Deneysel çalışmalarla ilgili uygulayıcılar ve tasarlayıcılar;
müzikteki yeni yönelimler yoluyla insanlar ve toplumlar üzerinde
genel anlamda duyarlılığın artırılması ve kalıcı izlerin
bırakılması yönünde izleyici ile somut bir iletişim kurmak ister.
Söz konusu iletişim, kullanılan malzeme, yaklaşım biçimi ve
ortamla desteklendiğinde müzik, eğlence müziğinin ötesinde
anlaşılabilir özellikler içeren, düşündürücü, dinginleştirici ve
aynı zamanda da tepkileri çok yönlü harekete geçirebilen bir
yörünge izlemek zorundadır. Bu nedenle, bir anlamda geçmişe dönüş,
kültürel öğelerle ve toplumla ilinti kurma, çağımıza özgü
kavrayış, seçkinciliğin kırılmasıyla birlikte, insanı sararak
sıcaklık oluşturma, bu yörüngedeki uğrak yerlerdir.
Sözlü ve yazılı kültür ile bunlar arasındaki geçişimler; yaşayan
toplumun birincil zenginliklerini oluşturduğu gibi, aynı zamanda
birincil sorunların da kaynaklarını oluşturmaktadır. Bu nedenle,
daha çok sözlü kültürün getirdiği bireysel becerilerle ve bireysel
tavır özelliklerinin yanında, yazılı kültürün getirdiği
rafineleşmiş bireysel beceri ve üslup özelliklerinin harmanlanarak
modern biçimleme yöntemleriyle sentezlenmesi, öne çıkan
yaklaşımlardır.
Halk türkülerinin sözlerinin altında, otantik inceliklerle derin
bir biçimde gelişen halk ezgileri, sözlerin çok ötesinde, geçmişi
ve günü sorgulayıcı önemli dinamikler içermektedir.Bu anlamda,
günümüz kültürel değerlerinin ve müziksel renklerinin, bütününe
zarar vermeyecek ölçülerde, anlaşılabilirliği ve yeniliği
yitirmeden; çalgısal başkalıkların kazanıldığı ve sözlü kültürden
yazılı kültüre doğru yeni enerjilerin yeni etkiler oluşturduğu, bu
etkilerin de yaratıcılığa kendine özgü alanlar sağladığı
anlaşılmaktadır.
Müziğin evrimi toplumun evriminden ayrı tutulamayacağı için,
bireysel başarıların düzeyi yüksek olsa bile, bu başarıların
ortaya çıkışının toplumsal nedenleri bulunmaktadır. Müzik
duyumunun, birikimle ve çalışmayla yetkinleşen becerinin,
insanoğluna tanrı ya da doğa tarafından verildiğini kabullensek
bile, müzik tek başına bir uğraş olmaya insanoğlunun toplumsal
gelişimiyle başlamıştır.
Bu nesnel gerçeklikten hareketle, günümüzde toplum ölçüsünün
yalnızca batıya dayandırılamamasının pek çok gerekçesi vardır.
Modernizm anlayışının insanoğlunu taşıdığı nokta; küçülen dünyaya
karşın, batı ile sınırlandırılamayacak zenginliklere kaçınılmaz
biçimde ulaşan insanoğlunun sorgulaması ve yeni yönelimlere doğru
gitmesi gereken çizgiyi çoktan aşmış gözükmektedir.
Geçmişten günümüze gelen batı kaynaklı ve hazine değerindeki
kültürel birikimin çok yönlü biçimde değerlendirilmesine ve
kökleşmesine herhangi bir itiraz olmamalıdır. Ancak, bunların
yanısıra, günümüz yönelimleri, arayışları ve toplumla çok yönlü
ilinti kurulmasını sağlayıcı yöntemlerin araştırılmasının göz ardı
edilmemesi gerekir.
Modernizm karşısında yer alıyor gibi gösterilerek aşağılanmaya
çalışılan müzikte yeni yönelimlerin; toplumun geçmişi, bugünü ve
yarınıyla ilintili olduğu ve çağı bütünsel bakımdan kavrayıcı, iyi
planlanmış tasarımlar oluşturduğu sürece, şimdiye değin görülmemiş
ölçüde değerleneceği anlaşılmaktadır. (Alpagut, 2005)
Türkiye’de Müzik Kültürünün Gelişimi ve Güncel Koşullarda
İrdelenmesi
Türkiye’de müziğin gelişimine etkisi olan belirginleşmiş müzik
yaklaşımları başlıca üç grupta toplanabilir. Birinci grupta,
Atatürk’ün başlattığı; yeni kurulan Cumhuriyet’in düşünce, söylem
tarzına uygun düşecek ve yeni yaşam biçimiyle Cumhuriyetin
ideallerini birleştirerek temsil edebilecek, batı merkezli
gelişmeleri hedefleyen müziksel yönelimler ortaya konulabilir.
