| 
            
            İslam konusunda araştırma yapmak isteyenlerin karşısına 
            oldukça karmaşık sorunlar çıkar. Bu sorunların nedeni, dünyanın bir 
            çok coğrafi bölgesine yayılmış bu inancın kültüre göre, uygulanış ve 
            algılanış farkıdır. Bu araştırmacıyı metod ve kaynak güvenirliği 
            problemleri ile karşı karşıya bırakır.
 
 İslam kaynaklarını incelemeye çalışmak oldukça güç ve çetrefilli bir 
            iştir. Yüzlerce yılın birikimi sonucu oluşan bu literatür, 
            araştırmacıyı ezecek kadar birikime ulaşmıştır. Araştırmaların bu 
            nedenle genel olmamakla birlikte özel yani spesifik alanlarda 
            yapılması, tümevarımcı bir yöntem izlenmesi temel olmalıdır. Her 
            araştırma ve incelemede olduğu gibi bu alanda da çeşitli sorunlar 
            olacaktır. Fakat konu inanç olduğunda başka sorunlarla karşılaşırız. 
            Bunlar: Dil, kaynak, görecelik (kültürel yorumlama), doğruluk vb. 
            sorunlardır.
 
 Bizim çalışmamız müzik odaklı bir çalışma olduğu için diğer 
            alanların sorunlarına değinmeği düşünmüyoruz. Çünkü böyle bir 
            yönelim yazının boyutlarını ve konunun boyutlarını genişleteceği 
            gibi, aynı zamanda haddimizi de aşmamıza neden olabilir. İslami 
            kaynaklarda müzik konusu çeşitli tartışmalarla açıklanmaya 
            çalışılmıştır. Biz yazımızda konuyu daraltmak ve okuyucuyu yormamak 
            için tasavvuf müziği üzerinde duracağız.
 
 
 İSLAM VE MÜZİK
 
 Önceki yazımızda[1] değindiğimiz tasavvuf 
            kelimesi ve anlamı üzerinde durmadan kısa bir hatırlatma ile 
            yetinelim. Kişinin inancı yorumlaması, bireysel olarak inanç sahibi 
            olması ya da gizemcilik ile açıklanan bir kelimedir.[2]
 
 Tasavvuf müziğinin doğuşunu dini müziğin doğuşundan ayrı tutmak 
            doğru değildir. Aslında her ikisi de dindışı müziğin sonrasındadır. 
            “Gelişen musikinin din lehine istifade edilmesinden daha tabii bir 
            şey olamazdı. Nitekim din dışı musikiye ait nağmelerin ve seslerin 
            Kur’an’ın kıraatı üzerindeki tesirleri erken bir zamanda görülmeye 
            başladı. Aynı zamanda “zühdiyat”ı, yani ilahileri de bu 
            nağmelerle söyleme temayülü belirdi. Bu devrede Arap musikisi 
            üzerinde Bizans ve İran musiki sanatlarının tesiri bariz bir şekilde 
            kendisini gösterdiğinden aynı tesirler din dışı musiki vasıtasıyla 
            Kur’an tilavetine ve ilahilerin: “Ehl-i Kitab” ve “Ehl-i Fısk”ın 
            melodileriyle okunmaya başlandığını gören zühd ve takva sahibi 
            Müslümanlar: ‘Kur’an’ı ehl-i kitabın ve ehl-i fıskın melodileri ile 
            okumak caiz değildir’ tarzında bir prensip ortaya attılar ve bu 
            prensibi daha sonra bir hadis şeklinde rivayete başladılar.Bu 
            hadisin meali şudur: ‘Kur’an’ı Arap dili musikisi (lühunü’l- arap) 
            ile okuyunuz, fasık ve günahkarlarla ehl-i kitap olan Musevilerin 
            İsevilerin nağmeler (lühun)inden sakınınız.[3] 
            Sayın Uludağ’ın çalışmasından da anlaşıldığı üzere müzik konusu 
            islamiyet için önemli bir konu olmuş ve çeşitli görüşler ortaya 
            çıkmıştır.
 
 Hicri II. Asır sonuna doğru zühd[4] devri 
            yerini Tasavvuf’a bırakmıştır. Bu devirde yavaş yavaş tarikat ve 
            tekkeler doğmaya yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu gelişmeler ile 
            birlikte ortaya dini müzik çıkmış ve tasavvufta buna sema denmiştir. 
            “...kuruluş halinde bulunan dini musiki daimi surette fıkıh ve hadis 
            alimlerinin tenkidine (dış tenkid) maruz kaldığı gibi bütün 
            zahidlerin ve hatta bazı sufilerin hücum hedefi olmaktan (iç tenkit) 
            da kurtulamadı. ...Tasavvufta ‘Dini musiki’ yerine ısrarla ‘Sema’ 
            kullanılmıştır.[5] Bu kullanımın çeşitli 
            nedenleri vardır. En önemli nedeni ise, “keyf, ve nefis ehli ile 
            karıştırıl”[6]masını istememişlerdir.
 
