Musikide <<Pentatonism>> Milattan çok önceki zamanlardan beri nazariyecilerin dikkatlerini çekmiştir; Aristoksenos (m.e. 4 üncü asır) Yunanlıların ilk çağlardan beri kullandıklarını bildiğimiz bu diziyi <<yarım tonsuz - anhémitonique ve <<yarımtonlu - ditonique>> diye iki kısma ayırıyor, ve yarımtonsuz pentatonikin ötekinden çok daha eski olduğunu söylüyordu. Eski devirlerden kalan bu çeşit melodiler <<Spondiasm>> denilen ayinlerde Milattan önce üçüncü asırda bile teganni ediliyordu.
Yunanlıların en eski musikilerinin dayandığı bu eksik perdeli diziye başka başka yerlerde de rasgeliyoruz. Eksik perdeli dizi bugün orta Asyada kullanıldığı gibi mesela garpta Macarlarda, İrlandada, Bretonlarda şimalde Laponlarda, Finlerde, cenupta Tuareklerde v.s... bu dizinin ya olduğu gibi veya -iskeleti durmak üzere- araları doldurularak kullanıldığı bir çok halk türküleri vardır.
Yukarıda da söylemiş olduğumuz gibi, iki bin bu kadar yıl önce musikicilerin dikkatlerini üzerine çekmiş olan bu dizi sistemi ile bugüne kadar pek az uğraşılmıştır. Arada geçen yirmiyi aşkın asır süresinde kimse bu dizi üzerinde ciddi olarak durmamıştır. Orta çağ nazariyecileri eski Yunanlıların sonraki musikileri üzerinde tetkikler yapmışlar, ve pentatonism gitgide, halkın öz türküleri içinde kalmış, ve musikicilerin kendisini yeniden bulup çıkarmalarını asırlarca beklemiştir.
Son zamanlarda muhtelif milletlerin halk türkülerindeki pentatonism üzerinde ciddi olarak duranların başında Hugo Riemann gelir. Riemann <<Folkloristiche Tonalitätsstudien>> adıyla 1916 da çıkarmış olduğu kitab ında İrlanda, İskoçya, Valon, İskandinavya, İspanya musikilerindeki pentatonik sistemi ilmi bir gözle tetkıyka çalışmıştır. Onun aramaları bu alanda gerçekten ilk ehemmiyetli çalışmalardır. Bu araştırmaları bir çok bakımdan genişletmek gerektir. Riemann muhtelif memleketlerde raslanan pentatonismler arasında karşılaştırmalar yapmak yoluyla ve bağlar aramak yoluyla işi daha geniş, bir gözle görmeyi ve aynı zamanda tarih bakımından incelemeyi hatırına getirmiyerek sadece pentatonik melodilere ait kaideler koymak yolunu tutmuştur. Halbuki pentatonism, kompezitörü alakadar ettiği kadar nazariyeciyi; nazariyeciyi uğraştırdığı kadar tarihçiyi düşündürecek bir mevzudur. Çinde, Orta Asyada, Türkiyede, Avrupanın bir çok yerlerinde, Şimal Afrikasında, Danakilde, ve nihayet Amerikanın bazı yerlerinde rasladığımız bu dizi, acaba bütün bu milletlerde ve başkalarında bulunması pek tabii bir sistemmidir ? Acaba bütün halk türkülerinin aslı pentatonikmidir? Yani pentatonism, beşeriyetin musıki yürüyüşünde her halde geçilmesi gerekli olan bir yolmudur?
İki yıl önce hazırlayıp Tarih Kurumu'na vermiş olduğum bir raporumda da söylediğim gibi:
1 - Pentatonism beşeriyetin musıki yürüyüşünde her ırkta müşterek bir yol değildir. Tamamiyle ırki bir hususiyeti vardır.
2 - Pentatonism: Türk'ün musıkideki damgasıdır.