Atatürk’ün hedeflediği yenilikler, her ne kadar Türk halk
ezgilerinin odak noktasında olduğu ve batı
teknikleriyle/yöntemleriyle birleştirilen yeni gelişmeleri ve
yönelimleri işaret etmiş olsa da, yurt dışına gönderilen
bestecilerimiz ve yorumcularımız “Çok seslilik” sloganı altında
batıdan taşıdıkları her türlü “kompozisyon” esaslı üslup
özelliklerini ve müziksel teknikleri eserlerine taşımışlardır. Bu
yenilikleri ülkeye taşımalarında aldıkları sorumluluk nedeniyle
de, Cumhuriyetin ideallerini müzikte temsil yeteneğine
sahiplenmeyi ve ideallerin yansıtılmasını prensip edinen kültürel
biçimlenme ve biçimlendiricilik konularında kendilerini yetkili
olarak konumlandırmışlardır.
Ancak, batıda gelişen yazılı kültürün sistematik müzik dilinin en
önemli göstergesi olan “kompozisyon” yazım kurallarının, kuşaklar
boyu bestecilerimiz tarafından kendi müziğimizin oluşumunda
neredeyse tam katılımla, bütüne yansıyan en geçerli yol olarak
kabul edilişi, ne yazık ki halk ezgilerimizin özünün ve
inceliklerinin kaybolmasına yol açmıştır. Böylece, bu yaklaşım
içinde folklor ile sanat arasındaki farkı oluşturmak veya
belirginleştirmek çabasıyla, bir anlamda format önemsenirken öz
veya çekirdeğin kaybedilmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bazı yaklaşım biçimleri ise; folkloru malzeme olarak bile dikkate
almayan ve daha da ileri giderek yok sayan kavrayışı öne
çıkartmıştır. Öyle ki, bu yaklaşımların vardığı uç noktalarda
Sanat folklordan ne kadar uzaklaşırsa o denli değeri artan bir
olgu olarak göze çarpmaktadır.
Sözlü kültürün en önemli özellikleri ve yaklaşımları ise bu
çalışmalarda veya eserlerde neredeyse tümden göz ardı edilen
unsurlardır. Tasarımda besteciden çok “çalgıda kendilik”, öteki
olmaktan çok “benlik”, yazılı notaya bağımlılıktan çok “bellek”,
artistik gösteriden çok bireysel kolaylığa dayalı “beceri”, üslup
veya stilden çok “yöresel tavır”, sanatta genellikle öne çıkan son
algıdan çok “ilk kavrayış” veya yapılandırılmış kaba detaydan çok
“doğal ve derin incelik”.
Sayısı her anlamda artırılabilecek, yukarıda bahsettiğimiz eksene
taşınması gereken temel yaklaşımlar bu unsurlardan bazılarıdır.
Ayrıca, sanatın ve eğitimin çok yönlü biçimde ele alındığı farklı
yöntem ve tekniklerle işlenebilecek, batılı yaklaşımlarla birlikte
oluşması gereken müzik bireşimi ise üzerinde neredeyse hiç
durulmayan ve giderek örtülüp terk edilen müzik değerlerimizi
oluşturmuştur.
Her müzikçi kendi bireysel yönelimini izlemekte özgürdür. Bu aynı
zamanda sanatın değişmeyen kuralıdır. Ancak, bu anlayış diğer
müzik türlerinin, folklorun ve deneysel çalışmaların önünü kesecek
bir politikaya dayandırılmamalıdır. O noktada, sağlıksız
gelişmelerin kaçınılmaz olması ve sonuçlarının kültürel yapımıza
son derece olumsuz etkiler bırakacağı açıktır.
İkinci olarak; geleneksel müzik biçimlerinin varlığından ve bu
müzik türlerine sıkı sıkıya bağlı olan müzik kitlelerinden söz
edilebilir.
Güncel gelişmeler karşısında tavırlarını daha da koyulaştırabilen
geleneksel müzik türlerine bağlı kişiler, yine aynı mantıkla
geçmişten günümüze gelen geleneksel müzik türlerimizi sahiplenmeyi
sürdürerek, söz konusu müzik değerlerimizin sözcüsü olmak
konusunda kendilerini yetkili olarak konumlandırmışlardır.
Piyasa da geçerli olabilecek ve tamamen parasal getiriyle
ilişkilendirilmiş, neredeyse tamamı söze dayalı, çok çeşitli müzik
yaklaşımlarını ortaya koyan müzik piyasası ise belirlediğimiz
üçüncü sıradaki müzik hareketini oluşturmaktadır.