 Ünlü İslam bilgini Gazali ise müziğin kendisinin nötr olduğunu 
            söyler. “...ahlaksızlığa yönlendirici ve gayri meşru olduğu tarzlar 
            hariç, müziğin yasaklığına dair bir açık delil bulunmadığı”[7] 
            sonucuna varır. Ayrıca Gazali müziğin zamana, mekana ve içinde 
            bulunulan gruba göre haram ya da helal olma durumunun değiştiğini 
            söyler.
 
 Yukarıdaki görüşlerden anlaşılacağı gibi müziğin İslamiyet içinde 
            yasak olmadığı kesindir. Müziğin insanları bir uyuşturucu gibi 
            kötülüğe sevk etme durumu ortaya çıktığında ise yasağın sınırı 
            başlamış olmaktadır.
 
 
 TASAVVUF MÜZİĞİ’NİN ÜLKEMİZDEKİ DURUMU
 
 Geleneksel müziğimizde iki ana ayrım bulunmaktadır. Birincisi 
            enstrümantal müzik, diğeri ise edebi yanı olan sözlü müzik. Sözlü 
            müziğin incelenmesi ve anlamlandırılması, edebi yanından ötürü 
            kolaydır. Çünkü sözler, araştırmacıyı yönlendirme işlevi görür.
 
 Geleneksel müziğimizin İslamiyet ile birlikte gelişen formuna, dini 
            müzik, tekke müziği, tasavvuf müziği vb. denir. Aslında ülkemizin 
            kültürel durumu nedeni ile müzik türlerine yönelik adlandırmalar tam 
            olarak yeterli değildir. Sınırlar keskin ve belirgin olmamakla 
            beraber, kaba da olsa tür sınıflaması yapılmaktadır. Bu konuda en 
            bilinen türler: Alevi-Bektaşi müziği, Mevlevi müziği, Tekke müziği 
            ve Cami müziğidir. “Türk dini musikisi, nitelik bakımından cami 
            musikisi ve tekke (tasavvuf) musikisi olmak üzere iki türde 
            incelenmiştir.”[8] Cami müziği ile tekke 
            müziğini ayıran en önemli unsur; enstrümandır. Cami müziği insan 
            sesi dışında bir enstrüman kullanmaz (A capella). Tekke müziğinde 
            ise enstrüman eşliğinde ibadet yapılır. Oransay cami müziğini 
            “Çalgıya hiç yer vermeyen, İslam dinsel metinlerini ezgileyip etkili 
            kılmaktan başka amaç taşımayan bir musiki”[9] 
            diye tanımlar.[10]
 
 Geleneksel müziğimizin iki ana damarı, Halk ve klasik dediğimiz 
            türleridir. Bu ayrımdaki tanımlamalar konusunda tam bir görüş 
            birliği yoktur. Örn. Klasik müzik, saray müziği, sanat müziği vb. 
            ile, halk müziği, bölgesel müzikler, etnik müzik vb. tanımlamalar 
            yapılmaktadır.[11] Genel olarak Türk 
            müziği ve halk müziği bilinen ayrımdır.
 
 Tasavvuf müziği denilince akla, Türk müziği makamları[12] 
            ile icra edilen müzik gelir. Aslında bu müzik türünü de ikiye 
            ayırmak mümkündür. Birincisi halkın yaptığı ibadetlerde kullandığı 
            tür; daha çok Alevi’lerde görülür. İkincisi; Tekkelerde yapılan, 
            Bektaşi, Mevlevi, vb. tarikat müzikleri. Mevleviler namaz dışında 
            sema ile ayrıca müzikli ibadet yaparlar. “Ayin denilen bu besteler, 
            her birine Selam denilen dört kısımdan meydana gelir. Güfte, 
            genellikle Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin şiirlerinden seçilir. Araya 
            başka tasavvuf şairlerinin bazı şiirleri de katılabilir. Fakat şiir 
            sahiplerinde yine Mevlevilik aranır. Mevlana’nın şiirleri Mesnevi 
            veya Divan-ı Kebir isimli eserlerinden alınır. Bu şiirler 
            Farsça olduklarından, ayin güfteleri de Farsça’dır.”[13] 
            Ayinler dört kısımdan oluşur. Bunlara; birinci, ikinci, üçüncü ve 
            dördüncü selam denir. “Ayin sırasında dönen yani sema eden 
            dervişlere Semazen, çalan ve okuyanların oturduğu yere 
            Mutrıb; mutrıbdaki müzisyenlere Mutrıb Hey’eti denir. 
            Mutrıb’da görevlere göre de ayrım yapılır: Ney çalanlara Neyzen; 
            kudüm çalanlara Kudümzen; ayin okuyanlara Ayinhan; nat 
            okuyana Na’t-han denir. Mutrıb hey’etinin başı Kudümzen 
            başı’dır. Neyzenlerin başı Neyzen Başı’dır...[14]
 
