|  
          
          
Orta Anadolu'da yetişen değerli halk ozanlarından Kul Hüseyin, Kemrter Baba, Aşık Veli, Sadık Baba, Agahi ve daha nice halk ozanlarının yetiştiği ''Ozan yurdu Emlek'' Beldesi diye bilinen yer Kızılırmak havzasının Yozgat tarafında, Sivas Şarkışla'ya bağlı bir yöresel beldedir.
 
 19. Yüzyılın sonlarına kadar kaza merkezi olan Emlek 1831 yılında yapılan nüfus sayımında (Müslüman ve Erkek Nüfusu) 2.919'dur. Bir yöresel belde olarak; Şarkışla'nın 40, Gemerek'in 8, Yıldızeli'nin 20, Kayseri Sarıoğlan'ın 6 ve Yozgat Akdağmadeni'nin 14 köyünü içeren, Turna, Şeme, Kılıç, Karababa, Nalbant dağlarından başlayıp Akdağlar ve Sırıklıdağı ile çevreleyen Kızılırmak havzası içinde bulunan vadiye Emlek denilmektedir.
 
 Halk biliminin tarihi belgeselliğini, bütün özellikleriyle koruyan, ''Halk Kültür Merkezi'' niteliğinde bir beldesi olmasının yanında 2. Mahmut'un baskı ve yaptırımlarına, boyun eğmeyen, karşı eylem koymuş ve yıllarca direnmiş yerleşim merkezi olarak bilinen Emlek beldesi, kendi bağrında yetiştirdiği halk ozanlarının merkezi olarak bilindiği gibi diğer ünlü halk ozanlarının da bağrında koruduğu, bir yerleşim merkezi olarak bilinmektedir.
 
 Örneğin; halk ozanlarından Aşık Mehmet 1793'de yazdığı bir deyişinde Emlek'te yetişen ve 17.yy. da yaşadığı bilinen Şarkışla İlçesi'nin ilyashacı köyünde yetişen Kul Hüseyin (Aşık Hüseyin) için;
 
 Sene bin iki yüz sekize kondu
 Meyinden içenler derine daldı
 Yaran onulmadı, yaralı kaldı
 Emlesin Eminden Aşık Hüseyin...
 
 Avşar Ozanı Dadaloğlu, Kul Edna, Sefil Edna mahlası ile deyiş yazan ''Edna'' ile olan dostluğunu ve onu ziyaret etmek için yorumlamaya çalıştığı şiirinde:
 
 Yaz bahar ayında çek etti gitti
 Acep sılasına giden gelir mi?
 Kadir Mevlam bize hidayet etse
 Kul Edna'nın muradını verir mi?
 
 Şol koca Nalbant'a biz de varalım
 Serimizden şu sevdayı ıralım
 Emlak Kazasında bir dem sürelim
 Sultan Akdağ gibi dağlar olur mu?
 
 
 diye tanımladığı Emlak Kazası, Osmanlı döneminde; kaza merkezi alınmış, Nahiye olarak merkezi Hardal köyü olmak üzere yönetim birimi oluşturulmuş ve daha sonra da 1908'de Emlek Nahiyesi Ağcakışla Beldesine nakledilmiş, hala Nahiye merkezi olarak kültürel kimliğini korumaktadır.
 
 17. yy. yetişmiş olan Kul Mehmet de Emlek kazasından söz ederken bakın ne diyor: Emlek kazasında kemlik görmedim
 
 Goncaları derdim hara girmedim
 Gençliğimde bile serim vermedim
 Kal şimdi vatanım Emlak illeri
 
 Ala tay verdim ören yerime
 Bey yurdunda kemler gelmez serime
 Dağ başında karlar yağdı erime
 Kal şimde vatanım Emlak illeri
 
 işte bu nahiye merkezine bağlı Anadolu'nun dağlık yaylalık bir yeri olan ''GÜLDEDE DAĞI'' 2135 m. ve bu dağın kuzey eteğindeki vadide kurulu bir dağ köyü olan Emlek Beldesi'nin halk kültür havuzunda damlalar gibi, birikmiş bir şiir ve deyiş küpünün kendi payına düşen dizeleriyle katkılarda bulunmuş en çok halk ozanı yetiştiren Anadolu köylerinden birisi de Emlek Beyyurdu köyüdür...
 
 Beyurdu köyü, ilk önceleri Ahmet Bey'in yurdu/yaylası ve daha sonra da onun adını alan Beyurdu köyü olarak 15 .yüzyıllarda kurulmuş, Pir Sultan Abdal'ın idam edildiği 1589-1590 yıllarında Emlak Kazasına bağlı Sivas'ın bir köyü, Bozok (Yozgat) Vilayet olunca oraya bağlanmış, 19. yy.da Emlak'in kaza oluşu kaldırılıp Nahiye'ye dönüştürüldüğünde Tonus'a bağlanmış ve Tonus'dan da kazalığı alınıp, Şarkışla Kaza olunca, yine Emlek Nahiyesi'nin köyü olarak Şarkışla'ya bağlanmış ve halen de güzelim Anadolu köylerinden birisdir.
 