Bu kesim, müzikte nitelikten, müzik kültüründen veya sanatsal ve
geleneksel değerlerden daha fazla, piyasaya sürülen müziğin satış
oranlarıyla ilgilidir. Bu yaklaşıma göre, “Çok satan en geçerli
olandır.” yargısı adeta temel kural halindedir.
Kitle iletişim araçlarıyla yayılarak topluma yansıyan doğrudan
etki, giderek toplumda moda etkisi yaratmış, sık dinlemenin de
verdiği doğal sonuçla, bu tür müzikler toplumda kökleşmese bile
yadsınamayacak ve kolay giderilemeyecek dinleme alışkanlıklarına
yol açmıştır.
Kuşkusuz, müzik piyasasında ortaya konulan örneklerin bütünüyle
kötü olduğunu söylemek doğru değildir. Bunların arasında iyi
müzikçiler tarafından parasal ölçütlerden önce gelen yaklaşımlarla
ve sorumlulukla ortaya konulmuş seçkin çalışmalar da vardır.
Ayrıca, bu müzik çalışmalarına talep yaratan, hatta her nitelikli
çalışmanın altında yatan felsefi bütünlüğe ve duygusal derinliğe
varmayı hedefleyen bir dinleyici kitlesinden de söz edilebilir.
Türkiye’de yaşayan nitelikli müzik türlerinde varlığını gösteren
bilinçli dinleyici kitlesi, sayıları artması gereken ancak, halen
oldukça azınlıkta olan müzikseverlerden oluşmaktadır. Farklı müzik
türlerinde belirginleşen bu kitlenin ortak özellikleri,
yönelimleri ve beklentileri arasındaki ilişkiler, ortaya konulmayı
bekleyen çalışma ve uygulama alanlarına işaret etmektedir. (Alpagut,
2006)
Müzikte Kurtarıcının Eleştirisi
Appadurai’ ye göre, küresel kültür karmaşık, üst üste binen
süreçlerden oluşmaktadır. Küresel kültür sürekli bir ayrılma ve
yeniden bütünleşme dinamiği taşımakta ve bu dinamik içinde küresel
kültür, etnik akış, teknolojik akış, finansal akış, medya akışı ve
ideolojik akış olmak üzere başlıca beş boyutta akmaktadır. (Alpagut
ve Yiğit 2001:8)
Türk Halk Kültürü de bu yapılardan etkilenmekte kendine özgü
karakteriyle, sözü edilen hareketliliği kaçınılmaz etkileşimlerle
sürdürmektedir. Doğasında her dönem için zengin ve özgün değerler
besleyerek gelişen Türk Halk Kültürü, Türk insanın
yaratıcı,girişimci ve öz değerlerine dönük olduğu kadar
gelişmelere duyarlı yapısıyla güçlü bir irade sergilemiştir.
Bu gelişmelerin kaçınılmaz olması halk kültürüne ve onun
gereksinimlerine farklı açılardan bakılmasını ve etkili
yaklaşımlarla söz konusu akışlara teslim olmayı önleyici yeni
yönelimleri zorlamaktadır. Belki de bu zorlama bizleri gelişim
sürecinde korumacı ve kullanmacı anlayış dışında, yepyeni yaratıcı
ve özgün arayışlara götürmektedir.
Müzikte korumacı anlayışın son dönemlerde gözlenen örneklerinden
bir kaçını şu uygulamalar oluşturabilir:
Pop rüzgarları karşısında, süzgeçlerinden geçirdikleri gençlerle
klasik müziğin kalelerini kurma ve klasik müziği koruma çabası
içinde olan müzik aydınları, otantik müzik elden gidiyor
düşüncesiyle halk müziğini bütün güçleriyle kollama ve koruma
içgüdüsü hisseden
halk müziği sanatçıları, Türk müziğinin yaygınlaşması için TRT
ekranlarında günlerce süren yarışmalar bu gelişmelere örnek
gösterilebilir.
Bu tepkilerin ve uygulamaların tüketim kültürü ve medyanın tüketim
kriterlerine göre hareket etmesi ve bu hareketlerin sonucunda
oluşan çarpık gelişmeler nedeniyle kendilerince haklı
görülebilecek yönleri olabilir.
Ancak, kendi uğraş verdikleri müzik türleri için küçülmekten
şikayetçi ve büyük kitlelerin sağlıksız gelişiminden rahatsızlık
duyan kişilerin, çoğulcu bakıştan yoksun düşünce tarzları ve
kurtarıcı / korumacı anlayışları, modernitenin en önemli
koşullarıyla uyum göstermemektedir.
