Türkiye’de müziğin gelişimine etkisi olan
belirginleşmiş müzik yaklaşımları başlıca üç grupta toplanabilir.
Birinci grupta, Atatürk’ün başlattığı; yeni kurulan Cumhuriyet’in
düşünce, söylem tarzına uygun düşecek ve yeni yaşam biçimiyle
Cumhuriyetin ideallerini birleştirerek temsil edebilecek, batı
merkezli gelişmeleri hedefleyen müziksel yönelimler ortaya
konulabilir.
Atatürk’ün hedeflediği yenilikler, her ne kadar Türk halk
ezgilerinin odak noktasında olduğu ve batı
teknikleriyle/yöntemleriyle birleştirilen yeni gelişmeleri ve
yönelimleri işaret etmiş olsa da, yurt dışına gönderilen
bestecilerimiz ve yorumcularımız “Çok seslilik” sloganı altında
batıdan taşıdıkları her türlü “kompozisyon” esaslı üslup
özelliklerini ve müziksel teknikleri eserlerine taşımışlardır. Bu
yenilikleri ülkeye taşımalarında aldıkları sorumluluk nedeniyle
de, Cumhuriyetin ideallerini müzikte temsil yeteneğine
sahiplenmeyi ve ideallerin yansıtılmasını prensip edinen kültürel
biçimlenme ve biçimlendiricilik konularında kendilerini yetkili
olarak konumlandırmışlardır.
Ancak, batıda gelişen yazılı kültürün sistematik müzik dilinin en
önemli göstergesi olan “kompozisyon” yazım kurallarının, kuşaklar
boyu bestecilerimiz tarafından kendi müziğimizin oluşumunda
neredeyse tam katılımla, bütüne yansıyan en geçerli yol olarak
kabul edilişi, ne yazık ki halk ezgilerimizin özünün ve
inceliklerinin kaybolmasına yol açmıştır. Böylece, bu yaklaşım
içinde folklor ile sanat arasındaki farkı oluşturmak veya
belirginleştirmek çabasıyla, bir anlamda format önemsenirken öz
veya çekirdeğin kaybedilmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bazı yaklaşım biçimleri ise; folkloru malzeme olarak bile dikkate
almayan ve daha da ileri giderek yok sayan kavrayışı öne
çıkartmıştır. Öyle ki, bu yaklaşımların vardığı uç noktalarda
Sanat folklordan ne kadar uzaklaşırsa o denli değeri artan bir
olgu olarak göze çarpmaktadır.
Söz konusu yaklaşımlar yoluyla, sözlü kültürün kendine özgü
zenginlikleriyle dolu olan Anadolu müzik dilinin ve söyleminin
üzerine giydirilmek istenilen elbise ile bu elbisenin kesimi,
otantik güzelliklerin kaybolmasına yol açmış ve stilize edilen
yeni biçim de kimliğini tümden yitiren bir başkalık getirmiştir.
Çok sesliliğin ve kompozisyon yaklaşımının simge çalgısı “piyano”’
dur. Halk ezgilerinin, otantik inceliklerinin ve tavır
özelliklerinin simge çalgısı ise “bağlama”’dır. Burada ihmal
edilen simge çalgı, eksende başat roller verilmesi gerektiği halde
verilmeyen bağlama olmuştur. Kastedilen yönelimler, yalnızca
bağlamanın kullanımı bakımından değil, aynı zamanda diğer
çalgılara bağlama üzerinden yansıyabilecek uyarlamalar ve
soyutlamalarla da ilgilidir.
Sözlü kültürün en önemli özellikleri ve yaklaşımları ise bu
çalışmalarda veya eserlerde neredeyse tümden göz ardı edilen
unsurlardır. Tasarımda besteciden çok “çalgıda kendilik”,
öteki olmaktan çok “benlik”, yazılı notaya bağımlılıktan
çok “bellek”, artistik gösteriden çok bireysel kolaylığa
dayalı “beceri”, üslup veya stilden çok “yöresel tavır”.
Sayısı her anlamda artırılabilecek, yukarıda bahsettiğimiz eksene
taşınması gereken temel yaklaşımlar bu unsurlardan bazılarıdır.
Ayrıca, farklı yöntem ve tekniklerle işlenebilecek, batılı
yaklaşımlarla birlikte oluşması gereken müzik bireşimi ise
üzerinde neredeyse hiç durulmayan ve giderek örtülüp terk edilen
müzik değerlerimizi oluşturmuştur.
