Günümüz kültür endüstrisinde halka
ulaşmak, halkla iletişim kurmak için geleneğe, eskiye, Anadolu’ya
özgü unsurlara başvurulması dikkat çekicidir. Küreselleşen dünya
ve bu süreç içerisinde halkın seçimlerinin değişmesiyle, halk
kültürünün bir parçası olan halk şiiri ve türküler de teknolojinin
olanaklarından faydalanılarak bir yeniden üretime tabi
tutulmuştur. Bu yeniden üretimin bazı nedenlerine değinen Theodor
W. Adorno, “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken” adlı
makalesinde kültür endüstrisinin “eskil olanla tanıdık olanı yeni
bir nitelikte birleştir[diğini]” söylemektedir (89). Kitlelerin
tüketimine göre düzenlenen ve büyük ölçüde o tüketimin yapısını
belirleyen ürünlerin, tüm sektörlerde az çok bir plana göre
üretildiğinin altını çizen Adorno, tüm sektörlerin yapısal olarak
benzer olduklarını ya da en azından birbirlerinin açıklarını
kapatarak, neredeyse tamamen gediksiz bir sistem oluşturduklarını
belirtmekte ve bunu olanaklı kılanın sadece çağdaş teknik
yeterlikler değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetsel yoğunlaşmalar
olduğunu dile getirmektedir. Bu kültür ürünlerinin üretimi ve
tüketiminin devamlılığını sağlayan kitle iletişim araçları ise
Adorno tarafından şöyle yorumlanmaktadır:
Özellikle kültür endüstrisi için biçimlendirilmiş olan kitle
iletişim araçları terimi, vurguyu nispeten zararsız bir alana
kaydırmakta çok işe yaramıştır. Gerçekte ne öncelikle kitlelerle,
ne de iletişim tekniklerinin gelişimiyle bir ilgisi vardır, aksine
onları dolduran ruhla, sahiplerinin sesiyle ilişkilidir. Kültür
endüstrisi […] verili ve değişmez sayılan bir zihniyeti çoğaltmaya
ve güçlendirmeye çalışır. Her ne kadar kültür endüstrisi kitlelere
uyum sağlamadan varolamayacak olsa da, kitleler onun ölçütü değil
ideolojisidir. (89)
Burada dikkati çeken noktalardan biri Adorno’nun kültür
endüstrisinin “verili ve değişmez sayılan bir zihniyeti
çoğaltmaya” çalıştığı ifadesidir. Kültür endüstrisinin bu yanı,
bazı kültürel ürünlerin formlarının değiştirilmesine, toplumun
ideolojik eğilimleri ve ekonomik beklentiler dâhilinde sanat
eserinin otantikliğinin kaldırılmasına ya da eserin çeşitli
unsurlarına dokunulmadan yorumlanmasına yani Adorno’nun tabiriyle
eski ile yeninin birleştirilmesine işaret etmektedir. Bu
yorumlardan biri de halk şiirinde, özellikle de türküler konusunda
karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde de popülerliğini koruyan bir tür
olan Anadolu Rock müziği bu bağlamda örnek verilebilir. Bu
çalışmada kültür endüstrisi içerisinde Anadolu Rock müziğinin
işlevi, türküleri “Rock sound”u ile yorumlayan Kıraç’ın
çalışmaları, âşıklık
geleneği ve halk müziği ile karşılaştırılarak incelenecektir.
