bir arşiv hazırlamalı,
Anonim türkülerin yanı sıra bunlar da notaya alınarak saklanmalı,
gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.
-Sizce Halk müziğinin sorunları ve çözüm önerileriniz nelerdir?
Halk müziğimizin kuşkusuz bir çok sorunu var. Bu sorunlardan bazılarını
şöyle sıralayabiliriz:
a-Halk Çalgılarımızın tümünün standardizasyonu, ses kapasitelerinin
yükseltilmesi.
Burada yalnız Bağlama ailesin değil; yaylı, üflemeli (nefesli),
vurmalı tüm Halk Çalgılarını kastettiğimi söylemeliyim.
Kullanılmayan bir çok yöresel sazımız var, bunların
güncelleştirilerek günümüz halk çalgılarına kazandırılması gerekir.
Bu tür bir çalışmayı kişilerin yapması çok zor bu işi ancak Kültür
Bakanlığı gibi kurumlar bu çalgıları kullanan ve yapan ustaları bir
araya getirerek yapabilir. Mesleğinde başarılı ustalardan, saz
sanatçılarından ve araştırmacılardan bir kurul oluşturulmalı ve tüm
Halk çalgılarında (en küçüğünden en büyüğüne kadar) bir
standardizasyona gidilmelidir. Müzik aleti yapacak kişilerde belli
bir bilgi birikimi, beceri ve nitelik aranmalı, sınavla ustalık
belgesi verilmeli, ustalık belgesi olmayanların dükkan açmaları,
müzik aleti yapmaları önlenmelidir. Zaten bu sorunları aşmak üzere
Ankara’da müzik aleti yapımcıları bir dernek çatısı altında (MAYDER)
birleşmeye başladılar. Umarım (ve dilerim) başarılı olurlar. Bu
arkadaşlarımıza tüm müzisyenlerin destek vererek, başarılı
olmalarına katkıda bulunmaları gerekir.
b-Bağlamalardaki perde sayısı.
Standardizasyon yalnız çalgıların boyutlarıyla sınırlı olmamalı,
perde sayısı da aynı mantıkla ele alınmalıdır. Uzun saplı
bağlamaların perde sayısı bakıyorsunuz 23, bazen 24, kısa saplı
bağlamaların 18, 19 yada daha farklı olabiliyor. Bağlamalardaki
perde sayısı halk müziğindeki eserlerin tümünü seslendirmek için
gerektiği kadar olmalıdır. Örneğin Orta Anadolu bölgesindeki
(Kırşehir, Keskin, Kırıkkale vb.) yöre sanatçıları “Kerem
Ayağındaki” ezgileri seslendirirken si bemol 3 perdesini
kullanıyorlar. Si bemol (3) bizim sazlarımızda yok ancak
notalarımızda var. Yine “derbeder” veya “kalenderi” ayağında La
karar icra edilirken Re bemol (2-3), Re karar icra edilirken Sol
bemol (2-3) perdeleri gerekiyor. Bu perdelerde bağlamalarımızda yok
Bu sorun da kesin bir şekilde çözüme kavuşturulmalıdır.
c-Ezgilerin notaya alınma aşamasında yapılan hatalar.
Genellikle türküler notaya alınırken çalana göre değil de söyleyene
göre alınmaktadır. Yani türküye eşlik edecek çalgıların nasıl icra
edeceğini değil de, solistin nasıl seslendireceğini anlatan bir
notaya alma biçimi söz konusudur. Genellikle türkü notalarında giriş
sazı, ara sazı; söz altında sazların çalacağı ezgiler, metronomlar
(ezgilerin hızı) belli değildir. Bu şekilde yazılan türkü notalarını
ancak halk müziğini ve yöreleri iyi bilen icracılar anlayıp aslına
uygun bir şekilde yorumlayabilirler. Benim bu konuda önerim,
notaların hem söz hem de saz için çift dizek kullanılarak, ayrıca
iyi duyabilen, iyi dikte yapabilen müzisyenler tarafından
yazılmasıdır. Belki notalar daha çok yer kaplayacak, ancak türküler
daha iyi anlaşılacak ve yorumlanacaktır.
d- Yöresel tavırlar.
Yorum konusunu açınca tavırlara değinmeden geçemeyiz.
Bağlamanın yaygın olduğu yörelerde o yörelerin ezgi yapılarına,
ritim anlayışlarına ve duygularına uygun, yüzyılların sonunda
oluşmuş bir tezene vuruşu vardır. Ki... Halk müziğimizde bu tezene
vuruşlarına “Tavır” denir. (Aşık tavrı, Konya tavrı, Teke tavrı,
Zeybek tavrı, Yozgat tavrı, Kayseri Tavrı, Karşılama tavrı, Silifke
tavrı vb.) Eğer tavır gerektiren yörelerin ezgilerini seslendirirken
o tavırları (tezeneleri) atmazsanız, ezgiyi doğru seslendirmiş
olmazsınız. Tavırların önemi ve nasıl olduğu da sonraki kuşaklara
doğru bir şekilde aktarılmalıdır.