Kuşkusuz, söz konusu kaleler sayesinde genç nüfusuyla övünen
ülkemizde yitip giden becerilerin ve çoklu müzik anlayışına sahip
olunamadığı için toplumun günümüze özgü gereksinimlerine cevap
verilememesi ile müzik kültürünün topluma çok boyutlu ve sağlıklı
bir biçimde yerleşmemesinin sonuçları da görülmektedir.
Kültürlerarası etkileşimin yoğun olduğu günümüzde çeşitli
etkenlerle sürekli gelişen,değişen yenilenen bir geçişim alanı söz
konusudur. Kimileri bu devinimden rahatsızlık duysa da,
Baudelaire’nin saptadığı gibi “modernlik, geçişsel olandır,
rastlantısal olandır, diğer yarısı ebedi ve değişmez olan sanatın,
yarısıdır.” (Batur, 1997)
Geçişim süreci ile ifade edilen modernite kavramı, yalnızca
yaşanması beklenilen idealler değil, aynı zamanda yaşanmakta olan
sürecin sonuçları, etkileri üzerinde yaratıcı tartışmalarla özgün
verilere ulaşılması için çaba gerektiren bir durumdur.
“Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik” adlı kitabın editörleri
Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba’nın, kitabın giriş bölümündeki şu
sözleri dikkat çekicidir:“Elinizdeki kitabın
editörleri olarak inancımız odur ki,çoğulculuk ve farklılığa olan
saygının aldırmazlığa dönüşmemesi için, Chantal Mouffe’nin güzel
deyişiyle, var olması gerekip de olmayan –
telaffuz edilmeyen- farklılıklarla, hiç olmaması gerektiği halde
var olan farklılıkları birbirinden ayırt edebilmemiz gerekiyor.”
(Bozdoğan ve Kasaba, 1999)
Müzik kültürünün gelişmekte olan ve zengin medeniyet birikimlerine
sahip bir ülkede kalelerinin olamayacağı, müzik kimliklerine
pasaport ve vize gerekmediği, insanlarımızın beğeni kültürünün
sınıflandırılmayacağı ve sınırlandırılamayacağı, üzerinde önemle
durulması gereken olgulardır.
Müziksel kültür ortamındaki çeşitlilik, toplumda yaşayan müziksel
renkler ve bunlar arasındaki ilişkilerle yeşeren ürünler, sağlıklı
bir zeminde uygar bir ülkenin ulaştığı kültürel değerler içinde en
önemli kazanımlardır. ( Alpagut, 2005: 115-120 )
Sanat Merkezleri ve Sanat Etkinliklerini Düzenleyen Yöneticiler
Ülkemizde belli standartları ve ölçütleri gözeterek uluslararası
boyutlar içermesi öncelik kazanan, yalnızca bir ölçütten söz etmek
gerekirse, örneğin Grammy gibi uluslararası ödüllü sanatçıları
öncelikle kapsamına alan çok çeşitli sanat etkinlikleri
düzenlenmektedir.
Bu ilkelerle hareket eden sanat yöneticilerimiz parasal konuları
aştıklarında, belli kitlelere dönük talepleri karşılama bakımından
etkinliklerini ortaya koymada çoğunlukla başarılı olmaktadırlar.
Ancak, toplumla sanatın buluşturulması yönünde ise, tersine bu
durum büyük ölçüde başarısızlığa dönüşmektedir. Bu konuda çok
yönlü nedenler bulunsa da, konuyu onların açısından ele
aldığımızda çok önemli davranış ve strateji hatalarının
bulunduğuna tanık oluruz.
Sanatsal etkinlikleri düzenleyen kurumlar veya kişiler genellikle
benimsedikleri müzik türüne dayalı olarak seyircileri profillere
ayırmaktadırlar. Hatta bu profiller yönlendiriciler tarafından
bazen o kadar derinleştirilmektedir ki, yalnızca bir tür müziğin
dinleyicileri de kendi içinde sınıflara ayrılabilmektedir.
Bu kişiler, çoğu kez, içinde bulundukları toplumun duyuş
zevklerini, birikimlerini, inceliklerini ve ortaya koyan ustaların
becerileri ile birikimlerini göz ardı ederek kendi bakış
açılarıyla ve kendi düzeylerinde olayları yönlendirirler. Üstelik,
bu müzik ustaları giderek kaybolmakta ve onları örnek alması
gereken gençler ise piyasa kültürü içinde çoğunlukla kaba beceriye
dayalı kültürel özellikleri sığ bir düzlemde uygulamaktadırlar.