Geleneğe Eklemlenen Anadolu Rock
Anadolu Rock, halk şiirlerinin bestelenmesi ya da bu türkülerin
Rock müziğin temel unsurları ile işlenmesi sonucu ortaya çıkmış
bir türdür. Yurt dışında özellikle İngiltere ve Amerika’da 1968
kuşağı müzisyenlerince üretilen ve müzik piyasasında önemli bir
ivme yakalamış olan Rock müzik akımından Türkiye de etkilenmiş;
yurt dışında grupların iyi çıkışlar yapmalarından sonra 1967-68
yıllarında, Türkiye’de de Anadolu Rock’ın temelleri atılmaya
başlanmıştır. Vikipedia’daki “Anadolu Rock” maddesinde özellikle
70’li yıllarda Türkiye’deki
müzisyenlerin yurtdışındaki akımları oldukça yakından takip
ettikleri söylenmekte ve bu müzik türünün Türkiye’de farklı
boyutlara taşınması şu şekilde özetlenmektedir. “Müzisyenlerin
farkında oldukları bir şey vardı ki bu da kendi ülkelerinin
müziğinin aslında çok köklü bir geçmişe sahip olduğu[ydu]. […]
[Onlar] hem batıdaki dünyayı sallamış grupların çalışmalarından,
hem de kendi ülkelerinin yerel müziğinden yararlanarak çok sağlam
doğu-batı sentezleri ortaya çıkarmasını bildiler”. “Anadolu Rock”
maddesinin altında, bu müzik türünün temsilcileri arasında ise
Erkin Koray, Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar, Bulutsuzluk
Özlemi, Edip Akbayram, Kıraç gibi isimler sıralanmaktadır. Anodolu
Rock müziğinin temsilcilerinden sayılan Kıraç, son dönemlerde
televizyon programları, klipleri ve dizilere yaptığı müziklerle
büyük çapta bir hayran kitlesine ulaşarak popülerleşmiş, 1998
yılından itibaren yaptığı altı albümle müzik piyasasında yer almış
ve albümlerine aldığı “Karahisar Kalesi”, “Acem Kızı”, “Çayır
Çimen Geze Geze”, “Eşeği Saldım Çayıra”, “Sarı Gelin”, “Şarköy
Türküsü”, “Yayla Yolları”, “Keklik”, “Derik”, “Demirci” gibi
birçok türkünün yanı sıra, yorumladığı bazı türkülere video klip
çekerek televizyon aracılığıyla da halka ulaşmıştır. Âşıkların saz
(bağlama) eşliğinde icra ettikleri sözlü ürünü, bas ve
elektrogitarlar aracılığıyla kayıt eden şarkıcının türkülere
yönelmesinin altında halk şiiri ve türkülerden yararlanarak kendi
müziğini ortaya koyma çabası olabileceği gibi, diğer yandan
türkülerin halk kitlesi arasında popüler olan yeni bir tarzla
yorumlanması eğiliminin sonucu ortaya çıkan çalışmanın ekonomik
kaygılarla piyasaya sunulduğu da göz ardı edilmemesi gereken bir
konudur. Nitekim burada bir kültür ürünü olan halk şiirinin
metalaşması da söz konusudur. Bu noktada folklorizm kavramı önem
kazanmaktadır.
Folklorun Sahtesi: Fakelore adlı kitapta yer alan
“Folklorizm, Nostalji ve Kültürel Miras” adlı makalesinde Ulrika
Wolf-Knuts, folklorizmin kavramsal yönü ve özellikleri üzerinde
durmaktadır. Hans Moser’in bu kavramı 1962’de, folklorun ticaret
ve kültür politikaları için bir hedef olarak yeniden
keşfedildiğinin ya da keşfedilmiş olduğunun farkına vardığında
tanımladığını belirten Wolf-Knuts, Moser’in, folklorizm
ihtiyacını, değişim dönemlerindeki tek biçim aşamasına indirgemeye
karşı psikolojik koruma gereksinimi olarak açıkladığını dile
getirmektedir: “Moser’e göre folklorizm ürünleri insanların
duygularını cezbetti, onlar halkı eğlendirdiler ve eğitsel
olabilirlerdi. Folklorizm ürünleri, turistler için yapılan
reklamlar, el sanatları dernekleri ve kültür politikaları
tarafından desteklendi. Ekonomik yönü, turizm endüstrisi,
reklamlar ve kitle iletişim araçları tarafından sunulur” (176).
Burada folklor ile ekonomik yönün gözetilmesine yani folklor
ürünlerinin piyasalaştırılmasına ilişkin düşünce önemlidir ve
çalışmamızda temel aldığımız örnek ile ilişkilendirilebilir.
