Halk şiiri bünyesinde, onun bir türü
olarak değerlendirilen ve sözlü kültürde önemli bir konuma sahip
“türkü”, değişik araştırmacılar tarafından tanımlanmıştır. Cahit
Öztelli, “Halkın iç âlemini yaşatan, beşikten mezara kadar bütün
yaşayışını içine alan en dikkate değer edebî mahsuller
türkülerdir... Genel olarak türkü adını taşıyan manzumelerde
değişmez bir ölçü ve şekil yoktur. Yalnız saz şairleri tarafından
sanat düşüncesiyle meydana getirilen türkülerde belli ve değişmez
bir şekil vardır. Uzun bir geleneğe bağlı olan bu türkülerde
kavuştak (nakarat) bulunması şarttır. Birinci dörtlüklerin 2. ve
4. mısraları ile sonraki dörtlüklerin 4. mısraları hep aynıdır”
(3) demekte, Muzaffer Uyguner de türküyü “Her mısraı kafiyeli üçer
mısralı kıtalar ile gene kafiyeli ve iki beyitten müteşekkil ara
nağmeleri olan ve çalınıp söylenen folklorik halk edebiyatı
mahsulleri” (1042) olarak tanımlamaktadır. Pertev Naili Boratav
ise türkü konusunda şunları söylemektedir:
Türkiye’nin sözlü geleneğinde, bir ezgi ile söylenen halk
şiirlerinin her çeşidini göstermek için (âşık şiirleri için dahi)
en çok kullanılan ad ‘türkü’dür. [….] Türküyü […]
çeşitlemeleriyle, düzenleyicisi bilinmeyen, halkın sözlü
geleneğinde oluşup, gelişen, çağdan çağa ve
yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere
(zenginleşmelere,
bozulmalara, kırpılmalara) uğrayabilen ve her zaman bir ezgiye
koşulmuş olarak
söylenen şiirler diye tanımlıyoruz. (182)
Türkülerin ilk önce bireysel yaratımlar olarak ortaya çıktıkları,
daha sonra sözlü kültür içinde dolaşıma girerek anonimleştikleri
düşünülmektedir. Türküyle ilgili söz konusu bilgilerin verilmesi,
bu yazıda ele alınan örneklerin seçimi konusunda fikir vermeye
yöneliktir. Bu yazı açısından daha önemlisi ise türkülerin
icrasıdır. 1960’lı yıllardan itibaren halkbilimi alanında ağırlık
kazanan bağlama yönelik çalışmalarda olduğu gibi burada da amaç,
“halk müziği geleneğini kültürün bir fonksiyonu, ayrılmaz bir
parçası ve yansıtıcısı kabul ede[rek] […], hem türkü, hem ortamın
durumu, hem de söyleniş stili gibi unsurlar[ı] incelemek ve bütün
bunların sonucunda, türkülerin ait oldukları toplum veya kültür
ile ilişki[sini] kur[arak], bu ilişki yoluyla da kendine özgü bir
bütün olan kültür[ü], çeşitli cepheleriyle açıklamaya çalışmakt[ır]”
(Mirzaoğlu 77).
Türkünün icrası çoğunlukla saz gibi bir müzik aleti eşliğinde ve
dinleyiciler ile doğrudan iletişim kurulabilen bir ortamda
gerçekleşir. Ancak Walter Ong’un “ikincil sözlü kültür” olarak
nitelediği çağımızda radyo, televizyon, internet gibi iletişim
araçlarının devreye girmesiyle türkü icrasının özellikleri de
değişime uğramıştır. Özellikle de türkülerin görsel sunumları çok
farklı bir boyut kazanmış ve yazılı kültürün içselleştirildiği
çağdaş kent ortamında türkülere ait geleneksel kodlar kentli
insanın beklenti ve gereksinimlerine uygun biçimde görsel alanda
yeniden dönüştürülmüştür. Bu yazıda türkülerin icralarının ve buna
bağlı olarak taşıdıkları geleneksel kodların televizyon ve
internet gibi görsel iletişim araçları yoluyla nasıl bir değişime
uğradıkları ya da hangi öz elliklerin süreklilik gösterdiği, ele
alınan video klip
örnekleriyle irdelenecektir.