Oysa ki toplumumuz günümüz koşullarında sözlü ve yazılı kültür
zevkiyle donanmış bir toplumdur.
Bu davranış biçimleri, sanat etkinliklerinin çarpıcı oranlarda
izlenme sayısını düşürmüş, toplumda heyecana dönüşebilecek özü
yitirmeyen, modernizasyona ve yaratıcı özelliklere dayalı
boyutların harmanlanmasıyla oluşabilecek yeniliklerin önü
kesilmiştir.
Böylece, günümüz toplumunun gereksinim duyduğu, modern biçimleme
yöntemleri ile öz arasındaki niteliksel bağların kurulduğu ve
içinde çok seslilik öğeleri ile tekniklerini barındıran
çalışmalardan, toplumun popüler türler dışında soyutlanmasının
yolu tamamen açılmıştır.
Hangi profile konursa konsun toplumumuzun tüm kesimleri açık veya
örtülü biçimde bu uygulamalara ve davranışlara tepki duymaktadır.
Bu tepkilerin en büyük göstergesi ise yaratılan profiller arası
uçurumların ortaya koyduğu kopukluk ve ilgisizliktir. (Alpagut,
2006)
Sanat Etkinliklerinde Bir Büyükelçi Örneği
Bu günlerde dört yıllık görev süresi dolacak olan Pakistan
Büyükelçimiz Kemal Gür, değerli diplomatik çalışmalarını
Pakistan’da organize ettiği sanat etkinlikleriyle de süsleyebilen
dışarıdaki temsilcilerimiz içinde görebildiğimiz belki de tek
örnektir. Kendisi başta müzik olmak üzere sanatın her dalından
600’ün üzerinde Türk sanatçısını Pakistan’a davet etmiştir.
Büyükelçimiz, Pakistan’da çok çeşitli etkinlikler gerçekleştirerek
ülkemizin kültürel zenginliklerinin ve farklı sanat türlerinin tam
anlamıyla temsil edilmesini sağlamıştır. Cumhuriyet dönemindeki
sanatsal gelişmelerin nitelikli olanlarının hemen hepsini
kapsayıcı biçimde davet ettiği sanatçılar arasında; Opera
sanatçıları, klasik müziğimizin hemen her alanından usta
yorumcular, genç müzikçilerimiz, caz müzikçileri ve halk
müziğimizin otantikten deneysele varan önemli özelliklerini ortaya
koyan sanatçılar vardır. Büyükelçimiz Kemal Gür, görevi süresince
Pakistan’da, Asya’nın derinliklerinden Avrupa’nın derinliklerine
uzanan kültür birikimimizin ve haritamızın derin ve geniş
sınırlarını otantikten klasiğe, klasikten çağdaşa değin
gerçekleştirdiği etkinlikler sayesinde ortaya koymuş, yerli ve
yabancı seyircilerin katılımını sağlamıştır. Üyesi olduğum Anadolu
Güneşi Müzik Topluluğu ile ayrı zamanlarda iki kez bu olağanüstü
çabaya tanık olduğumu belirtmeliyim. Ülkemizin sanat ve estetik
zenginliğini bütünsel anlamda temsil eden bu yönelim ve üstün
performans, ülkemizdeki sanat yöneticilerine ve üst düzey
yöneticilerimize örnek oluşturabilecek bir biçimde, titizlikle
değerlendirilmelidir.
Müziğin Toplumla İlişkilendirilmesi
Bu belirlemelerin ışığında; Müziğe ilişkin deneyselliğin toplum
içindeki bireylere doyum ve heyecan verebilmesi için bazı
koşulların oluşması gerekmektedir.
• Toplum içerisinde yaşayan nitelikli, müzik türlerine çoklu müzik
anlayışı içinde saygı duymak ve onları geliştirmek için çaba
gösteren insanlara destek olmak.
• Toplum içerisinde yaşayan bireyleri profillere ayırmamak ve
onların alışkanlıkları dışındaki müzik türlerini de
dinleyebilmeleri için, ayrı, ayrı veya hepsini bir arada
barındıran müzik çalışmalarıyla buluşmalarını sağlayıcı ve
köprüler kurucu etkinlikler düzenlemek.
• Aynı tipte ve aynı kültürden gelen müzikçilerin yaptıkları
çalışmalar yanında, toplum içerisinde yaşayan farklı kültür ve
yaşam biçimine sahip, farklı yaşlardan oluşan müzikçilerin bir
araya gelmesiyle toplumdaki renkleri yansıtıcı deneysel müzik
çalışmalarına ortam hazırlamak ve bu çalışmaları cesaretlendirmek.