Kıraç, türküleri kaset ve cd’lerine koyarak halka ulaşmakta ve
halkın beğenisini kazanırken bir taraftan da şarkıcının müzik
piyasasında folklor ürünlerini kullanırken uyandırabileceği olumlu
etkinin beraberinde getirdiği bu ekonomik yön gözler önündedir. Bu
bağlamda Kıraç’ın müzik albümlerinde yer alan ürünlerin ne şekilde
değerlendirileceği sorunu önemlidir. Jeff Todd Titon, “Müzik, Halk
ve Gelenek” adlı makalesinde “halk müziği, geleneksel ve sözlü
olarak bir nesilden bir nesile aktarılan, her gün yüz yüze
iletişim ve sosyal etkileşimle sık sık uygulanan, bölgeler ve
etnik kökene bağlı müzik tarzlarından oluş[tuğunu]” (371)
söylemekte, “çağdaş halkbilimcilere göre halk müziğinde süreç
insan eliyle yapılmış değerli şeylerden daha önemli hâle gelmiştir
ve bugün halk türküsü sadece notalı bir metin değil, o notalı
metnin uygulamaları, icra edilişleri olarak düşünülüyor. Halk
türküsünün anlamı, metninden icra edildiği durumda vermek istediği
mesajdan oluşur” (371-72) demektedir. Titon’un ifadelerinden
hareketle halk türküsünün pratik işlevinin, icra ortamının önemli
olduğu, halk türküsünün süreç içerisinde değişebildiği ve farklı
icra şekillerinde yorumlanabildiği söylenebilmektedir. Bu noktada
Titon’un medya yoluyla yaşanan etkileşim ve bu doğrultuda
türkülerin formlarının değişebilir olduğu konusundaki ifadeleri
ilgi çekicidir: “1920’li yılların başlarında, Amerika Birleşik
Devletleri’nin ticari ses kayıt şirketleri çeşitli etnik gruplar
[…] için özel diziler hazırladı. Aynı zamanda medya iletimi, yerel
ve bölgesel repertuarları diğer bölgelere götürmüşlerdir ve
meydana gelen müzikteki karşılıklı etkileşim, çoğu sözlü olarak
aynı zamanda da medya aracılığıyla aktarılan melez (karışık)
stiller ve tarzlar yaratmıştır” (374). Benzer bir bakış Gerard
Henri Behaque’un, “Müzik Performansı” adlı yazısında karşımıza
çıkmaktadır. 19. ve 20. asır müziğinin notalarının özelleştirilmiş
olmasına rağmen sound üretiminin tam olarak açıklanamadığına
dikkati çeken Behaque, icracıya göre farklılaşan tarzlarda folk
müzik yorumlarından bahsetmektedir: “Folk (Amerikan halk müziği)
müziğinde, eğitimsiz ve şehirle ilgili popüler kültür müziği,
performansta (icrada / gösterimde) daha belirgindir; çünkü
performansın bir parçası olan kuralcı notalama ve parçanın bütün
akustik özelliklerini ortaya koyma gibi bir gayretleri yoktur. […]
Her nasılsa, bütün notalama sistemlerinin ardında zaman ve mekâna
göre değişim gösteren dinamik bir sözlü performans geleneği yatar”
(377). Nebi Özdemir’in, Medya, Kültür ve Edebiyat adlı
kitabında da müziğin popülerleşmesine ve geleneğin günümüz
müziğindeki belirleyici rollerine dikkat çekilmektedir. Özdemir’e
göre “Türkiye’de hızla gelişmekte olan bir kültür ekonomisi
alanından söz edebilmek mümkündür. Dünyada ve dolayısıyla
Türkiye’de kültür ekonomisi kapsamına pek çok ürün, etkinlik,
mekân, sistem dahil edilmekte ve değerlendirilmektedir” (97).