3 - Pentatonism nerede varsa:
a) - Orada oturanlar Türk'türler;
b) - Türkler eski çağlarda o yerlerde bir medeniyet kurarak yerlileri tesirleri altında bırakmışlardır.
4 - Pentatonismin ana yurdu Türklerin anayurdu olan Orta Asya dır.
5 - Yayılış istikametleri Türklerin yayılış istikametleridir.
6 - Muhtelif pentatonik karakterler arasında yapılacak mukayeseler bize tarih bakımından çok mühim neticeler verecektir. Bu karşılaştırmalar, anayurttan çok uzaklarda bulunan Türklerin menşelerini ortaya koymak imkanlarını bize verecektir.
Bu düşüncelerim gün geçtikçe bende daha çok kökleşmektedir. Şu risaleye ilave ettiğim pentatonism yayılış haritası ile Tarih Kurumunun çıkarmış olduğu kitaptaki Türklerin yayılış haritası karşılaştırılırsa aradaki aynılığa şaşmamak elden gelmez. Bu da gösterir ki halk türküleri bugüne kadar herkes tarafından ihmal olunmuş en beliğ tarih vesikalarıdır. Ancak bunları büyük bir bilgi ile ve inceden inceye gözden geçirmek ve her adımı atarken basılan yeri iyice yoklamak gerektir. Yoksa çok büyük yanlışlara düşülür.
Geçen yıl Kültür Bakanlığı tarafından İstanbul Konservatuarının türkü derlemelerini incelemek vazifesini almıştım. Bu münasebetle hazırlamış olduğum raporda türkülerin derlenmesinde tutulacak yol hakkında şunları söylemiştim:
<<... Bu iş için disk dolduran makinalar kullanılmalıdır. Ancak bu vasıta ile, bütün incelikleri tesbit edilmiş türküler üzerinde sonradan istenildiği gibi çalışmalar yapılabilir.
Ancak türkülerin bu yoldan yazılması da maksad için kafi değildir. İlmi araştırmaların dayanacağı bu vesikaların çok daha dikkatle ve hatıra gelebilecek bütün sualleri karşılayabilecek izahlarla birlikte derlenmesi gerektir. Mesela, türkülerin başka başka yerlerdeki karakterlerini incelemek çok ehemmiyetlidir. Fakat bunun için her türkünün ilk olarak nerede çıktığını uzun uzun araştırmak mecburiyeti vardır. Bir türkü her hangi bir suretle bir yerden başka bir yere geçebilir. Hatta menşeinden çok uzak yerlere gidebilir. İşte bu ikinci yerde notaya alınmış olan türkünün menşei araştırılmaz ve oraya mal edilirse ilim adamlarına sayısız güçlükler çıkarılmış ve incelemeler yanlış yollara sürüklenmiş olur. Bu vadide daha bir çok misaller verilebilir.
Bu izahlar gösteriyor ki, türküleri, <<hüviyet>>lerini bütün incelikleriyle tesbit ederek arayıcılara vermek gerektir. Bunun için şöyle bir sual listesi yapılabilir:
a) - Türkü nerede derlenmiştir?
b) - Bu yerin musıki durumu nedir? (Garp musıkisi ve alaturka musıki ile temas derecesi).
c) - Dışarıdan her hangi bir musıkici orada kalmış veya seyyah olarak uğramışmıdır?