• Yapılması planlanan ve toplumu etkileyici roller içermesi
düşünülen müzik çalışmaları için, modernizasyonu gerçekleştiren
kişilerin müzik kimlikleri ne olursa olsun gerektiğinde çekinmeden
müziğin ekseninde Türk müziği türlerine ve çalgılarına başat
roller içeren yerler vermek.
Toplum, duyarlı ve etkili yaklaşımlarla karşı karşıya kaldığında
geleceği yansıtan ip uçları verebilecek reflekslere sahiptir.
Yukarıda açıklanmaya çalışılan konular, bize özgü ve derin bir
kültürel birikimle ilinti kurma gerekliliğini çağrıştırmaktadır. (Alpagut,
2006)
Kastedilen Çalışmalara Bir Örnek: Anadolu Güneşi Müzik Topluluğu (Anatolian
Sun Quartet)
2003 yılında, Abant İzzet Baysal Üniversitesi bünyesinde kurulan
Anadolu Güneşi Müzik Topluluğu (Anatolian Sun Quartet), Türk Halk
ezgilerindeki otantik incelikleri yitirmeden bağlamayı eksen alan
ve keman, piyano gibi batı çalgılarıyla modernizasyon özelliği
gösteren deneysel bir topluluktur. Topluluk, Türkiye’nin kültür
haritasını tüm kültür coğrafyamızdan örnekler vererek etkileyici
bir müzik diliyle sunmaktadır. Anadolu Güneşi çalgısal ifadeye
dayalı bir topluluktur. Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden ve Türk
Dünyası Müzik Topluluğu’ndan konuk sanatçılarla programını çeşitli
yönlerde de zenginleştirebilmektedir.
Anadolu Güneşi, kısa sürede büyük üniversitelerimizin yanı sıra,
Malezya, Pakistan ve Macaristan gibi ülkelerde Dışişleri ve Kültür
Bakanlıkları aracılığıyla, ülkemizi (ISME) 2006 Dünya Müzik
Eğitimcileri Konferansı’nda, Sentuhan Festivalinde, İslamabad
Büyükelçiliğimizde (iki kez) ve Szeged Sonbahar Festivali’nde
temsil etme başarısını göstermiştir. Ayrıca birçok televizyon
programı ile ulusal basında topluluğun çalışmaları yer almıştır.
67 yaşındaki Kemal Bilsel Sarısözen gibi, topluluğun
etnomüzikolojik kimliğini güçlendirerek halk müziğinin özünü
yetkin ifade özellikleriyle üzerinde barındıran usta bir bağlama
sanatçısını eksene oturtan Anadolu Güneşi; ISME (International
Society for Music Education ) Dünya Müzik Eğitimcileri Birliği’nin
2006 temmuz ayında Malezya Kuala lumpur’da düzenlediği 27. Dünya
konferansı’na söz konusu kayıtlar üzerinden seçilmiş ve 80 ülkenin
üzerinde müzik eğitimcilerinin katıldığı bu kültürler arası
buluşmaya ülkemizi temsil etmek üzere davet edilmiştir. Bu
toplulukta ayrıca, kemanda Uğur Alpagut, piyanoda Can Kahramansoy,
vurmalı çalgılarda Uğur Alim yer almaktadır. (Isme, 2006)
Kuala Lumpur’da 2006 Temmuz ayında Görkemli Bir Gece
Anadolu Güneşi ile Malezya’da bulunduğumuz süre içerisinde 27.
Dünya Konferansı için düzenlenen “Malaysian Night” isimli görkemli
bir geceye katıldık. Konser ve gösteri sanatlarına uygun
geleneksel ve modern mimari ögelerle bezenmiş “Istana Budaya”
ismindeki mekan bu gecenin görkemine güç katıyordu. Belki de
binanın mimari kimliği ve estetik niteliği konusunda mimarların ve
sanat tarihçilerinin yorumları farklı olabilir. Ancak sunulan
müzik konusunda şu özellikler üzerinde durulmasında yarar
görülmektedir.
Ulusal Senfoni Orkestrasının arkasında Malezya halk çalgılarının
yer aldığı bir topluluk bulunuyordu. Program süresince arka ve ön
planda Malezya kıyafetleri içinde, stilize edilmiş danslar müzikle
birlikte görsel bir ziyafet haline geliyordu. Gece boyunca müzik
ve dansların yanı sıra sempatik yorumlarıyla solistler sürükleyici
bir program sergilediler.
Programın sonunda seyircilerin dansçılara karışarak dans ettiği
görkemli final gerçekleşti. Buraya kadar herkesin beğeniyle şapka
çıkarabileceği görüntülere diyecek bir şey yoktu.