 Köy kimliği olmasına karşın halk ozanları dizelerinde deyişlerde yer alan şiirlerinde sözü edilen yaylalıkta kurulmuş Şah'ın kayası ile Güldede tepesi arasında kalan vadide bir köydür.
 
 Örneğin; ikinci Mahmut Bektaşi dervişleri ile dede babalarını dağıtmış, Bektaşi dede babaları ve dervişleri yerine de Nakşibendi dervişlerini göndermiş, inançsal olarak ''Alevi ve Bektaşilerin'' yerleşim merkezlerindeki halkı asimle edebilmek için her türlü yaptırımı uygulamış Beyyurduna'da Erzincan'ın Eğin İlçesi'nden Osman Ağa gönderilmiş. Bu durum halkta bir tedirginlik karşı koyma ve Osman Ağa'yı köye koymama eylemi başlamış, bu olaylar üzerine ünlü halk ozanlarından iğdecilikli Aşık Veli bakın ne diyor:
 
 Aşamadım su çıkanın dağından
 Soramadım ağasından beğinden
 Beyyurdu'na bir it gelmiş Eğin'den
 Takıcı olduğu söylenir dilde...
 
 dizeleri yazıldıktan bir süre sonra aradan pek zaman geçmeden Osman Ağa'yı bir köy kavgasında öldürmüşler..
 
 Bu olayların hemen arkasından, yani bir kaç yıl geçmiş, ''köy tamamen asimle oldu şeriatçı bir yapıya girdi'' diye söylentiler olmaya başlayınca Pervane ve Sıdkı imzası ile şiir yazan Tarsuslu Sıdkı Baba Beyyurdu'nu ziyaret etmiş cem düzenleyip on iki hizmeti yürütmüş, halkı görüp sormuş ve giderken de şöyle söylüyor!
 
 Bir kaf dağı iken hidayet haktan
 Nevsinin harcını kırdı Beyyurdu.
 Mürşidin kuvveti kaldırdı gayret
 Saadet tacını giydi Beyyurdu.
 
 Gül Dedeyinen, Besereğin sayası
 Bir büyük hacerdir Şah'ın kayası
 Ehlibeyti yoluna düştü havası
 Mürşide ikrarı verdi Beyurdu...
 
 Aşık Veysel Beserek Dağı'nı söylerken:
 Arzusun çektiğim Beserek Dağı
 Elvan elvan çiçeklerin açtı rnı?
 Çevre yanın güzellerin otağı
 Bizim eller yaylasına göçtü mü?
 
 Güney tarafında kurban pınarı
 Kalktımı mezarlı boyunun karı?
 Garip öter meşeleğin kuşları
 Yavru şahin yuvasından uçtu mu?
 
 Doğusu Beyyurdu Şah'in kayası
 Batısı aşılık taştır boyası
 Üç oluk'tan geçer Türkmen mayası
 Sultan sulağından suyun içti mi?
 
 
 Ali izzet Özkan, 1938 yazdığı söylenen Şarkışla köyleri destanında bakın ne söylüyor:
 
 Beyyurdu'nun güzelleri süzülür
 Her baktıkca çiğerlerim ezllir
 Ağca su'yun cılbahları büzülür
 Kime çaldırmışlar tumanlarını...
 
 Beyyurdu güzelleri için, Devrani'de:
 Hangi obadansın, hangi yöreden
 Kendi için halk eylemiş yaradan
 Devrani'yi siz çıkardınız çileden
 Beni hayaline yeldiren sensin.
 
 
 Beyyurdu köyü bu yazılan şiirlerle de yetinmemiş, halkı tarlasında işinde, yolunda ve birbirleriyle karşılaştıkları her yerde de ve her zaman şiirsel dillerle selamlaşırlar, halk fıkrası ve mizahının çok yaygın olduğu bir köydür. Yapılan araştırma ve derlemelerde 300'ün üstünde "Halk fıkrası" olduğu saptanmıştır.
 
 Köydeki "Halk fıkraları" örneği;
 
 Aşık Murtaza'nın yeğeni Ahmet Nacak (ispir Ahmet) çok sinirli, hırslı birisi Bir çift mandası var kendileri de iki kardeş "Manda"nın birisine kızmış ve başlamış vurmaya Kardeşi; yapma yazık ağzı yok dili yok diye eleştirince; "Sana ne hissemi döğüyorum" diye yanıt vererek işin içinden sıyrılıp, çıkmış...
 
 Beyyurdunda yetişen halk ozanı İbrahim Doğan (İbal), Hasan Yıldırıma üç yumurta buldum şunu pişirde yiyelim deyince, o da bulduğun bir şey için, üç kez bağıracaksın sahibi çıkmadımı, bulduğun yerin en yakın evine vereceksin deyince, Ağbim İsmail Doğan "Hasan Ağa" Sen İstanbul'dan bir bavul dolusu marangoz aracını getirdin "Bir kez bile bağırmadın" diye sözü kesip atmış...
 