Kültürmedya ilişkisine değinen ve kentlerdeki kültür ekonomisi
kapsamında imge yaratımının, üretiminin ve yönetiminin öneminin
gittikçe belirginleştiğini ileri süren Özdemir, Anadolu Rock
türünün medya bağlamlı oluşumu hakkında ise “Gazete ve dergilerin
katkılarıyla Türk sözlü kültürü ve edebiyatından beslenerek
gelişen Anadolu Rock adlı müzik türünde özgün eserler ve alt
türler yaratılmaya devam edil[diğini] (114) söylemektedir. Yazar,
değişimin geleneğin doğasında olduğunu, geleneğin üretilmesi
bağlamında medyanın bu sürece aracılık ettiğini dile getirerek
konuya ilişkin şu örneği vermektedir:
Anadolu Rock adlı müzik türünün temelleri, bir bakıma gazetelerin
düzenledikleri müzik yarışmalarında atılmıştır. Hürriyet
Gazetesi Altın Mikrofon adlı müzik yarışmasının şartnamesinde
‘Türk halk ya da sanat müziği ezgilerini Batılı enstrüman ve
tarzlarla icra edilmesi’ zorunluluğu getirilirken Anadolu Rock
adlı müzik türünün tanımı yapılmış gibidir. Bu yarışmada dereceye
giren sanatçı ya da grupların eserlerinin plaklara kaydedilerek
piyasaya sürülmesini sağlayan Hürriyet gazetesi, yeni tarz
müziğin halk tarafından sevilmesine de öncülük etmiştir. (113)
Dolayısıyla bu bağlamda müzikte yaşanan değişimin bir kaynağı, bir
özü olduğu ve geleneğin Batılı formla dönüştürülmesi ile modern
toplum insanının dikkati çekilerek bir piyasa ihtiyacının
karşılandığı söylenebilmektedir.Yani, sözlü ürünler nesilden
nesile aktarılmakta, bu esnada değişime uğramakta ve icra
edildikleri ortamın özelliklerine, beklentilerine göre
şekillenebilmekte, yeni müzik tınıları ile dinleyicilerine
aktarılabilmekte ve bu durum da kültür endüstrisine hizmet
etmektedir. Diğer yandan Kıraç’ın albümlerinde türkülere ağırlık
vermesinin yanı sıra bir âşık gibi mahlaslı şiirlerinin (burada
şiir ile kastedilen şarkı sözleridir) olması, ayrıca kendine ait
şarkılarda da âşıklara atıflarda bulunması ve bir âşık gibi
devrinin sosyal ortamını eleştiren ifadelerinin olması, şarkıcının
âşıklık geleneğine
yaklaştığı noktalar olarak yorumlanabilir. Örneğin şarkıcının,
“Salakoğlan” adlı şarkı sözü şöyledir:
Sana kim dedi salak oğlum şair ol?
Arabesk söyle çok paraya sahip ol
Bırak gitsin giden
Sen tek parayla ilgilen
Acısın, kanasın millet sen dilen
Kızlar elimizde, paralar cebimizde
Ağlasın şarkılar dilimizde
Ağla Veysel’im ağla
Ağla Pir Sultan ağla
Neler oluyor bak yurdunda
Ayrıca “www.anatolianRock.com” adlı web sitesinde de Anadolu Rock
müziği temsilcilerinden sayılan Kıraç hakkında sitenin forum
bölümünde üyelerin yaptıkları yorumlar da şarkıcının türküleri
yorumlayışına bakışı vermek açısından önemlidir. Örneğin
“Çeşminaz”
takma adıyla yazan bir üye şunları söylemiş: “Eminim türküleri
yine çok güzel yorumlayacak. Kendi kültüründen nefret eden
nesiller yetişeceğine en azından türküleri bu şekilde öğrenen bir
gençlik yetişir ve Kıraç’ın buna da katkısı olur”. “Masal perisi”
takma adlı üye “Kıraç’ın söylediği daha doğrusu yorumladığı
türküler muhteşem oluyor. Normal zamanda oturup da türkü dinlemem.