Her müzikçi kendi bireysel yönelimini izlemekte özgürdür. Bu aynı
zamanda sanatın değişmeyen kuralıdır. Ancak, bu anlayış diğer
müzik türlerinin, folklorun ve deneysel çalışmaların önünü kesecek
bir politikaya dayandırılmamalıdır. O noktada, sağlıksız
gelişmelerin kaçınılmaz olması ve sonuçlarının kültürel yapımıza
son derece olumsuz etkiler bırakacağı açıktır.
İkinci olarak; geleneksel müzik biçimlerinin varlığından ve bu
müzik türlerine sıkı sıkıya bağlı olan müzik kitlelerinden söz
edilebilir.
Güncel gelişmeler karşısında tavırlarını daha da koyulaştırabilen
geleneksel müzik türlerine bağlı kişiler, yine aynı mantıkla
geçmişten günümüze gelen geleneksel müzik türlerimizi sahiplenmeyi
sürdürerek, söz konusu müzik değerlerimizin sözcüsü olmak
konusunda kendilerini yetkili olarak konumlandırmışlardır.
Piyasa da geçerli olabilecek ve tamamen parasal getiriyle
ilişkilendirilmiş, neredeyse tamamı söze dayalı, çok çeşitli müzik
yaklaşımlarını ortaya koyan müzik piyasası ise belirlediğimiz
üçüncü sıradaki müzik hareketini oluşturmaktadır.
Bu kesim, müzikte nitelikten, müzik kültüründen veya sanatsal ve
geleneksel değerlerden daha fazla, piyasaya sürülen müziğin satış
oranlarıyla ilgilidir. Bu yaklaşıma göre, “Çok satan en geçerli
olandır.” prensibi adeta temel kural halindedir.
Kitle iletişim araçlarıyla yayılarak topluma yansıyan doğrudan
etki, giderek toplumda moda etkisi yaratmış, sık dinlemenin de
verdiği doğal sonuçla, bu tür müzikler toplumda kökleşmese bile
yadsınamayacak ve kolay giderilemeyecek dinleme alışkanlıklarına
yol açmıştır.
Kuşkusuz, müzik piyasasında ortaya konulan örneklerin bütünüyle
kötü olduğunu söylemek doğru değildir. Bunların arasında iyi
müzikçiler tarafından parasal ölçütlerden önce gelen yaklaşımlarla
ve sorumlulukla ortaya konulmuş seçkin çalışmalar da vardır.
Ayrıca, bu müzik
çalışmalarına talep yaratan, hatta her nitelikli çalışmanın
altında yatan felsefi bütünlüğe ve duygusal derinliğe varmayı
hedefleyen bir dinleyici kitlesinden de söz edilebilir.
Türkiye’de yaşayan nitelikli müzik türlerinde varlığını gösteren
bilinçli dinleyici kitlesi, sayıları artması gereken ancak, halen
oldukça azınlıkta olan müzikseverlerden oluşmaktadır. Farklı müzik
türlerinde belirginleşen bu kitlenin ortak özellikleri,
yönelimleri ve beklentileri arasındaki ilişkiler, ortaya konulmayı
bekleyen çalışma ve uygulama alanlarına işaret etmektedir.
Sanat Merkezleri ve Sanat Etkinliklerini Düzenleyen Yöneticiler
Ülkemizde belli standartları ve ölçütleri gözeterek uluslararası
boyutlar içermesi öncelik kazanan, yalnızca bir ölçütten söz etmek
gerekirse, örneğin Grammy gibi uluslararası ödüllü sanatçıları
öncelikle kapsamına alan çok çeşitli sanat etkinlikleri
düzenlenmektedir.
Bu ilkelerle hareket eden sanat yöneticilerimiz parasal konuları
aştıklarında, belli kitlelere dönük talepleri karşılama bakımından
etkinliklerini ortaya koymada çoğunlukla başarılı olmaktadırlar.
Ancak, toplumla sanatın buluşturulması yönünde ise, tersine bu
durum büyük ölçüde başarısızlığa dönüşmektedir. Bu konuda çok
yönlü nedenler bulunsa da, konuyu onların açısından ele
aldığımızda çok önemli davranış ve strateji hatalarının
bulunduğuna tanık oluruz.