 Beyyurdu köyünün, nüktedanlığı, köyde olduğu gibi kalmamış, köy halkı, ekonomik sorunları ve eğitimi geliştirmek, çocuklarını okutabilmek için büyük bir bölümü Ankara'ya gelmiş, (çocukların kendi olanakarı ölçüsünde okutmuş, gençliğin %90 lise mezunu veya fakülteyi) bitirmiştir.
 
 Köy halkından İzzet Akkaş'da bunlardan biridir. O da aynı sıkıntılar yüzünden Ankara'ya yerleşti. Bir arada Ankara Numune Hastahanesinde "Hasta Bakıcı" olarak çalıştığı zamanlarda nedense bir hastayı öldü diye alıp morga götürmüş tam morga koyacağı sırada; hasta ne yapıyorsun beni morga koyuyorsun, sen kafayımı yedin görmüyor musun yaşıyorum kardeşim diye, söylenince, İzzet amca "Sen doktordan iyimi biliyorsun öldün işte" diyerek adamı birden kalaylamış hastayı orda bırakıp çekip gitmiş...
 
 Beyyurdu'nda bu ve bunlara benzer "Halk Fıkraları" sürüp gider...
 Anadolu topraklarında 13. yüzyıldan bu yana sürüp gelen halk şiiri ve deyişi günümüzde de devam etmektedir. Şarkışla'nın Elek Beyyurdu Köyü de bunlardan yalnız bir tanesidir.
 
 Halk edebiyatı tarihinde; 17. yy.'da filizlenen "ozan yurdu Emlak Beyyurdu'' bu günde şiir, sanat tarihinde laik olduğu yerini bulmuş ve bu yeteneğe halkının ermiş olmanın mutluluğu ve kıvancı içindedir. Emlak Beyyurdu'nun türlü çiçeklerde doğayı bezemiş ''Altuoluk yaylası''ndan su için her insan halk edebiyatı tarihinde şiir, fıkra yada halk tiplemesiyle bu sanat ekolunda yerini bulmuştur... İşte bunlar;
 
 Anadolu'muzun bağrında yetişen ve halk ozanları karesini oluşturan Kul Mehmet, Aşık Murtaza, Aşık Sefil Kanberi, İbrahim Doğan (ibal) Aşık Hamza Polat, Hasan Özcan Beyyurdu'nda doğup, büyümüş, orada yetişmiş ve köyünün ve toplumun dertlerini, sorunlarını dile getirmiş deyişleri ile kendileri isim olarak yaşamlarını sürdürüyorlar, fakat cisim olarak ölüp gittiler ve onlar gibi birde hala yaşayan genç halk ozanları yetişdi, bundan sonrada sonsuza dek bu halk ozanlığı sürüp gidecektir. Halk olduğu sürece de bu böyle olacaktır.
 
 Beyyurdu'nda yetişen halk ozanlarını doğum ve yaşam sıralamasına göre, şiir ve deyişleri ile birlikte birer birer anlatmaya çalışacağım (Ancak, bu köyde doğup yetişmelerine karşın, şiirlerini güne kadar	"Yusuf Sönmez, Duran Doğan, Musa Doğanay, Muharrem Kaya ve Alişan Ağa'da Beyyurdu'nda yetişen ve yaşayan kuşağımız gençleridir .)
 
 
 1- Kul Mehmet: 17. yüzyılda Beyyurdu'nda yetişmiş (Ağca Kahya-Mehmet Dede) mahlasıyla de bilinen ozan, 4. Mehmet olayların katıldığı için sürülmüş koşmalar yazan halk ozanlarımızdandır. İyi Bektaşi halk kültürü almış, At binciliği ünlüdür. Hatta köyün üstündeki eski ören yerini, köyün kurucularından Veloğlu Ahmet Bey'den bir ala paca At'a almış, Hamza, Bekir, Ali Mehmet isminde dört oğlu ve köyde Ağca'gil diye bilinenler bu dört çocuklarının torunlarıdır. Ozan, irticalen şiir, deyiş ve nefesler söyleyen en güçlü halk ozanıdır:
 
 Tarihtir ilahiden gelir nasibim
 Çok istesem az vermiş çare ne
 Az kazancım vardır çokta kisibim
 Bülbül gibi zar eylesem çare ne
 
 Kimselerin yareleri azmasın
 Hak onun hayrını şere yazmasın
 El içinde malu mahsun gezmesin
 Halkın hali zor eylese çare ne
 
 Bakmıyon mu veran olmuş bendime
 Halim malum olsun ol efendime
 Hançer olsam halme etsem kendime
 Kendi kendim parlesem çare ne
 
 Mehmet'im bu derdi çekerim çoktan
 Ey ilahi kurtar bizi bu saftan
 Derdimin dermanını isterim haktan
 Gayri yerde deva olsa çare ne
 
 
 2- AŞIK MÜRTAZA: 1853 Yılında Şarkışla İlçesi'nin Emlek Beyyurdu'nda doğmuş ve 1902 yılında yine Beyyurdu'nda ölmüştür. Aşık Murtaza'nın tazı döğmesi ve onun için yazdığı şiir çok meşhurdur. Bu olay çevrede yaygın bir şekilde söylenip günümüze kadar gelmiştir.
 