“İkincil sözlü kültür”ün getirdiği olanakların yokluğunda, türkü
icrası ancak sanatçının ya da sanatçıların kendilerinin daha çok
ön plana çıktığı, bazen dans gibi eşlik eden bir eylemin bulunduğu
ve dinleyicilerin ilgisini diri tutma yolunda ses, anlatım ve
beden dilinin sınırlı sayılabilecek olanaklarının kullanıldığı bir
özellik göstermekteydi. Daha sonra radyo gibi işitsel bir ortama
taşınan türkü icrasında, bu kez dinleyiciler görsel olanaklardan
da yoksun kalmaktadırlar. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise özel
televizyonların yayın alanına girmeleri ve sonrasında yaşanan
hızlı teknolojik gelişmelerin bugün ulaştığı noktada, artık
türkülerin tüm teknolojik olanakların kullanıldığı görsel
sunumları olan video klipler televizyonda ve internet ortamında
geniş kitlelerce paylaşılmaktadır.
Jeff Todd Titon’un “Müzik, Halk ve Gelenek” başlıklı yazısında
belirttiği
üzere:
Başlangıçta folkloristler için, halk
türküleri hem popüler müzikten (kâr
amacı güdülen, medyada geniş yer alan
ve profesyoneller tarafından uygulanan)
hem de sanat müziğinden (şehirli ve eğitimli
elit kesim için bestelenip icra edilen)
farklılık gösterir. Onlar, halk türkülerinin
sadece tarımla uğraşan cahil
köylüler arasında bulunabildiğini düşünüyorlardı.
Okur-yazarlık, şehirleşme ve
modernizasyonun halk geleneğine karşı
olduğu düşünülüyordu. (371)
Oysa türkülerin medya aracılığıyla
geniş kitlelere seslenerek icra alanlarını
genişletmiş olmaları da bu düşüncenin
yanlışlığını en azından bugün için ortaya
koymaktadır. Ancak şu da göz önünde
bulundurulmalıdır ki, günümüzde türkülerin
hikâyeleri ve gösterimleri, yukarıda
da belirttiğim gibi kent ortamına
göre yeniden uyarlanmaktadır. Ayrıca
son yıllarda halk müziği içinde değerlendirilen
ve onun özelliklerine göre icra
edilen türkülerin pop, rock gibi farklı
müzik türlerinin bağlamına uygun olarak
yeniden düzenlenip, yorumlanmaları
da bu açıdan önemli bir göstergedir.
Müzik türü ve buna bağlı olarak kullanılan
enstrümanların değişimi yanında
gösterim, icra açısından en belirgin değişim,
türkülere çekilen video kliplerde
dinleyiciye hitap etmeye, iletişim sağlamaya
yönelik kullanılan görsel kodlarda
görülmektedir.
Burada birkaç örnek üzerinde durmak
yerinde olacaktır. Örneğin aşkı ve
ayrılığı konu edinen “Çemberimde Gül
Oya” adlı türküyü rock müzik formatında
yeniden yorumlayan Haluk Levent’in
bu türkü için çektiği klibi, yine bir müzisyen
olan ve genç yaşta kanserden ölen
Kazım Koyuncu’ya ithaf etmesi, klip
boyunca Kazım Koyuncu’ya ve Cihan
Eren adında Karadeniz’de çevre mücadelesi
veren ve mücadelesinin sonucunu
göremeden öldüğü klipte yazılarla
belirtilen bir avukata ait görüntülerin
gösterilmesi, türkünün aşk bağlamının
nasıl değiştirildiğini ortaya koymaktadır.