Sanatsal etkinlikleri düzenleyen kurumlar veya kişiler genellikle
benimsedikleri müzik türüne dayalı olarak seyircileri profillere
ayırmaktadırlar. Hatta bu profiller yönlendiriciler tarafından
bazen o kadar derinleştirilmektedir ki, yalnızca bir tür müziğin
dinleyicileri de kendi içinde sınıflara ayrılabilmektedir.
Bu kişiler, çoğu kez, içinde bulundukları toplumun duyuş
zevklerini, birikimlerini, inceliklerini ve ortaya koyan ustaların
becerileri ile birikimlerini göz ardı ederek kendi bakış
açılarıyla ve kendi düzeylerinde olayları yönlendirirler. Üstelik,
bu müzik ustaları giderek kaybolmakta ve onları örnek alması
gereken gençler ise piyasa kültürü içinde çoğunlukla kaba beceriye
dayalı kültürel özellikleri sığ bir düzlemde uygulamaktadırlar.
Oysa ki toplumumuz günümüz koşullarında sözlü ve yazılı kültür
zevkiyle donanmış bir toplumdur.
Bu davranış biçimleri, sanat etkinliklerinin çarpıcı oranlarda
izlenme sayısını düşürmüş, toplumda heyecana dönüşebilecek özü
yitirmeyen, modernizasyona ve yaratıcı
özelliklere dayalı boyutların harmanlanmasıyla oluşabilecek
yeniliklerin önü kesilmiştir.
Böylece, günümüz toplumunun gereksinim duyduğu, modern biçimleme
yöntemleri ile öz arasındaki niteliksel bağların kurulduğu ve
içinde çok seslilik öğeleri ile tekniklerini barındıran
çalışmalardan, toplumun popüler türler dışında soyutlanmasının
yolu tamamen açılmıştır.
Hangi profile konursa konsun toplumumuzun tüm kesimleri açık veya
örtülü biçimde bu uygulamalara ve davranışlara tepki duymaktadır.
Bu tepkilerin en büyük göstergesi ise yaratılan profiller arası
uçurumların ortaya koyduğu kopukluk ve ilgisizliktir.
Çünkü, heyecan verici ve kaliteli müzik, insancıl ortamlar ile
sunumlarda etkili olur. Sanat etkinliklerini yönlendirenler, bu
yolda gelişen ve profilleri yıkıcı müzik örnekleri sergileyen
kişilere ve topluluklara genellikle yol vermek istemezler. Hatta,
Fazıl Say gibi önemli bir sanatçımızın üniversite-kent işbirliği
ile toplumda iz bırakmış halk ozanı Aşık Veysel’in mezarı başında
sergilediği ve binlerce insanın katıldığı sanatsal etkinliğe
alışılmadık marjinal bir hareket gözüyle anlamsız bir biçimde
bakarlar. Dahası, bu tip yönelimlere eğilen sanatçılarımızı diğer
bazı kötü örneklerden doğallık bakımından ayırmaksızın, popülist
olma veya yozlaşma yaftası ile durdurmanın yollarını ararlar.
Meral Tamer’in köşe yazısında öne çıkardığı izlenimler ve
görüşler, müzik ile toplum alışverişinin sıcak, hareketli, güçlü
ve anında gelişebilen yanlarını nasıl da ortaya koyuyor! Tamer
yerinde yaptığı gözlemle bu heyecan ve etkileşim ortamındaki
gelişmeleri satırlarına şöyle yansıtıyor: "Türküye yaptığı
uyarlamayı, Aşık Veysel’i yıllar boyu dinleyen yakınları ya
yadırgarlarsa?" Fazıl, işte bu endişeyle uçakta aslına daha yakın
yeni bir uyarlama yapıveriyor.
Sivas’taki konserde Fazıl Say’ın yüreğini ilk kez dinleyicilere
alabildiğine açtığına tanık oldum. Çalacağı her eseri hangi duygu
ve düşüncelerle, ne şekilde ve neden öyle yorumlayacağını önceden
onlarla paylaştı. Ben bile bugüne kadar defalarca dinlediğim
parçalarını farklı bir algı ve daha derin bir zevkle, haydi itiraf
edeyim biraz da gözyaşlarıyla izledim.
Konserde "Fazıl Say dinleyicileri çok sevdi" diye düşünmüştüm.