ç) - O yerde oturanlar kimlerdir? Civarında kimler vardır ?
d) - Türkü oranın malı mıdır? Değilse nereden geldiği sanılmaktadır? Bu noktayı aydınlatmak için türkünün derlendiği yerde oturanların bilgilerine baş vurulacağı gibi, bu işle uğraşanların türküler üzerinde yapacakları ciddi araştırmalar ve karşılaştırmaları da göz önünde tutmak gerektir).
e - Türküyü kimin çıkardığı biliniyor mu? Biliniyorsa:
Adı, yaşı, soyu, soyunda başka bir musıkici olup olmadığı, asıl nereli olduğu, ailesinin başka bir yerden göçüp göçmediği, askerlik etti ise nerelerde ettiği, oralarda ne gibi türküler öğrendiği, işi, ne gibi seyahetler yaptığı, kaç yıldır musıki ile uğraştığı, başka türlü havalar yapıp yapmadığı, tanıdığı musıkiciler varsa onları nerelerde tanıdığı, kendilerinden neler öğrendiği, kendisine türkü yapmasını ve çalgı çalmasını kimin öğrettiği, türküyü ne zaman ve nerede çıkardığı; bilinmiyorsa:
Türkünün ne zamandan beri bilindiği, nereden gelmesi ihtimali olduğu...
f - Türkü her hangi bir hadise üzerine mi çıkmıştır?
g - Mümkün olursa türküyü, musıki ile hiç bir alakası olmıyan ve saz çalmıyan birinden de yazmalıdır.
h) - Türkünün ilk çıktığı ve derlendiği yerin tarihi. (Oralarda ilk oturanlar kimlerdir? O yerlerden kimler gelip geçmiştir?)
i) - <<e>> deki sorular türküyü söyliyene de sorulmalıdır,
İşte her türkünün yukarıki gibi tesbit olunan bir de <<hüviyet varakası>> olmak gerektir. Bunlar kurulacak bir <<discothèque - bibliothèque>>e disk ile birlikte konur. Türküler diskten notaya ehilleri tarafından alınır. Bugünkü yazı ile iyice yazılmıyan ses ve tonlar için ya izahlar verilir, veya bunlar için yeni işaretler kabul olunur.
İşte böylece notaya alınmış olan türküler, yukarıda saymış olduğum izahları ile birlikte çıkarılır, ve ancak bu yolla sanat ve bilgi incelemelerine yarayacak vesikalar ortaya konmuş
olur...
Filhakıyka, ancak bu yoldan derlenmiş türküler ü8tünde yapılan tetkıykler ve elde olunan neticeler hem nazariyeci, hem tarihçi, hem de kompozitör için faydalı olabilir. Yoksa rasgele ele alınan türküleri aslını iyice aramadan incelemeye kalkmak çok yanlış olur.
Üstadım Bay Eugène Borrel'in bir mektubundan aldığım şu satırlar yukarı ki sözlerimi kuvvetle teyit etmektedir:
<<.... M, Pirro 1920de bir Alsas köy lokantasında, üzerinde Alsas şivesine göre kelimeler konmuş ve hakıyki halk türküleri haline Rus opera havaları işittiğini bana anlattı. Bunun nasıl olduğunu anlatayım: 1914 veya 1915 te, Alman ordusunda hizmet eden Alsaslı askerler Ruslara karşı gönderilmiş, ve onlar tarafından esir alınmışlardı. O askerler, Rusya'da işitmiş oldukları bu havalan, kendilerine göre uydurmuşlardı. Böylece, bir tesadüf neticesinde, musıki havaları büyük mesafeleri aşıp yanlış neticelere yer verebilirler...>>[*]
Türkülerin tetkıykinde ne derece ihtiyat ile yürümek gerektiğini değerli üstadımın yukarıki satırları açıkça göstermektedir.