 Diğer türler ise: Na’t, durak, Mi’raciye, İlahi, şugul’dur. Ayrıca 
            camilerde enstrumansız okunan mevlit, ilahi, kur’an’ın melodik 
            okunuşu, Ezan vb. tasavvuf müziği içinde değerlendirilebilir.
 
 Aleviler geleneklerini cem ve muhabbetlerde şiir-müzik eşlikli 
            ibadet ve toplantılar ile aktarırlar. Müzikli toplantılarda varolan 
            hikayeleri ve geçmişe yönelik bilgileri aşıklar anlatır. Aleviliğin 
            uzun yıllar konumları gereği kamusal alanda yok sayılması nedeni 
            ile, Vahit Lütfü salcı bunların müziğini Gizli Müzik tanımlaması ile 
            anlatır. ”Halk edebiyatının açık kısmı Divan edebiyatçılarının ve 
            Osmanlı lisancı ve terkibcilerinin gürültülerine ve tahakkümlerine 
            boğularak iltifatsızlığa uğramış ve görünmemiş; gizli kısım ise 
            alevi Türk kabilelerinin süregeldikleri (İslami Türk) gizli 
            mezhepciliğinin gizli anane ve törelerine karışarak onlarla beraber 
            meçhuliyete sürüklenmiş ve şimdi de kaybolmak üzere bulunmuştur.”[15] 
            Aleviler müzikli ibadetlerinde halk müziği türünü kullanırlar.[16] 
            Bektaşilerden müzikal açıdan ayrıldıkları nokta makamsal müziktir. 
            Aşıkların söylediği dini içerikli müzikli sözler, Alevi-Bektaşi 
            pirlerinin, dedelerinin şiirlerinden alınmadır. Eşlik olarak bağlama 
            kullanılmakta, hatta bağlamaya telli kur’an denmektedir. 
            Fundamentalistler, bağlamayı ve müzik aletlerini şeytan icadı diye 
            eleştirdikleri dönemde, Aşık Dertli, şu dizeleri ile yanıt 
            vermiştir.
 
 Telli sazdır bunun adı
 Ne ayet dinler ne kadı
 Bunu çalan anlar kendi
 Şeytan bunun neresinde
 
 Alevi müziğinin tüm repertuarını tasavvufi bir boyuta indirgemek 
            yanlış olur. Aleviler de günlük yaşamlarında mistik ögeler içermeyen 
            türküler söylerler. Alevi müziğini de sözlü ve sözsüz diye ikiye 
            ayırabiliriz. Sözsüz müzikte, tür olarak cuş havaları, peşrevler ve 
            semahlar sayılabilir. Sözlü müzikte ise: deyiş, nefes, duvaz-ı imam, 
            miraçlama vb. türler vardır.[17] Kısa 
            bir miraçlama örneği:
 
 Geldi cebrail çağırdı
 Hak Muhammed Mustafa
 Hak seni Mirac’a okur
 Davete kadir Huda
 .........
 
 Şah Hatayi’m vakıf oldu
 Bu sırrın ötesine
 Hakk’ı inandıramadı
 Özü çürük ervaha
 
 Geleneksel müziğimiz içinde tasavvufi yanı olan müziğimiz ibadet 
            sırasında topluca ya da bireysel olarak varlığını sürdürmektedir. 
            Değişen kültürel yapı müziğin melodik biçemini değiştirmekte sözler 
            ise ağırlıklı olarak değişime direnmektedir. Dinsel-Tasavvufi 
            müziğin en önemli unsuru olan ritm ve edebi yan müziğin efendisi 
            olma özelliğini korumaktadır. Bu müzikleri anlamanın birincil koşulu 
            o guruba ait olmak ya da mistik kodları çözmek için gerekli kültürel 
            donanıma sahip olmak gerekir. Sonuçta; ibadet de bir çeşit katarsis 
            işlevi görmekte, bunun aracısı, yapanlara göre değişmektedir.
 