 İşte olayın öyküsü; Ozan, Beyyurdu köyünün ilk kurcularından Memişgil diye bilinen Çöp Hüseyin oğullarından Hüseyin Kahya'nın küçük kardeşi. Beyyurdu'nda Osman Ağa isminde bir Nakşibendi dervişi Ahad Ağa, köyü asimle etmek için sürekli olarakdan Murtaza'nın ağbisinin konuğu oluyor.
 
 Yine bir gün av bahanesiyle tazısını da yanına olarak, Beyyurdu'na gelmiş. Murtaza'nın ağbisine konuk olmuş, yemekler yenmiş, sohbet ve söyleşiden sonra Hüseyin ağa ile Nakşibendi dervişleri bir başka yere yemeğe davet edilmiş. Murtaza'ya da tazıya göz kulak 01 demiş gitmişler. Murtaza hemen sopayı aldığı gibi hayvancağızı bir döğmüş onlara da haber göndermiş Tazı'ya bir hal oldu gelin bakın. Ağalar gelmiş bakmışlar ki ne görsün Tazı yerinde durmuyor. Ağaların arkasından Murtaza sopayı aba altından çıkarıp gösterdimi hayvan yerinde duramıyor. Ağalar Tazı delirmiş bunu yok edin, hayvan kudurmuş dediklerinde;
 
 Murtaza, deliren ve kuduran sizsiniz, onu yalınız burda bırakıp beni de başına bekçi koymasaydınız hiç bir şey olmayacaktı deyip başlamış söylemeye:
 
 Ahat ağanın tazısı
 Ürer bazı, bazısı
 Budur alnının yazısı
 Tazıdan soy görmedim ben.
 
 Biri ittir, biri tazı
 Yerler fakirden kuzu
 Kovun yahu bu yobazı
 Tazıdan boy görmedim ben.
 
 Ben kestim tazı yedi
 işte getirdik hindi
 Buda yenmez mundar dendi
 Tazıya dey vermedim ben.
 
 Ağa'ya sordum mısmıl hanı?
 Yabanda Tazı avlamadı onu
 Hiç unutmam bu hakareti teni
 Tazıya hey vermedim ben.
 
 Aşık Murtaza; bu işte
 Tazı gördü rüyada, düştü
 Ağa yedi boynu şişti
 Tazı'ya pey vermedim ben...
 
 Aşık murtaza, bir sonbahar ayında Aşık Veysel'in köyü olan Sivrialan'a gitmiş. Azaplar'a konuk olmuş, onlarla sohbet ve söyleşi yapar iken hava bulutlanmış bir güzel kar yağmış, bunun üzerine ozan, zorunlu olarak iki gün orada kalmış. Kış aman vermez ki geri köyüne gelsin başlamış yazmaya:
 
 Güz ayyamı gelmiş goncası soldu
 Ağ sayalar giymiş donunu dağlar.
 Fırgat ile tutmuş yaman iniler
 Çevrimiş kıbla'ya yönünü dağlar.
 
 Sol yüce dağları kar yağdı bastı
 Tutuldu caddeler yolları kesti
 Ben şad olam dedim gam geldi bastı
 Felek bizden aldı kinini dağlar.
 
 Bir gün olur sana boz evler konar
 Ter mahbup yiğitler yeğin at biner
 Hublarda doldurmuş dolusun sunar
 Onlarda hoş geçirir gününü dağlar.
 
 Hani biziminen yayla yaylayan
 İçip soğuk suyun zevkin eyleyen
 İzzet ile ikram ile söyleyen
 Diller feda kıldı serini dağlar.
 
 Aşık Murtaza, evlenmiş çocuğu olmadan hanımı Gücük (küçük) diye boşanıp gitmiş. Ozana, bundan dolayı ''Gücük Murtaza'' lakabını koymuşlar. Köyde ve yörede bir şey oldumu. Gücük Murtaza'nın tazı döğdüğü gibi diye örnekler verirler.
 
 
 3- AŞIK SEFiL KANBERİ: 1867 yılında Şarkışla İlçesi'nin Emlek Beyyurdu'nda doğmuş. Yemene askere gitmiş ''Yemen Harbinde'' İngiliz askerleri ile çarpışmaları sırasında ''alnından vurularak'' ölmüş ve 1897 yılında öldüğünü içeren künyesi gelmiş. Arı bir dil kullanan ve Pir Sultan Abdal felsefesini yürüten güçlü halk ozanlarından birisi olan Kanberi, hiç evlenmemiş, çok yakışıklı, yaşamını bilenlerin ve bu güne kadar gelen anlatımlarına göre, bu güne kadar köyde öyle boylu, boslu ve yakışıklı bir delikanlı daha doğmamış. Fiziksel yapısı gibi, insancıllığı ile düşüncesi de öyle kimliğiyle bütünleşmiş birisi olarak söylenmektedir. 4 kız ve 4 oğlan kardeşin en küçüğü olan Kanberi, Osmanlı yönetimine de çatmadan edemez. Osmanlı'yı eleştirir, haksızlıklarını dizelerinde bir bir anlatmaya çalışır. işte Osmanlı'yı eleştiren deyişlerinden birisi:
 
 Aşar'ı biz verdik yedi hocası
 Artık tütmez Osmanlıca bacası
 Bu düzen yıkılır gitti kocası
 Medrese yıkılsın inkilap olsun.
 