Halk müziğimizde ki sorunlarla ilgili aklıma ilk gelenleri böylece
anlatmaya çalıştım. Bunların dışında, ayaklarla (makam), telif
haklarıyla ilgili birtakım sorunlarımız da vardır.
-Son yıllarda Halk Müziğine karşı yoğun bir ilgi var bunu neye
bağlıyorsunuz?
Bu ilginin temeli yıllar önce 70’li yıllarda atıldı. Kendime pay
çıkarmak gibi olmasın ama bu konuda benim ve birlikte çalıştığım
ekip arkadaşlarımın da önemli katkılarımızın olduğunu
söyleyebilirim. O yıllarda TRT tek izlenen kanal idi. Biz o zaman
TRT de “Bizden Size” adlı 8 yıl boyunca yayını süren ve çok sevilen
bir program yapmaya başladık Programın yapımcısı ve yönetmeni Erşan
Başbuğ, sunucusu Cemile Kutgün, Halk Oyunları sorumlusu Nail Öngüner
(Hoy-tur Derneği Başkanı), Halk Müziği sorumlusu da bendim.Bu
programın sevilmesinde birkaç etken vardı. Programda tüm ekip
(solist, sunucu, bağlama ekibi, halk oyunları ekibi) yöresel
giysiler giyiniyor, tüm Anadolu’da görebileceğimiz bir köy dekoru
içinde türkülerle halk oyunlarını birlikte sunuyorduk. Halk
Oyunlarının solistlere eşliği de çok dinamik bir görünüm ve tempo
kazandırıyordu. O program yıllarca en sevilen müzik programı olma
özelliğini sürdürdü, birçok ödüller aldı. Yine aynı dönemlerde Nida
Tüfekçi’nin Şerif Baykurt’la hazırlayıp sunduğu “ Türkülerimiz-
Oyunlarımız”; Mehmet Özbek’in Arif Sağ’la hazırlayıp sunduğu “Yurdun
Sesi”, “Elimizden Obamızdan” gibi programlar da çok nitelikli ve
Halk müziğimize çok taraftar kazandıran programlardı. O yıllarda
Ankara da fazla dernek yoktu. Bu programlardan sonra dernek sayısı
hızla artmaya başladı. Bu derneklere gelen üniversite öğrencileri
kendi kültürleriyle tanıştılar. Ve bu tür çalışmalar süratle
okullara, kurumlara taşınmaya, yayılmaya başladı. Gençlerimizin
kültürlerine sahip çıkmalarıyla da halk müziğimizin önlenemez
yükselişi bugünlere kadar sürdü. Umarım bu yoğun ilgi bundan sonra
da aynı biçimde sürer.
Bu gelişmelerin yalnız bir-kaç programla gerçekleşmiş olduğunu
söyleyemeyiz. Yine 70’li yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve
Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği Halk Müziği ve Halk Oyunları
yarışmalarının da bu günlere gelinmesinde çok önemli katkıları
vardır.
Ben bu türlü çalışmalarda emek, zaman harcayan, katkısı olan,
destekleyen her kuruma, her kişiye saygı duyuyor, başarılar
diliyorum.
-Peki sizce TRT icrasından farklı icralar veya yorumlarında bu
gelişmelerde bir etkisi var mıdır?
Tabii ki vardır. Yalnız bu farklı icralarla kasetlerde ki yorumları
kastediyorsanız, hepsini başarılı bulduğumu söyleyemem. Bir dolu
iyinin yanı sıra salt ticari düşünceyle, sanat kaygısı taşınmadan
yapılan, kaliteden yoksun, bir dolu kötü örnekler de ne yazık ki az
değil.
TRT icrasına gelince; halk müziğimizin temeli 1942 yılında Ankara
Radyo Evi’nde Muzaffer Sarısözen ve arkadaşları tarafından atılmış.
Halk müziğimizin nasıl icra edileceğini de herkes O, kurumdan öğrene
gelmiştir. TRT’nin geçmişten bu güne Halk Müziğimize olan katkı ve
hizmetlerini, müzik okulu işlevini, halk kültürünün kitlelere
ulaşmasındaki çabalarını, bizden önceki kuşakları ve emeklerini
saygıyla anmalıyız. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
-Halk müziğini daha geniş kitlelere duyurmak için neler
yapılmalıdır?
En önemli iletişim araçları şüphesiz televizyon ve basın. Bunları
yerinde ve zamanında kullanmak lazım. Bakıyorum TRT dışında diğer
televizyonlar neredeyse bu konuya hiç önem vermiyorlar. RTÜK
tarafından belli bir süre yayınlanması istenilen Türk Halk Müziği ve
Türk Sanat Müziği eserleri geç saatlerde, izleyicinin televizyon
başında olmadığı zamanlarda yayınlanıyor. Hepsi değil ama özel
televizyonların bir çoğu yalnız ticari kaygılarla yayın yapıyorlar.