 
 
 [1] 
            Bknz. Vural Yıldırım. “Sufi Müziği- kavval Müziği-1” İnsancıl 
            Dergisi. 2003-4
 [2] Ayrıntılı bilgi 
            için bknz. O. Hançerlioğlu. Dünya İnançları Sözlüğü. “Tasavvuf” 
            Maddesi. İst: Remzi Kitabevi,1993. Muhyiddin İbn Arabi. Endülüs 
            Sufileri (Çev: Refik Algan). İst: Dharma yay. 2002. İslam Ans. 
            “Tasavvuf” Maddesi. İst: MEB. Yay. 1979. Cilt,12-1. S,26. 
            Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ans. İst: İletişim yay. 1985. 
            S,978
 [3] Süleyman 
            Uludağ. İslam Açısından Musiki ve Sema’. Bursa: Uludağ Yay. 1976. 
            S,207-208.
 [4] “zühd 
            tasavvufun başlangıcıdır, sufiyane hayat zahidane hayat ile başlar. 
            ...tasavvufi hayat doğmadan evvel İslam ruhani hayatına abid ve 
            zahidler hakimdi.”S. uludağ. Age. S,219.
 [5] S. Uludağ. Age. 
            S,228.
 [6]  “...sema 
            fizik ve fizyolojik bakımdan bir takım özellikler gösteren 
            müzisyenlerin anladıkları musiki değildir. Onlar tamamen ruhani 
            sırlara, manevi gerçeklere ve iç alemlerinde duydukları ulvi seslere 
            de sema adını vermişlerdir. Hafiften sema, vicdanın sesini, ruhun 
            sadasını dinleme, manasına gelir. Bu bakımdan sema’ın sınır ve 
            şumülünü tesbit ve tayin bile mümkün değildir.” S. Uludağ. Age. 
            S,228, 231
 [7] Losi lL. Faruki. 
            İslam’a Göre Müzik ve Müzisyenler (Çev: Ü. Taha Yardım). İst: Akabe 
            Yay. 1985. S,47
 [8] Nuri Özcan. 
            “Dini Musiki” Maddesi. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ans. İst:1994. 
            Cilt:9. S,359
 [9] Gültekin 
            Oransay “Cumhuriyetin İlk Elli Yılında Geleneksel Sanat Musikimiz” 
            Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ans. Cilt: VI. S,1496
 [10] Dini 
            formların ayrıntısı için bknz. İsmail Hakkı Özkan. Türk Musıkisi 
            Nazariyatı ve Usulleri. İst: Ötüken Neşriyat. 1994. S,79-84
 [11] Bknz. Vural 
            Yıldırım. “Mutlu Torun İle Türk Müziği Üzerine”. İst: Bağlam yay. 
            Toplumbilim. 2001-12. S,51
 [12] makamlar 
            konusunda bir fikir sahibi olunması için örnek vereceğiz. Ayrıntılı 
            bilgi edinmek isteyenler için 10 nolu dipnottaki kaynağı 
            önerebiliriz.
 [13] İ. Hakkı 
            Özkan. Age. S,82
 [14] İ. Hakkı 
            Özkan. Age. S83
 [15] Vahit Lütfü 
            salcı. Gizli Türk halk Musikisi (Yayına Haz. Etem ütük). İst: Numune 
            Matbaası. 1940. S,16
 [16] 
            “Alevi-Bektaşi müziğinde: Hicaz, Hüseyni, Neva, Uşak, Rast, Saba 
            gibi makamlar jullanılmaktadır; ancak bu adlandırma daha çok 
            şehirlere özgüdür. Kırsal kesimde yaşayan Alevi-Bektaşi makam ve 
            usule isim vermez. Ş. Urfa, G. Antep, Kırklareli, Tokat, Sivas vb. 
            yörelerde ‘Semah makamı’, ‘Duvaz makamı’ gibi adlandırmalar 
            yapılıyorsa da anlaşılacağı gibi bunlar, bir türün ezgisel yapısının 
            bütünü için kullanılan terimlerdir.” M. Duygulu. “Alevi-Bektaşi 
            Müziği” Cem Dergisi. 91-7. S,24
 [17] Ayrıntılı 
            bilgi için bknz. İ. Cem Erseven. Aleviler’de Semah. İst: Ant 
            Yay.1990
 
 |