 Yaşıyla başıyla öğünen yobaz
 Lafı beceriksiz kendi hokkabaz
 Şimdi gitmezler ise belki de yaz
 Yobazlık yıkılsın inkilap olsun.
 
 İttihat terakki kurulsa boşa
 Ekmeğimde katık, pilavla aşa
 Onlarda fırsatçı gelmesin başa
 Ağalık yıkılsın inkilap olsun.
 
 Kanberi; softtaya karşıdır özü
 Yeter ki açılsın halkımın gözü
 Düşmanla bir oldu çok ezdi bizi
 Padişah yıkılsın inkilap olsun...
 
 
 Kanberi, bu deyişini 1890 yılında yazdığı bilinmektedir... Ozan, Medrese eğitimindeki gericiliğe karşı çıkmakta, ağalığı ve İttihat Terakki'nin ağalar için kurulduğunu söylemektedir.
 
 Kanberi, babamın ve yaşamı ile deyişlerinden bu yazıda anlatmaya çalıştığım İbrahim Doğan'ın amcasıdır. Ozan'ın askerlik yaşamına kadar gençliği hep çobancılıkla geçmiş, iyi okuma ve yazma bilen birisi olduğu belirtilmektedir. Kanberi yine bir gün kuzu sürüsünü otlatırken, "aşık senin, maşukun gidiyor koş arkasından yetiş" demişler ve o da sevdiğine yetişmek için koşmuş ama görememiş. Hatce kadın (Işık Hatce) Kanber, bana bir deme söyle deyince başlamış söylemeye:
 
 Yetem dedim yetemedim ardından
 Bir taş alam nazlı yarin yurdundan
 Çöreği büyükten, cingen yurdundan
 Telli yarim geçti söyle gördün mü?
 
 Beserek deresi yayla yurdundan
 Koştum yetişemedim yarin ardından
 Çeğilli önünden çadır yurdundan
 Telli yarim geçti söyle gördün mü?
 
 Çeğilliden soğuk suyun içen yar
 Kürt yurdundan edasıyla geçen yar
 Benim için her gün kefen biçen yar
 Telli yarim geçti söyle gördün mü?
 
 Çukur yurtta yetişdiydim yarime
 Sinema ok çaktı yetti karime
 Hasat ekin biçen hayal perime
 Telli yarim geçti söyle gördün mü?
 
 Kendisi kambalda özleri işıl
 Otur, oturduğun yerde pançarın döşür
 Şimdi Sefil Kanber; senide kaşır
 Telli yarim geçti söyle gördün mü?
 
 Kanberi, Pir Sultan Abdal'ı haksız yere eleştirenlere de söylemeden edememiş.
 
 Pir Sultan'a şaha aşık demişler
 O ser Şah bizimdir, herkes bilemez
 Hep tan eyleyerek halka demişler
 O ser Şah bizimdir , herkes bilemez.
 
 Şahlığın binasın kuran Veli'ler
 Pir Sultan'a çamur atan deliler
 Şah'ı Merdan ismi Haydar Ali'ler
 Şah'ımız uludur. Herkes yelemez.
 
 Gidi softa acem Şah'ı diyardu
 Bundan payın alıp haram yiyordu
 Şah olmasa yetim dulu soyardı
 Şah Balım Sultandır. Herkes gelemez.
 
 Biz aşık oluruz halka canana
 Halkı uğruna için için yanana
 Şah kevser suyundan içip kanana
 Şah dolusun sunar, herkes alamaz.
 
 Kanberi; Şah'ımız dünya ulumuz
 Şah Hasan, Hüseyin Kızıl Delimiz
 Pirimiz Hacı Bektaş'i Velimiz
 Şah'ımız bunlardır. Herkes bilemez...
 
 Aşık Sefil Kanberi; Yemen'e askere giderken son deyişini söylüyor ve gidiş o gidiş bir daha geri gelmiyor. Tek gelen bir şey var o da Ozan'ın 1897'de de askerde öldüğünü içeren ölüm künyesi O Kanberi'nin en son yazmış olduğu dizeleri:
 
 Gül dede öteği Beyyurdu köyü
 Abi hayat gibi soğuktur suyu
 Beserekte yatar erlerin soyu
 Güzellere şifa nazı Güldede.
 
 Seher vakti değer, seher yelleri
 Bahar gelir tazaçılır gülleri
 Şeme dağına seda verir telleri
 Güzellere şifa nazı Güldede.
 
 Güldede de Besereğe bağlıdır
 Yoğurtları kaymaklıdır yağlıdır
 Güzelleri çifte çifte benlidir
 Güzellere şifa nazı Güldede.
 