Ancak Kıraç’ın söylediklerini dinlemekten gerçekten keyif
alıyorum. Zaten en beğendiğim parçalarından biri de Keklik
türküsü” derken “Âşık Veysel” takma adlı kişi “Arkadaşlar bakın
Kıraç’ın bana ve diğer gençlere sevdirdiği türkülere: ‘Derik’,
‘Kara Yılan’, ‘Makaram’, ‘Karahisar Kalesi’, ‘Eşeği Saldım
Çayıra’, ‘Sarı Gelin’, ‘Yayla Yolları’, ‘Keklik’, ‘Şarköy
Türküsü’, ‘Demirci’, ‘Çayır Çimen Geze Geze’, ‘Derdimi Söylesem’,
‘Cemalım’, ‘Yolcu’, ‘Aman Ayşam’… Baksanıza ne kadar da hizmet
etmiş halk müziğimize değil mi?” diyerek şarkıcının halk kültürüne
katkıda bulunduğu yönündeki inancını
dile getirmektedir. Bu yorumu benzer yorumlar takip etmektedir. “Joyksk”:
“Kıraç’ın o farklı sesi ile türkü okuması bence halk müziğimizi
insanlara sevdirebilir”; “Ozankoc”: “Kıraç yaşadıkça Türk halk
müziğini bırakmayacaktır!”.
“Toprak02” takma adlı üye “Kıraç’ın bu türkü işini de harika bir
şekilde yapacağından eminim. Gerçekten o benzersiz sesi ile bizim
benzersiz türkülerimiz birleştiğinde ortaya benzersiz bir eser
ortaya konulmuş olacak” derken “zubeyr” adlı üye, “Karacaoğlan’dan
ve
Âşık Veysel’den tanınmamış ama güzel bir şeylere eyvallah deriz”;
“Sfcadı” adlı üye ise “Bence çok güzel söylüyor. Mesela ‘Sarı
Gelin’i o kadar söylemiş ki harika bir şey olmuş. Devam etsin
bence...” demektedir ki, bu yorumlar üyelerin Kıraç’tan Anadolu
Rock tarzında türkü dinlemeyi olumladıklarının hatta halk
kültürünün devamı, türkülerin yaşatılması
bağlamında şarkıcıya bir misyon yüklediklerinin göstergesidir.
Yorumlarda ideolojik yanlar da yer yer kendini göstermektedir.
Örneğin, “McGR4DY” takma adlı kişinin “O, türkülerimizi dünyaya
tanıtmak istiyor. Göreceksiniz.. Birkaç yıl sonra ‘Eşeği
Saldım Çayıra’ ve diğer türkülerimiz Amerika’da, İtalya’da,
Fransa’da ve diğer ülkelerde dinlenecek. Kimin sayesinde mi? Tabii
ki bu türküleri tanıtan kişi sayesinde. Kıraç” ifadesi yoğun millî
duyguları yansıtan bir yorum olarak da değerlendirilebilir.
“Sonsuza Kadar” takma adlı üye de benzer bir yorum yaparak
“Kıraç’ın amacı türkülerimizi dünyaya duyurmak arkadaşlar. Bu
yüzden o albümün üzerinde çok emek harcanması gerek” demektedir.
Bütün bu yorumlarda, toplumsal değişimin sonucu olarak kente
taşınan folklorik kültürün dinleyiciler üzerindeki etkisi
görülmektedir. Bu tavır, yani sözlü kültür ürününü bir misyon
devam ettiriliyormuşçasına sürdürme, milliyete ve kültüre sahip
çıkma düşüncelerini içine alan ideolojik bir bağlamda kullanma,
Kıraç’ın Eurovision şarkı yarışmasına yabancı şarkılar ile
katılmaya başlayan şarkıcılar için 2007 yılında yaptığı yorumlarda
da kendini göstermektedir. Kıraç, Sabah Günaydın’da yer alan bir
söyleşisinde kendisine Eurovision’a
katılıp katılmayacağına ilişkin sorulan bir soruya “Eurovision
başlı başına bir facia. Bu mantık değişmediği müddetçe olmaz. […].
Ayrıca İngilizce konuşalım maymunluğuyla oraya katılmayalım. Madem
müzik evrensel o zaman Arapça [şarkıyla] katılalım. Niye Arapça,
Farsça konuşmuyoruz. Maymuna döndük. Adam bir şarkı yapıyor,
Türkler anlamıyor. Hepimiz İngilizce öğrenmek zorunda değiliz”.