Ticari düşünmelerine bir şey diyemeyiz ama geleneksel kültürümüzün
ve kültür ürünlerimizin yaşatılmasında, geniş kitlelere ulaşmasında
tüm medya kuruluşlarına da görev düşüyor. Dolayısıyla iletişim
açısından medya araçlarının çok büyük önemi var ve bunları yerinde
kullanmak gerekir.
-Sizce Halk müziği eğitiminin durum nedir?
Son yıllarda Türk Müziği Konservatuarları çoğalmaya başladı. Bu çok
önemli bir gelişmedir. Buralara giderek dersleri izleme fırsatım
olmadı ancak, bildiğim kadarıyla iyi eğitim veriliyor. Ayrıca bir
çok yerde başta Ankara ve İstanbul’da çok iyi eğitim veren Halk
Müziği kursları var. Türk Müziği Konservatuarları’nda, Özel Müzik
Dershaneleri’nde müzik eğitimi görmüş, çalgılarını ve seslerini çok
iyi kullanan gençler yetişiyorlar. Bunların arasında halk
müziğimizin sevilmesine, gelişmesine çok önemli katkılar sağlayan
(Erol Parlak, Erdal Erzincan,Çetin Akdeniz, Zara, Orhan Hakalmaz,
Nuray Hafiftaş, Hüseyin Turan, Sinan Uluer ve adını şimdi bir
çırpıda sayamadığım) çok sayıda genç ve kültürlü kardeşimizin
varlığını, giderek çığ gibi çoğaldıklarını görmek de bana ve halk
müziğine gönül veren herkese mutluluk veriyor.
-Konservatuarların sayısı yeterli mi peki?
Konservatuarların sayısı yeterli değil tabi ki, bir de Ankara da bir
Türk Müziği Konservatuarı olmalıydı, hatta ilk olarak Ankara’da
açılmalıydı. Konservatuarların sayılarından çok daha önemli olan
şey, bu okullardan mezun olanların iş garantilerinin olmaması.
Buradan mezun olan gençlerin herhangi bir iş güvencesi yok.
Devletimiz bu genç beyinlere çok iyi olanaklarla bir gelecek
sağlamalı, karşılığında da onlardan toplum ve kültürümüz için en
yararlı çalışmaları beklemelidir.
-TRT repertuarına yeterince türkü girebildi mi?
Hayır girmedi. Anadolu’da en çok derleme
çalışmaları 1937-1960 yılları arasında yapıldı. Muzaffer Sarısözen,
Halil Bedii Yönetken, M. Ragıp Gazimihal, Ferit Anlar, Necil Kazım
Akses, Ulvi Cemal Erkin vb. değerli müzik adamı ve
halkbilimcilerimizce değişik yıllarda yapılan derleme gezilerinde 10
000 in üzerinde türkü derlenmiş. Bunun yaklaşık 2 000 den fazlası
repertuara girebilmiş. Geri kalan kayıtların bir kısmı silinmiş veya
bozulmuş notaya alınamamış. Ayrıca derleme gezileri de yeterince
sağlıklı yapılamamış her yöreye veya kaynak kişiye ulaşılamamıştır.
Dolayısıyla bir çok türkü derlenememiş ve derlenenlerden de bir
kısmı repertuara girebilmiştir. Şu anda TRT Repertuarındaki türkü
sayısı 5000 dolaylarındadır ki bu da çok fazla sayılmayacak bir
rakamdır.
-Derleme nasıl yapılmalı, bir türkü nasıl derlenmelidir?
Derleyici öncelikle derleme
yapacağı yöreyi iyi tanımalıdır. Yöreye ait coğrafi, tarihsel ve
kültürel özelliklerini bilmedir. Derleyici taşıyıcı değil araştırıcı
olmalıdır. Yöreyi bilen kişi türkü alacağı kaynak kişileri de bilir.
Kaynak kişinin belleği iyi olmalıdır. Ayrıca olanak varsa aynı
türküyü yöredeki değişik kaynak kişilerden derlemelidir, çünkü
birinin hatırlamadığı herhangi bir dörtlüğü bir başkası
hatırlayabilir. Kaynak kişiye sorulacak sorular vardır. Bu soruların
bir bölümü kaynak kişiyi, bir bölümü de kaynaklık ettiği türküleri
tanımaya yönelik olmalıdır. Önce kaynak kişinin yaşı, öğrenim
durumu, bulunduğu yöreden uzun süre uzak kalıp kalmadığı, (Kaynak
kişi erkekse) askerliğini nerede yaptığı vb. sonra kaynaklık ettiği
türküleri kimlerden ve nasıl öğrendiği, türkülerin hangi olay veya
kim için yakıldığı, şayet varsa öyküleri, türkü içinde bilinmeyen
sözcükler, sorulmalıdır. Olası söz hatalarının önüne geçilmesi için
derleyicinin o yörenin yerel ağzını bilmesi, Halk Edebiyatı, Halk
Şiiri gibi konularda da bilgi birikimi olması (yada bilenlerden
yararlanması) gerekir.
- Teşekkür eder, başarılar dilerim.
Ben de teşekkür ederim.
söyleşi:
ali onur
fotoğraf:
Hasan Kababulut
Mart 2003-Ankara
biyografi
için-->>
|