Yine sözleri, “Ela gözlü benli dilber
/ sende olasın benim gibi / zülfün sökük
boynun bükük / sende olasın benim gibi
/ bahçende güller bitmesin / dalında bülbül
ötmesin / kapından hekim geçmesi /
sende olasın benim gibi / gel yanıma sarıl
bana / ela gözlüm yandım sana” biçiminde
olan Karacaoğlan’a ait “Ela Gözlüm”
türküsünü yorumlayan Haluk Levent’in
klibinde, bu kez aşk bağlamına ve türküdeki
beddua niteliğine uygun bir öykü
anlatılmaktadır. “Ela gözlü” kadın oyuncu
ile sevgilisi rolündeki erkek büyük
olasılıkla ileride birlikte yaşamayı düşündükleri
boş bir evi gezerler; erkek, fotoğraf
makinesiyle kadının fotoğraflarını
çeker. Sonra başka bir gün erkeğin evde
olduğundan habersiz eve gelen kadının
telefonu çalar; arayan başka bir erkektir
ve sevgilisi bu telefon konuşmasına
tanık olunca aldatıldığını anlar. Burada
aldatılan erkeğin acı ve isyanı, ancak
yine de “ela gözlü” sevgiliden vazgeçemeyişi
konu edinilir ve bu yapılırken de klip
mekânı olarak eski İstanbul evlerinden
birinin kullanılması, oyuncuların giyim
tarzı, birbirlerinin fotoğraflarını çekmeleri
ve cep telefonu gibi öğelerin yer alması
söz konusu öykünün ve gösterimin
daha kentsel ve “ikincil sözlü kültür”
odaklı olduğunu düşündürmektedir.
Öte yandan bunun gibi türküleri
özellikle halk müziği dışında farklı türlerde
yorumlayan müzisyenlerin kliplerinde
görülen ortak özellikler, genellikle
mekân olarak kentin, kişiler olarak
da kentli kahramanların kullanılması
ve türküyü seslendiren şarkıcının aynı
zamanda klipte görselleştirilerek anlatılan
öykünün anlatıcısı konumunda
bulunmasıdır. Ayrıca pek çok klipte ise
yalnızca seslendiren kişiye ait görüntüler
belli bir düzen içinde, değişik fonlar
kullanılarak sunulmakta ve bu kez öne
çıkan yalnızca sanatçının beden diliyle
yansıttıkları olmaktadır ki, aslında bu
da yazının başında belirttiğim gibi daha
çok “birincil sözlü kültür çağı”nın icra
özelliğini anımsatmaktadır. Ancak türkülerin
icrasında aynı zamanda yöresel
ağızlar, tavırlar, akort zenginlikleri ve
çalgı çeşitliliğinin de önemli yer tuttuğu
göz önüne alınırsa, bu özelliklerin
söz konusu gösterimlerde olmayışları da
dikkate değerdir. Nitekim türküleri halk
müziği türü içinde seslendiren şarkıcıların
birçoğunun da İstanbul Türkçesini
kullanıyor olmaları, herhangi bir yöresel
giysi taşımamaları, kısacası özellikle
yöresel anlamda ayırt edici özellikler
sergilememeleri, “ikincil sözlü kültür
çağı”nın geniş kitleye hitap etmeye yönelik
iletişim araçlarının amaçlarına
uygun niteliktedir. Burada düşünülmesi
gereken bir konu da sözü edilen iletişim
araçlarının aynı zamanda kültürü biçimlendiren
karakteridir. Songül Kaçar
Gitmez’in, Folklor ve Edebiyat dergisinde
yayımlanan “Küreselleşen Dünyamızda
Medya ve Kültür” başlıklı yazısında
bir anlamda bu karaktere değinerek
şunları söyler:
Başta TV-Radyo, onları daha gerilerde
izleyen sinema, medyanın en yüksek
gücünü temsil etmektedir. Bu güçlü
haberleşme araçları, toplum kültürünün
oluşması ve biçimlenmesinde en büyük
güce sahiptirler. Bu güç ve etkilerinden
dolayı, insanlık için çok önemli kültür
kaynakları, kültürleşme araçlarıdır.
Medya kaynakları ve etkileriyle “tek
boyutlu” bir dünya kültürü yaratma yolundadır.