 Dinlendimde duramadım darına
 Tez karıştım toprağına nuruna
 Aşıklık dağları bütün suruna
 Sefil Kanber, şifa nazı Güldede
 
 
 4- İBRAHİM DOĞAN (İBAL): 1909 yılında Beyyuru'nda doğdu. Yaşamını hep kendi köyünde çiftçilikle geçiren ozan, 24.1.1986'da Ankara'da öldü. Aşık Kanberi'nin ağbisinin oğlu olan ozanın, ''Düğün ve Tilki'' destanı Emlek beldesinde çok ünlüdür. Destan olduğu için birer dörtlük alıyoruz; Düğün Destanı:
 
 Peyiğin yoluda bir saat çeker
 Oğlan evlendirmeyek kalsın mı bekar?
 Kavgayı çıkaran kaşıkcı Şeker
 Bu kazada böyle düğün olmadı.
 
 Köyün tavuklarını yiyip tüketen Tilkiler için de:
 
 İki boz tilki, ikisi sarı
 Kırdı tavukları kalmadı yarı
 Bir ay Akcasuya gitseniz bari
 Şeytan tilki alametin ne senin.
 
 İbrahim Doğan, düğün ve tilki için bunları söylerde kendi aşkı ve sevgisi için neler
 söylemez ki:
 
 Ela gözlerini sevdiğim dilber
 Yakıp ateşine dağlatmasana.
 Ben senin derdinden divane oldum
 Rakibe karşı ağlatmasana.
 
 Sorsana sevdiğim sefil halimi
 Yaslı mısın ağzın dilin bağlı mı?
 Eğdin gametimi büktün belimi
 Tabibe yaramı bağlatmasana.
 
 Sevdiceğim vermem seni yad ele
 Öpeyim kucayım, hem güle, güle
 Gel dostunu salma hayırsız yola
 Çekip kollarımı bağlatmasana.
 
 Yeğin akar engin derenin seli
 Baharda açılır yaylanın gülü
 Bana benden oldu, neyleyim eli
 Coşkun seller gibi çağlatmasana.
 
 İbrahim; derdini tabibe danış
 Çağır sevdiğini ülfet et konuş
 Dosta bir bade sun tezelden barış
 Buynumu eğipte yalvartmasana...
 
 
 ŞEYTAN TİLKİ DESTANI
 Harman kalktı tavuklara başladı
 Şeytan tilki alametin ne senin
 AlıŞtı bu köye dağı boşladı
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Osmanın tavuğunu çayırda yedin
 Ufattın kemiğin nerede kodun
 Ezelden ezele şeytandır adın
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Ordan kuzmahleye haber salıyon
 Tavukların nerde olduğunu biliyon
 Tekermuda saklayıpta geliyon
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Kazımdan öşürün seksenden aldın
 Gizlendin bahçede bir gece kaldın
 Yatıp karataşta geriye geldin
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Gittin Kuruçaya mekanmı tuttun
 Bacanın dibinde sen nasıl yattın
 Oniki tavuğumu hep hasar ettin
 Şeytan tilki alamatin ne senin
 
 Adıgüzel der ağlama karı
 Bir sağ tavuk yokki gürk vurak bari
 Hiç mi vicdanın yok ey sırtı sarı
 Şeytan telki alametin ne senin
 
 Muharrem kümese ızgara kurmuş
 Şeytan tilki gelmiş nereden girmiş
 Onsekiz tavuğu hep bütün kırmış
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Esma ağlayarak saçın yoluyor
 Kapı kitli tilki nerden geliyor
 Her sene bu zarar bize oluyor
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Kör ismail derki böyle ne oldu
 Kırdı tavukları dört civciv kaldı
 Karşıda komşular hep bana güldü
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 İbo ile Haydar gece yatmıyor
 Kırmış tavukları horoz ötmüyor
 Keklik pınarından öte gitmiyor
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Badi kayıp olmuş Arifi bulmuş
 Açık kapı olduğunu nerden bilmiş
 Ordan bıdaliye bir mektup salmış
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 İkisi boz tilki, ikisi sarı
 Kırdı tavukları kalmadı yarı
 Bir ay Akçasuya gitseniz bari
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 İBRAHİM DOĞAN der; nereden geldin
 Elinde hançerin kasapmı oldun
 On beş köy içinde bizimi buldun
 Şeytan tilki alametin ne senin
 
 Karataş, Tekermut, Keklik Pınarı; Köye yakın dağlar mevkiler Kurmaya Kuz Mahalle: Beyyurdu Köyünün; Mahalleleri, Akcasu, Beyyurdu ile			Şiirde geçen isimler: Oman (Osman Ağca), Kazım (Kazım Koç), Aytekin, Ema Hanımı), Kör ismail (ismail Öztürk), ibo (ibrahim Demirer), Haydar (HAydar Doğan), Badi (Bağdat Karbulut), Arif (Arife Karabulut), Bidali (Ali Aytekin-Şahin),
 