Ancak, benzerleri bizim ülkemizde de ortaya konulabilecek
Doğu-Batı birlikteliğinin tüm dünya için geçerli olan küreselleşme
dayatmasının olumsuz yanlarına hizmet ettiğine inandığım yapay
boyutları burada da kendini göstermişti. Müzik bakımından Malezya
çalgılarının “eksen yerine arka planda tamamlayıcı unsur olarak
kullanılışı”, “Orkestranın baskın sürükleyici rolünün önde yer
alışı”, “Eklektik müzikal dokunun birbirine monte edilmesinin esas
oluşu”, “dansların ve solistik sempatinin görsel süslemeye hizmet
ederek dolgu/monte etkisinin güçlendirilişi” ve bütün bunlara
karşın geceye “Malezya gecesi” adının verilmesi dikkat çekiciydi.
Orkestra’nın eksene alınmasına rağmen “arranged by”/ “tarafından
düzenlenen” mantığı ile Malezya müziğinin özgünlük ve incelik
boyutlarının bir kişiye yüklenmesi (…ki sayısız biçimde
çeşitlenebilen çalgı, doku, teknik, renk ve beceri inceliklerini
tek bir kişinin batıdaki besteciler gibi hem de düzenleyeci
sıfatıyla yüklenerek gerçekleştirmesi çok zayıf bir olasılıktır.)
Bu durum, Doğu-Batı birleşiminin ya da birlikteliğinin birbiriyle
çelişen ve eksen kültür/ana tema özelliklerini erezyona uğratan
yönlerini bizlere düşündürmektedir. O halde, pek fazla üzerine
gidilmeyen veya çeşitli nedenlerden dolayı gidilemeyen bu görünüm;
giderek tek tipleşen tüketim toplumlarının ve içi boşaltılan
popüler kültür kuşatmasındaki ulus devletlerin hangi hedeflerine
ve kültürel amaçlarına hizmet etmekte olduğu sorusu önem
kazanıyor.
Kanımca, insanlar dünyanın neresinde, hangi ulustan ve meslekten
olursa olsun, yaşadıkları kültürel gelişmeleri; yalnızca görkem
faktörünün yanıltıcı ve düşünmekten alıkoyucu etkileri nedeniyle,
irdelemekten ve olumlu/ olumsuz yönlerini tartmaktan çoğunlukla
uzak durmaktadırlar. Bu durum, özellikle bütün ülkeler için can
alıcı öneme sahip müzik kültüründe daha da fazla önemsenmesi
gereken ve diğer pek çok alanla aynı içeriği paylaşabilecek bir
duyarlılık taşımalıdır.
Güncel Gelişmeler Karşısında Müzik Kültürümüzün Önemi
Avrupa Birliği’ne girmemiz ülkemiz de yaygın olduğu öne sürülen
düşünce birliğine göre, ütopik de olsa tek çare olarak
görülmektedir. Ancak, ülkemizi bu yolda oyalamayı şimdilik
kendilerine taktik olarak benimseyen ve ülkemizi sömürmek veya
bölmek için her şeyi göze alabilecek güçlerin, istedikleri zaman
diliminde bu oluşumun içine bizi çekebilecekleri hiç de şaşırtıcı
bir durum değildir. Üstelik, kendine uygun rejimlere veya
kendilerine özgü toprak bütünlüğüne heveslenen içimizdeki bazı
kesimlerin bu tür oluşumlardan yararlanmak istediği veya destek
aldıkları da bilinen bir olgudur.
Avrupa Birliği’ne girişimizin, ülkemizin öteden beri getirdiği
idealleriyle örtüştüğünün varsayıldığı ve gereğinden fazla göz
kamaştırdığı bir ortamda, günün birinde çok ağır faturalar
ödeyebileceğimiz ve bu yolla sömürü düzenini yaratanların
amaçlarına kavuşmasına en uygun ortamın gerçekleşebileceği de
unutulmamalıdır.
İnsancıl yaklaşımlardan uzak ve kasıtlı hareket eden her türlü dış
güce karşı, ulus devletimizin en önemli güvencelerinden ve
dayanaklarından birisini de, çağımızın gerekleriyle sentezlenerek
somutlaşmış kültürel bağlarımız oluşturacaktır. Kültürel
bağlarımızın en önemli unsurlarından birisi ise her türlü
zorlamaya, dayatmaya karşı koyabilme gücü olan müzik
kültürümüzdür.
Sonuç
Günümüz koşullarında, kültürler arası yabancı düşmanlığına son
vermenin yolu, ülkelerin kendi kültürlerine sahip çıkmaları ile
onları etkili yöntemlerle diğer kültürlerin ilgisine sunmaktan
geçmektedir.