Nazariyeciler Türkiye'den başka her yerdeki pentatonism ile az çok uğraşmışlardır. Bizim halk türkülerimiz ise bu güne kadar kimsenin dikkatini çekmemiştir. Kabahatin kendimizde olduğu şüphesizdir. Fransa'da çıkarılmış olan musıki Ansiklopedisi'nde <<Türk musıkisi>> diye bir fasıl vardır ki merhum Rauf Yekta tarafından yazılmıştır. Rauf Yekta yüz sayfalık yazısında Türk musıkisi diye hep alaturka dediğimiz musıkiden bahsetmiş, perde aralarını ince ince hesaplamış, makamlarını, usullerini anlatmış, fakat bunların yanında halk musıkimize de bir kaç satırcık ayırmamıştır. Çünki onca ve öteki alaturka üstadlarınca halk musıkimiz, alaturka musıkinin çok iptidai bir şeklinden başka bir şey değildir. Netekim İstanbul Konservatuarı'nın çıkarmış olduğu türkü defterlerinin bir kaçında türkülerin üstüne makamları yazılmış, gidişi alaturka makamlara uymıyanlara da <<makamı tayin edilemedi>> diye meşruhat verilmiştir. Bunlara yalnız makam adı verilmekle kalınmamış, ayrıca, arızaları da o makam için icap eden şekilde yazılmıştır.
[**] Bu yanlış düşünce yüzünden, -bütün dünya musıkicilerinin görüp okuyabilecekleriMusıki Ansiklopedisi'nde, Türk halk
türkülerinden bahsedilmiyeceği tabii idi. Ancak bu, bir çok yanlış görüşlere yol açmıştır. Bir misal olmak üzere Bay Benedict Szabolsci'nin Macar musıkisi hakkında çıkarmış olduğu risaleyi söyliyebiliriz. Bay Szabolsci'nin risalesine koymuş olduğu harita, düşüncelerini hulasa ediyor. Haritada, muhtelif yerlerdeki pentatonismler yanında, Türkiye; Arap ve İranlılarla bir renge alınmış, ve üzerlerine <<Arap ve İran makamları mıntakası>> yazılmıştır. Bunun yanlışlığını ve Türkiye Türkünün, duyuşlannı anlatmak için bugün bile pentatonik diziyi kullandığını göstermek maksadıyla şu risalede bir kaç türkünün tahlilini yapıyorum. Bunlar iyice tetkıyk olunursa türkülerimizin pentatonik temele dayandıkları inkar olunamaz. Azalmış olmakla beraber saf pentatonikin de Türkiye'de hala kullanıldığını gösteren iki örnek de ayrıca katılmıştır. Bu ve öteki örneklerin çoğaltılabileceği şüphesizdir. Bay Szabolsci'ye meslekdaşım Bay Mahmud R. Kösemihal'in göndermiş olduğu, Türkiye pentatonismini gösteren örnekler üzerine bu Macar musıkicisi de düşüncelerini değiştirerek Türkiye'de pentatonismin varlığını kabul etmiştir. Bu yoldaki araştırmalara yardım edebilecek -yukarıda anlattığım şekilde toplanmış disklerden meydana getirilmiş- bir diskotek-bibliyotek ihtiyacı kendisini kuvvetle hissettirmektedir.
[*] -"...M. Pirro m'a raconté qu'en 1920, il a entendu danı une auberge d'Alsace des airs d'operas russes sur lequelles on avait mis des paroles en dialecte alsacien, et qui étaient devenus de vraies chansons populaires. Voici comment cela s'etait fait: en 1914 ou 1915, des soldats alsaciens qui servaient dans l'armée allemande, avaient ete envoyes contre les Russes, puis fait prisonniers. En Russie, ils avaient entendu ces airs, et les avaient adaptes à leurs manierea. C'est ainsi que, grace a un hassard, des airs peuvent franchir de grandes distances et donner lieu à des concluslons erronées.
[**] - Halbuki kanaatıma göre alaturka denilen musıkinin kökü de pentatoniktir. Yani alaturka musıki sistemi, pentatonismden çıkarılmış, ve kendi sahasında inkişaf ederek müstakil bir sistem haline gelmiştir. Böyle olunca, halk musıkisini alaturka musiki sistemine göre izah etmek değil, alaturka musıki kökünün halk musıki sistemi ile alakasını göstermek daha doğru olur.
Türk Halk Musikisinde Pentatonism
Ahmed Adnan
İstanbul 1936
|