Yanılmamışım. Konser sonrasında Sivas Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Ferit Koçoğlu’yla sohbet ederken "Türkiye’de içimi en çok
açabildiğim seyirci buydu. O mekanda ulaşabileceğimi umduğumdan
çok daha ötede bir seyirciyle karşılaştım" dedi. Nitekim son
dönemde terk ettiği meşhur doğaçlamalarını Sivaslı sevgili
seyircileriyle birlikte yaptı. Hatta İstanbullular kıskanın ama
Sivaslılara bis bile yaptı.
Rektör Prof. Koçoğlu, "Fazıl Bey ben bugün bir insanın ruhunun
bedeninin dışına çıkışına tanık oldum" sözleriyle Fazıl’a teşekkür
etti. Fazıl ise Sivaslı seyirciyle bu denli bütünleşebilmesinde,
konser öncesinde Aşık Veysel’in mezarını ziyaret edip,
akrabalarına ve köylüsüne piyano çalmasının, o ortamın havasını
koklamasının katkısı olduğu görüşündeydi.
Sivas geride kaldı. Ama Cumhuriyet Üniversitesi’nin ve Fazıl
Say’ın sayesinde bir 4 Eylül günü taa Sivrialan’a kadar gidip
mezarına çiçek koyabildiğim Aşık Veysel’in mezar taşında yazılı
dörtlük, bir türlü aklımdan çıkmıyor:
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş, kimler gülecek
Murat yakın, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın (Tamer, 2002)
Sanat Etkinliklerini yönlendirenler ne yazık ki! binlerce insanın
izlediği o marjinal örneğin altındaki toplumsal refleksin
analizini yapmak istemezler ve işlerine farklı yansımaları olması
gerçeğini kabullenmezler. Oluşturulmak istenilen gerçek
profillerin toplumda değil, bu kişilerin bir türlü kıramadıkları
düşüncelerinde olduğunu görmemek elde değildir.
Kuşkusuz, yukarıda bahsedilen örneklerin dışında ülkemizde
yaşadığı toplumun gereksinimlerine eğilen, ancak oldukça yalnız
kalan ve değeri toplumca yeterince anlaşılamayan sanat
kurumlarımız ile sanat yöneticilerimiz olduğunu da belirtmek
gerekir.
Güncel Gelişmeler Karşısında Müzik Kültürümüzün Önemi
Küresel dayatmaların arkasındaki ele geçirici, tutsak edici ve
sömürücü yaklaşımların bölücü taktiklerine zemin hazırlamamak
için, salt belli etnik yapıları öne çıkarıcı özelliği olan halk
müziği çalışmalarının, bu tehlikeleri göz ardı etmeyen
yaklaşımlarla yapılması veya diğer müzik çalışmalarıyla
dengelenerek topluma ve dünyaya verilecek mesajların duyarlılıkla
önemsenmesi gerekmektedir.
Avrupa Birliği’ne girmemiz ülkemiz de yaygın olduğu öne sürülen
düşünce birliğine göre, ütopik de olsa tek çare olarak
görülmektedir. Ancak, ülkemizi bu yolda oyalamayı şimdilik
kendilerine taktik olarak benimseyen ve ülkemizi sömürmek veya
bölmek için her şeyi göze alabilecek güçlerin, istedikleri zaman
diliminde bu oluşumun içine bizi çekebilecekleri hiç de şaşırtıcı
bir durum değildir. Üstelik, kendine uygun rejimlere veya
kendilerine özgü toprak bütünlüğüne heveslenen içimizdeki bazı
kesimlerin bu tür oluşumlardan yararlanmak istediği
veya destek aldıkları da bilinen bir olgudur. Avrupa Birliği’ne
girişimizin, ülkemizin öteden beri getirdiği idealleriyle
örtüştüğünün varsayıldığı ve gereğinden fazla göz kamaştırdığı bir
ortamda, günün birinde çok ağır faturalar ödeyebileceğimiz ve bu
yolla sömürü düzenini yaratanların amaçlarına kavuşmasına en uygun
ortamın gerçekleşebileceği de unutulmamalıdır.
İnsancıl yaklaşımlardan uzak ve kasıtlı hareket eden her türlü dış
güce karşı, ulus devletimizin en önemli güvencelerinden ve
dayanaklarından birisini de, çağımızın gerekleriyle sentezlenerek
somutlaşmış kültürel bağlarımız oluşturacaktır. Kültürel
bağlarımızın en önemli unsurlarından birisi de her türlü
zorlamaya, dayatmaya karşı koyabilme gücü olan, birbirleriyle
ilinti kurularak tek başına veya birlikte gelişen türleri
kapsayıcı özelliği olan müzik kültürümüzdür.