 
 5- AŞIK SEFİL HAMZA POLAT:  1909 yılında Beyyurdu'nda doğdu. Ağbisi Mustafa'nın Çanakkale'de şehit olması nedeniyle yaşı Nüfus kayıtlarına çok küçük yazdırılmasına karşın Ozan'ın gerçek doğumu 1909'dur. Ozan'ın okuma ve yazması yoktur. Fakat bilgi birikimi ile Alevi Bektaşi halk kültürünün canlı kütüphane misali taşıyıcısıdır. Emlek beldesinde yetişmiş halk ozanlarının deyişleri ile yetinmemiş ve Anadolu'da yetişen bütün
 
 Bektaşi Halk Ozanları'nın deyişlerini kendi bilgi dağarcığına almıştı. 1985 yılında bildiği bütün deyişleri yazdım. Bu arada kendi deyişlerini ve anılarını yazmaya başlayınca eşi Meryem kadın için söylediği bir deyişini okudu:
 
 Yaz bahar geçmeden soldu güllerim
 Gonca güllerimi derenim yoktur.
 Acep nerde kalır garip hallerim
 Garip hallerimi soranım yoktur.
 
 Garip kuşlar öter dağda ovada
 Melekler el bağlamış durur duada
 Beni garip koydun yurtta yuvada
 Bir içim suyumu verenim yoktur.
 
 Kaldım bu dünyanın ıssız hanında
 Aşıklar sırrını saklar canında
 Ellerin yavrusu durur yanında
 Hani benim benli gerdanım yoktur.
 
 Şu Sefil Hamza'yı sen garip kodun
 Eğlenmem gurbette gelirim dedin
 Bu gün rüyamda cenazem yudun
 Ölsem kefenimi saranım yoktur...
 
 Bunu Ankara'da kalmakta olan çocukları ve torunları ile eşi Meryem kadın için yazdığını söyleyince; ''Aşık hanımını bilmesem bu sözlerine göre, bende aşık olacaktım. Tanıdığım için yorum yapamıyorum, yaşadığı zaman böyle demiyordun ne oldu'' diye sorduğumda: Onlar geçti sen bu güne bak, benim gönlüm içinde kalan evi ve aşkımın gözüyle baktığın zaman farklı görürsün diyerek şu dizeleri okumaya başladı:
 
 Bu günlerde yoramıyom düşümü
 Nere alam gidem garip başımı
 Gurbete yolladım bende eşimi
 Eğlemen gurbette nazlı yarimi.
 
 Seher vakti dilen ahı zarımı
 Yad ellere diyemiyom sırrımı
 Gurbete yolladım nazlı yarimi
 Eğlemen gurbette nazlı yarimi.
 
 Gayri yeter benim çektiğim çile
 Bülbülde hasiret bir gonca güle
 Eğer göndermezsen benim yarimi
 En sevdiğin oğlun Bülent'in öle.
 
 Şu Sefil Hamza'nın çektiği yeter
 Yarinden ayrılan hem yanar tüter
 Bir gün mezarımda baykuşlar öter
 Ölmeden gönderin nazlı yarimi.
 
 Ozan, oğlu Ahmet'e bunu yazıyor, ama Meryem kadın amansız hastalıktan kurtulamayarak Ankara Numune hastahanesinde öldü, Aşık Hamza'da başladı söylemeye öldüğü 4.11.1995 gününe kadar söyledi durdu. Onun deyiş ve anılarını da bundan sonra yakınları söyleyip duruyor. Ozan, düğünlerde ayni cemlerde ve diğer toplantı günlerinde çok güzel yedeğe söylerdi. Onun bu tür yerlerde söylediği bir deyişinde şöyle diyor:
 
 Cümle evliyalar mekanda hazır
 Kapandı tekkeler gelmiyor nazır
 Bize imdat eyle bozatlı hızır
 Bu mümin kulların pek darda kaldı.
 
 Yoluna kesmeli hem, kurban kuzu
 Cehennem narına dağlatma bizi
 Kerbelada yatan Hüseyin gazi
 Şu mümin kulların pek darda kaldı.
 
 Pirimin elinden içtim bir dolu
 Şimdi bağlı kaldı tarikat yolu
 Yetiş çarımıza Bektaşi Veli
 Şu mümin kulların pek darda kaldı.
 
 Yetiş kullarını kurtar bu dardan
 Ali'yinen Muhammed halk oldu nurdan
 Bize imdat eyle ol Şah'ı merdan
 Şu mümin kulların pek darda kaldı.
 
 Bu kulun Hamza'yı yakma ateşe
 Garip bülbül gül dalında ötüşe
 Mehdi çıka çarımıza yetişe
 Şu mümin kulların pek darda kaldı.
 
 
 6- ALİ YILMAZ:  Aşık Hamza Polat'ın dayısının oğlu olduğu gibi, onunla birlikte saz eşliğinde yedeğe deyişler söylerlerdi. Onun Mehmet Kaya (Güloğ)'un ölümü nedeniyle yazdığı destandan bir kaç kıta yazmayı uygun buldum:
 
 Ben evden çıkınca ağrıdı başım
 Yalınız fidanım yoktur kardaşım
 Emsalim içinde yok idi eşim
 Burcuken budadın dalımı felek.
 
 Meşeli burundan selemet geçtim
 Rüyamda ecel şerbetl içtim
 Eşimden, dostumdan ben candan geçtim
 Burcuken budadın dalımı felek.
 