Bu yolla çeşitlerinden, renklerinden
arındırılan, köksüz ve derinliksiz
bırakılan standart bir “dünya kültürü”
yaratılmaktadır. Günümüzde kültürleri
tehdit eden en önemli tehlike, işte
bu standartlaşmada, tek kültürlülüğe
yönelmede, ulusal ve yerel renkleri yitirmede
yaşanmakta; kocaman dünya
küçülerek, bir kısım medya ustalarının
elinde biçimlenmekte; kültür zenginliğinin
kaynağı olan çeşitlilik yerini tek-tipliliğe
bırakmaktadır. (23)
Yerel kültürün, medya araçlarıyla
gerçekleştirilen kitlesel kültür karşısındaki
konumunu değerlendiren bu bakış
açısıyla, türkülerin video klipler aracılığıyla
kentli, modern, “standart” insanın
beklentileri ölçüsünde görselleştirilmelerine
ya da halk müziği dışındaki türlerde
farklı icra edilmelerine bakıldığında,
gerçekten de “tek-tipliğe” doğru bir gidişin
varlığı sorgulanabilir görünmekte.
Son dönemlerdeki kliplerde görülen
diğer ilgi çekici noktalardan biriyse, hem
geleneksel olana gönderme yapan, hem
de modern kent kültürüne göre düzenlenen
öğelerin beraber kullanılmasıdır.
Bu anlamda Hüseyin Turan’ın, “Al Yeşil
Dökün Anneler” türküsünü seslendirdiği
klipte, sütunlarla çevrili kapalı bir
mekânda bir kadın ve erkeğin türkü eşliğinde
modern dans figürleri sergilemeleri
ve Turan’ın da aynı mekânda yine
“anlatıcı” gibi türküsünü seslendirmesi
oldukça “modern” bir tavır olarak değerlendirilebilir.
Yine “Abalım’ın Cepkeni”
türküsünü seslendiren Tolga Çandar’ın
klibinde, dans eden bir balerin ile yanında
ona eşlik eden yöresel giysiler içindeki
bir zeybeğin bulunması ve aynı figürleri
danslarına özgü farklı tavırlarla uygulamaları
bu doğrultuda iyi bir örnek oluşturmaktadır.
Bunlar gibi daha çok halk müziğine
özgü özelliklerden fazla sapmayan başka
şarkıcıların kliplerinden, türkülerin
görsel sunumu açısından birkaç örnek
vermek yararlı olabilir. Gurbette duyulan
sevgili özlemini ve ayrılık acısını
anlatan “Gönül Gurbet Ele Varma” adlı
türküyü seslendiren Orhan Hakalmaz’ın
klibinde, kamyon şoförlüğü yapan bir
adamın karısından, evinden ayrılması,
karşılıklı çekilen hasret ve sonunda
kadının üzüntüden verem olup ölmesi
anlatılmaktadır. Kamyon şoförlüğü gibi
çok da uzak zamana ait olmayan bir
mesleğin ve gurbet olarak da İstanbul
kentinin imlenmesi türkünün kazandığı
yeni bağlamla ilişkilidir. Eski zamanların
geleneksel yol ve gurbet motifleri
burada mesleği gereği yaşamı yollarda
geçen ve İstanbul denilen “gurbet”e yük
taşıyan bir kamyon şoförü bünyesinde
yeniden biçimlenmiştir.
Yavuz Bingöl tarafından seslendirilen
“Turnalara Tutun Da Gel” adlı türkü
için çekilen klipte de Bingöl’ün canlandırdığı
kahraman, oğluyla birlikte eşyaların
üzerinin örtüldüğü, terk edilmiş bir
eve girer. Buranın çocukluğunun geçtiği
yer olduğu, araya giren aynı mekâna ait
siyah beyaz çocukluk görüntülerinden
anlaşılmaktadır. Annesi ölmüş olan, ancak
babasıyla çok iyi anlaşan kahraman,
oğluna bu eski günleri, babasıyla yaptıklarını
anlatır ve klibin sonunda evden
çıkarlar. Bu klip de diğer birçok örnekte
görüldüğü gibi kenti, kentteki bir mahalleyi
mekân olarak almıştır. Ancak klip
çekilen türküler arasında köyü, kırsal
alanı ve yöresel özellikleri kullananlara
da rastlandığını belirtmek gerekir. Örneğin
Sabahat Akkiraz’ın seslendirdiği
“Yele Verdim” türküsü için çekilen klipte,
köylü bir ailenin çalışarak harcadığı
emek ve sonunda kente göç etmek zorunda
kalışları anlatılır. Öte yandan kliplerde
genellikle mekân olarak kentin tercih
edilmesinde, kırsal kesimden kentlere
yapılan iç göçün etkisi de göz ardı edilmemelidir.