Söyleşiyi yapanın “Peki nasıl katılmalıyız?” sorusuna ise Kıraç
şöyle cevap veriyor: “Yeni bir beste gerekmiyorsa bir türkü
seçelim, gönderelim. Mesela “Eşeği Saldım Çayıra” gayet güzel bir
türkü. Onunla katılalım”.
Kral Magazin’deki bir söyleşisinde ise “Eurovision
sömürgeleştiğimizin bir kanıtıdır. Al ‘Mihriban’ı yeniden düzenle
gönder. Bizi bu türküden daha iyi anlatan bir şey var mı?”
demektedir. Şarkıcı, Cumhuriyet’teki bir söyleşinde “albümlerimde
Türk müziğinin formlarını alıp, Batı müziğinin alt yapısını
kullandım. Türküler üzerinde ciddi ciddi durmak için [son]
albümüme türkü koymadım. Ama türkülerden uzaklaşmış değilim.
Dinleyiciler en Batı tarzındaki şarkılarda bile bizim kendi
kökenlerimizin lezzetini bulacaklar” şeklinde konu hakkındaki
görüşlerini dile getirmektedir. Bu ifadelerinde de görüldüğü üzere
Kıraç’ın özellikle de uluslararası platformda türküler konusundaki
politik tavrı belirgindir. Şarkıcı, milleti müzik konusunda temsil
edecek şeyin kendi kültürünün bir ögesi olan türkü olduğunun
altını çizerken, bu türkülerin de “yeniden düzenlenmesi”, yani
Batılı müzik formları ile yeniden biçimlendirilmesi gerektiğini de
ileri sürmektedir.
Bütün bu değinilen noktalar ışığında Anadolu Rock müziğinin halka,
geleneğe ait motifleri kullanarak halk şiirini, türküleri
dönüştürme ve yeniden üreterek halkla buluşturma, böylelikle de
kültüre ait unsurların devamını sağlama gibi bir işlevi olduğu
söylenebilirken,
aynı zamanda müzik piyasasında Batı sound’u içine oturtulan
türküler ile halk kitlelerinin çekilerek ekonomik bir potansiyel
edinme kaygısının da güdüldüğü ifade edilmelidir. Bu bağlamda
Kıraç’ın modern dünyada, “modernize” ettiği türkülerle halkla
buluştuğu, bu yolla devrinin sosyal ortamına eleştirilerini
yönelterek protest bir kimlik ortaya koymaya çalıştığı, kitle
iletişim araçları kanalıyla çekirdek bir dinleyici kitlesi
edinerek türküleri yeni hâlleriyle dinletip popülerleştirebildiği,
böylelikle de kültür endüstrisinden payını aldığı ve kentli bir
âşık rolü oynadığı değerlendirmesini yapabilmek de mümkündür.
KAYNAKLAR
“Anadolu Rock”. <http://tr.wikipedia.org/wiki/Anadolu_Rock>.
Adorno, Theodor W.. “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken”.
Cogito 36 (Yaz 2003).
Behaque, Gerard Henri. “Müzik Performansı”. Çev. Mustafa Sever.
Halkbiliminde
Kuramlar ve Yaklaşımlar 1. Ankara: Millî Folklor Yayınları, 2005.
Özdemir, Nebi. Medya, Kültür ve Edebiyat. Ankara: Geleneksel
Yayınları, 2008.
Titon, Jeff Todd. “Müzik, Halk ve Gelenek”. Çev. Murat Karabulut.
Halkbiliminde
Kuramlar ve Yaklaşımlar 1. Ankara: Millî Folklor Yayınları, 2005.
Wolf-Knuts, Ulrika. “Folklorizm, Nostalji ve Kültürel Miras”. Çev.
Selcan Gürçayır.
Folklorun Sahtesi: Fakelore. Ankara: Geleneksel Yayınları, 2007.
<http://www.anatolianRock.com>.
<http://www.kirac.net/haberler>.
*Seda Uyanık: Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü Doktora Öğrencisi
Kaynak: Millî Folklor Dergisi, 2008, Yıl 20, Sayı 79
|