Bu yönelimler, bize halk ezgilerimizin eşsiz gücünü, özgün
yaklaşım biçimlerinin ve yaratıcı çalışmaların önemini, akademik
yaklaşımlarla gelişen sanat içerikli projelere dünyada ve
ülkemizde ne ölçüde gereksinim duyulduğunu ve uluslar arası
ilişkilerin toplumlar arasındaki kültürel köprülerin hiçbir zaman
tükenmeyen birleştiriciliğinde gelişebileceğini açık ve çarpıcı
bir biçimde göstermektedir.
Toplumların ve sanatın gelişimi bazen görünmez iç içelikler
taşıyarak “burnunun ucunu göremezmişsin” örneğine uygunlukla akıp
gider. Kanımca, günümüz sanatı insana genel anlamda bu kadar
yakındır. Ancak, açıklıkla henüz kavranamayan özellikler
taşımaktadır. Görüntünün pusluluğunu ise hızla gelişen koşullar ve
geçmişin anlayışına sıkıştırılmış modernizmin ve bunun yarattığı
profillerin getirdiği, henüz bütün katmanlarda aşılamayan
koşullanmışlıklar sağlamaktadır.
Özgürlük ve disiplin modernliğin kilit boyutlarını oluşturur. Bu
nedenle, modernliğin her iki yüzünü eş zamanlı olarak çizmek ve
modernliğin indirgenemez çifte doğası üzerine bir sonuca varmak,
günümüzün gerçek görevini oluşturmaktadır. (Wagner, 2005:33)
Yine bu saptamaların altının çizilerek yordanması, bizlere günümüz
eğitsel, sanatsal ve politik stratejilerinin ülke ve insanlık
yararına, birlikte anlaşılması ve çözümlenmesi eyleminin
gerekliliğini duyumsatmaktadır.
Bu uygulamalarla, özellikle genç nesillerin daha duyarlı ve etkili
adımlar atması, ulusal bilincimizin daha doğru bir yörünge
kazanması beklenebilir. İnsancıl ve başkalarına saygı gösteren
demokratik açılımların özlü olması ve doğu ile batının iç içeliği
ile gelişerek, günümüzde yeniden değerlendirilmeye ve değerlenmeye
başlayan medeniyet ölçülerinin kültürel boyutlarında, ülkemizin
sağlıklı ve olumlu tepkiler vermesi sağlanmalıdır.
KAYNAKLAR
1-Alpagut, Uğur. (2005) “Sanatın Şekillenmesi: Kutupların Oluşumu
ve Müzikte Yeni Yönelimler” Bilim ve Ütopya, Sayı: 136, İstanbul,
s. 51-55.
2-Alpagut, U. ve Yiğit, E., (2001).
“Toplum-Kültür-Müzik:Küreselleşme Sürecinde Müzik Eğitiminde
Gereklilikler”, Filarmoni& Sanat Dergisi, Sayı:160, Ankara, s.8.
3-Batur, Enis. Modernizmin Serüveni , Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul,1. Baskı 1997, s.22.
4-Bozdoğan, S. ve Kasaba, R., (1999) Türkiye’de Modernleşme ve
Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2. Baskı,
s.4.
5-Alpagut, Uğur. (2005). “Otantikten Klasiğe Müzik Kültüründe
Gelişim-Değişim ve Kurtarıcının Eleştirisi” Folklor/Edebiyat
Dergisi, Sayı: 42, Ankara, s. 115-120.
6-Alpagut, Uğur (2006). “Türkiye’de Müzik Kültürünün Gelişimi ve
Güncel Koşullarda İrdelenmesi” Bilim ve Ütopya, Sayı: 147,
İstanbul, s. 62-65.
7-Alpagut, Uğur. (2006) “Toplumun İçinde Etkili Müzik Üretmek”
Bilim ve Ütopya, Sayı:142, İstanbul, s. 49-51.
8- Isme, (2006). [Çevrimiçi] Elektronik adres: http://
www.isme2006.com. 27 th International Society for Music Education
World Conference, Kuala Lumpur-Malaysia.
9-Wagner, Peter. (2005). Modernliğin Sosyolojisi, Çev. Mehmet
Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.33.
*Bu çalışma, Alpagut’un çeşitli zamanlarda yayınlanan
makalelerinin bir arada genişletilmesiyle gerçekleştirilmiştir.
Konunun uygulamalı ve gözleme dayalı süreklilik gösteren yapısal
özelliği nedeniyle, zorunlu olarak iç ve dış tutarlılık dengeleri
çalışmada kendine özgü bir görünüm kazanmıştır.
**Abant İzzet Baysal Üniversitesi Müzik
Eğitimi Anabilim Dalı, Doç.Dr. uguralpagut@yahoo.com
|