Yine sözleri “Urfa’ya paşa geldi
anam / Tahta temasa geldi / Bir elim
yâr kolunda anam / Bir elim boşa geldi /
Hani mendilin hani anam / Durmaz yüreğim
kani anam / Benim sevdiğim sensin
anam / Senin sevdiğin hani anam / Urfa Urfa içinde anam / Kavruldum yağ
içinde / Ellerin yâri gelmiş / Bizimki yok
içinde / Hani mendilin hani anam / Durmaz
yüreğim kani anam / Benim sevdiğim
/ Sensin anam / Senin sevdiğin hani
anam” biçiminde olan “Urfa’ya Paşa Geldi”
türküsünü seslendiren Bingöl’ün bu
klibinde, bir taksinin arka koltuğunda
Harran’ın Sırrı adlı bir kitabı okuyan
kahraman yani Bingöl, bir yandan da
türkü söylemekte ve bu arada araya at
üstünde kırmızı çarşaflı bir kişinin görüntüleri
girmektedir. Kahraman uyuyakalınca
rüyasında sadece mavi gözleri
açıkta kalan bu kırmızı çarşaflı kadını
görür. Kadın tam yüzünü bütünüyle açacakken
taksici kahramanı uyandırır. Klibin
sonunda indiği yerde öğrencilerle kucaklaşıp
okula doğru yürüyen bu kişinin
bir ilkokul öğretmeni olduğunu anlarız.
Türkünün imlediği aşk bağlamına ters
düşülmemekle birlikte sözlerle birebir
uyuşma sağlamaya yönelik bir öyküleme
de bulunmamaktadır; yani bu klipte de
icra açısından herhangi bir ayırt edici
yöresel özellik söz konusu değildir.
Görüldüğü gibi bu konuda sergilenen
genel tavır türkünün bağlamından
fazla uzaklaşmadan, içinde yaşanılan
çağın, kültürün ve geniş dinleyici kitlesinin
beklentilerine dayalı bir icra benimseme
yönündedir ve bu tür öykülemeci
kliplerin türkü icrasında meydana
getirdiği değişiklik ve türkülerin aynı
zamanda bir gösteri sanatı olarak sunulması
yolunda açtıkları alan halkbilimi
açısından dikkate değerdir.
KAYNAKLAR
Boratav, Pertev Naili. 100 Soruda Türk Halk
Edebiyatı. İstanbul: Gerçek Yayınevi, 2000.
Kaçar Gitmez, Songül. “Küreselleşen Dünyamızda
Medya ve Kültür”. Folklor ve Edebiyat Dergisi.
15 (1999): 23.
Mirzaoğlu, F. Gülay. “Türkülerin İşlevleri ve
Zeybek Türküleri”. Türkbilig. 2 (Temmuz 2001):
76–89.
Öztelli, Cahit. Halk Türküleri. İstanbul: Varlık
Yayınları, 1953. 3-7.
Uyguner, Muzaffer. “Türkü Üzerine”. Türk
Folklor Araştırmaları Dergisi. 66 (1955): 1042.
Titon, Jeff Todd. “Müzik, Halk ve Gelenek”.
Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar. Ankara:
Millî Folklor Yayınları, 2003. 371–5.
<http://www.youtube.com>
*Hilal Aydın: Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü Yüksek
Lisans Öğrencisi
Kaynak: Millî Folklor Dergisi, 2007, Yıl 19, Sayı 75
|