 Şu çetin dereyi bir yol geçeydim
 Tekneli pınardan bir su içeydim
 Selametinen ben yolumu seçeydim
 Burcuken budadın dalımı felek.
 
 
 7- CEMAL ÖZTÜRK: 1938 Yılında Beyyurdu'nda doğan, halen Almanya'da gurbetci işçi olarak çalışan, bu
emekçi Ozan'dan da sıla özlemini içeren bir şiir yazmadan geçmek olanaksızıdır:
 
 Sevdiğim dostlardan yol ayrı düştü
 Uzadı günlerim yıl yavaş yavaş.
 Sıtkıyla sevenler bizden vaz geçti
 İkrarından döner kul yavaş yavaş.
 
 İnsan oğlu haktır kötü olamaz
 (Dost) dosttan ayrılmazsa kıymet bilemez
 Gamlı gönlüm şad olupta gülemez
 Gayrı konuşamaz dil yavaş yavaş.
 
 Dünyaya geldimde bahtım karalı
 Yüzüm güler ama sinem yaralı
 Ben dostlardan ayrı kaldım kalalı
 Bilmem el mi olduk biz yavaş yavaş.
 
 Cemal'im; dertlerim yazmayla bitmez
 Feleğin işine aklımız yetmez
 Dost bir selam yazıp bir mektup atmaz
 Gayrı unutulduk biz yavaş yavaş...
 
 
 8- HALİL DOĞAN (Hamdi): 1945 Yılında Beyyurdu'nda doğan halen Ankara'da taksi şoförlüğü yapan ozan; dizelerinde bir şiir yazmayı uygun gördük:
 
 Doğumun bilinmez yaşın kaç senin
 Taştan kemiklerin topraktan canın
 Baharın gülersin kışları gamın
 Senin heybetine var mıdır ferman?
 
 Tanrının evladı ölmez dağlarsın
 Kışın beyaz, yazın yeşil bağlarsın
 Karla hüzün, yağmur ile ağlarsın
 Senin göz yaşların dertlere derman.
 
 
 9- ZİYA DOĞAN: Çok zor bir şeyde insanın kendisini anlatması ama benim için fazla bir şey yazmaya gerek görmüyorum. 23.9.1949 Beyyurdu'nda doğdum. Sendikacılık, Araştırma ve Politik çalışmalarımın yanında zaman oldukça, şiir yazarım. İşte yazdığım şiirlerden biri:
 
 Yine bahar geldi allandı dağlar
 Lalesi sümbülü çiçek açıyor.
 Türlü kokularla kırda çiğdemler
 Hepi birbirine koku saçıyor.
 
 Akar derelerden suları coşkun
 Bu günde nazını çekelim aşkın
 İnsanlar doğayla güzele düşkün
 Aşıklar yarene kuçak açıyor.
 
 Sevdiği dilberi görünce şaşkın
 Gönüller coşuyor sel gibi taşkın
 Bir birine gizli hayal bakışın
 Gözleri hile kurmuş bakış kaçıyor.
 
 Gönül sevdiğini dara çekemez
 Aşk uğruna yanar, kora yakamaz
 Baskılar kurulsa hara ekemez
 Sevdalı hayali candan geçiyor.
 
 Evrim, devrimiyle buluşur içten
 Ölüm de kar etmez yaşamı hiçten
 Baskıyı kaldırın istikbal gençten
 Kıymet bilmez, bile değer biçiyor.
 
 Ziya Düyalı'yım; halim biline
 Yollarımız uzak değil geline
 İş, sanat verelim gençlik eline
 Kör kurşun kanına değer biçiyor...
 
 
 10- İSMAİL KAYA: 1956 yılında Beyyurdu'nda doğdu. Halen Ankara'da memur olarak yaşamını sürdüren ozan, Sivas 2 Temmuz 1993 Kültür ve Sanat şehitlerimizden Menekşe ve Koray Kaya'nın babasıdır. Bu çilekeş dertli ozanımız sorunları aşmak için sazıyla sözüyle, çalıp söylüyor, şiirler dizeliyor...
 
 Amacımız; bundan sonraki zaman ve çağı ozanın düşündüğü gibi, halkın ve doğruyu görenlerin yararına olsun ve bizde hep birlikte ortaklaşa gülelim...
 
 Ayrıdır gönlümde yerin bağlamam,
 Telinle sevgiye coşar gideriz.
 Mesajın topluma çağdaş müziğe,
 Seninle güneşi aşar gideriz.
 
 Seninle yaşarım sensiz olamam,
 Sensiz karanlığı aydınlatamam,
 Gücümü sazımdan aldığım zaman
 Doğadan denize taşar gideriz.
 
 Telleride tüm türküler çalınır,
 Semahlar deyişler senden dinlenir,
 İsmail; sazıyla bir bütünlenir,
 Aydınlık günlere koşar gideriz...
 
 "Dünya'ya Baktığım Pencere" Kendi yaşamım ve şiirlerimi içeren yapıtlarda yazdığım için, burada uzun uzun anlatmaya gerek görmedim...
 
 
 |