Sonuç
Soğuk ve sıcak savaşların görünümünü ve işlevini değiştirdiği,
kültürel çatışmaların her boyutta öne çıktığı veya ırkçı
düşüncelerle sanatın ve bilimin yollarını kesiştirme eğilimlerinin
yeniden hortlatılmaya çalışıldığı günümüzdeki gelişmeler, kanımca
artık kültürel birlikteliğimizin başkalarının güdümüne
bırakılmamasını gerekli kılan günlere çoktan ulaşmıştır.
Günümüz koşullarında, kültürlerarası yabancı düşmanlığına son
vermenin yolu, ülkelerin kendi kültürlerine sahip çıkmaları ile
onları etkili yöntemlerle diğer kültürlerin ilgisine sunmaktan
geçmektedir.
Eğitim sistemimizin her düzeyde ve bütünüyle kendimize özgülükten
arındırılıp başkalarının güdümüne, sistemine ve onayına
endekslenmesi tehlikelerin en büyüğüne işaret etmektedir.
Tüm bu saptamalar, Atatürk’ün yıllar öncesinden ön gördüğü ulusal
hedeflerle bire bir örtüşmektedir.
Bu bağlamda, akademik ortamlarda ele alınan eğitim müziğimiz ve
sanatımız yoluyla her türlü çalışmaya hız verilmeli ve bu
çalışmalar özendirilerek gerekli kaynaklar oluşturulmalı, stüdyo
olanakları sayesinde ulusal ve uluslararası gereksinimlere de
cevap verebilecek bize özgü eğitim müziği materyalleri
oluşturulmalıdır.
Söz konusu materyallerin klasik eğitim basamakları veya
düzeylerinin yanı sıra, toplumla sanat arasındaki bağların günümüz
koşullarında yeniden gözden geçirilmesiyle toplumsal
renkleri gözeten ve bunları heyecan verici yaklaşımlarla ele alan
yeni üretimleri kapsaması önemsenmelidir.
Toplumların ve sanatın gelişimi bazen görünmez iç içelikler
taşıyarak “burnunun ucunu göremezmişsin” örneğine uygunlukla akıp
gider. Kanımca, günümüz sanatı insana genel anlamda bu kadar
yakındır. Ancak, açıklıkla henüz kavranamayan özellikler
taşımaktadır. Görüntünün pusluluğunu ise hızla gelişen koşullar ve
geçmişin anlayışına
sıkıştırılmış modernizmin ve yarattığı profillerin getirdiği henüz
her katmanda aşılamayan koşullanmışlıklar sağlamaktadır.
Özgürlük ve disiplin modernliğin kilit boyutlarını
oluşturmaktadır. O nedenle, modernliğin her iki yüzünü eş zamanlı
olarak çizmek ve modernliğin indirgenemez çifte doğası üzerine bir
sonuca varmak, günümüzün gerçek görevini oluşturmaktadır. (Wagner,
2005:33)
Yine bu saptamaların altının çizilerek yordanması, bizlere günümüz
eğitsel, sanatsal ve politik stratejilerinin ülke ve insanlık
yararına, birlikte anlaşılması ve çözümlenmesi eyleminin
gerekliliğini duyumsatmaktadır.
Bu uygulamalarla, özellikle genç nesillerin daha duyarlı ve etkili
adımlar atması, ulusal bilincimizin daha doğru bir yörünge
kazanması beklenebilir. İnsancıl ve başkalarına saygı gösteren
demokratik açılımların özlü olması ve doğu ile batının iç içeliği
ile gelişerek, günümüzde yeniden değerlendirilmeye ve değerlenmeye
başlayan medeniyet ölçülerinin kültürel boyutlarında, ülkemizin
sağlıklı ve olumlu tepkiler vermesi sağlanmalıdır.
KAYNAKLAR
-Tamer, Meral. (2002). “ Aşık Veysel’in sazıyla Fazıl’ın piyanosu”
Milliyet Gazetesi, [Çevrimiçi] Elektronik adres:
http://www.milliyet.com.tr/2002/09/06/yazar/tamer.html
-Wagner, Peter. (2005). Modernliğin Sosyolojisi, Çev. Mehmet
Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
*Abant İzzet Baysal Üniversitesi Müzik
Eğitimi Anabilim Dalı, Doç.Dr. uguralpagut@yahoo.com
|