Ülkemiz de bir konuyu yazayım diye düşünürken, gündem bir anda
değişiyor. Son günlerde tartışma konularından birisi de “her ünvanlı”
kişi, “bilim insanı mıdır?” oldu. Tabii bu konuda, özellikle
akademik hayat üzerine yoğun bir çalışma yapan bir kişi olarak,
alandaki çeşitli konulara değinmekte, çözüm yollarını da birlikte
önermekteyim. Bu yazımda durum tespiti yapıp, daha sonra bu konuya
dönmek istiyorum;
Son yıllarda, üniversitelerde açılan o kadar çok bölüm var ki; ya
mezunların nerde istihdam edileceği bilinmiyor; ya bir program
ortaya konuyor, 4 sene uygulanıyor, başarısızlık varsa, yeniden
değiştiriliyor; ya da bizde de olsun diye fakülteler kuruluyor,
kişiler dekan olmak için koşturuyor, ama hangi insan gücünü
yetiştireceği dikkate alınmıyor.
YÖK’nda kan ve anlayış değişimi yaşanırken, “sanat kurumları”,
alanımız olduğu için bir kere daha hatırlatmayı görev biliyorum;
1/ Eğitim Fakülteleri “müzik eğitimi anabilim dallarında” 2000 li
yılların başında, bir program uygulamasına gidildi, programla ilgili
çok eleştiri yapıldı, “uygulayalım sonra bakarız” dendi, başarısız
oldu, programları hazırlayanlar bir türlü anlaşılamadı, 2006 yılında
yeni program devreye girdi, yine eleştiriler yapıldı, uygulama devam
ediyor. Peki geçen zaman, öğrencilerin
hayatları-gelecekleri-sanattaki yeterliliği ne olacaktır? Önemli
değil, nasıl olsa binlerce genç arkadan geliyor düşünülüyor olsa
gerek!...
Çözüm; ders programları, bu alanda çalışan uygulama ve teoriyi bilen
kişilerden oluşacak kişilerle yapılmalı, bölümlerin görüşleri
mutlaka alınmalıdır.
2/Konservatuarlarda ve müzik eğitimi bölümlerinde ve sanat eğitimi
bölümlerinde, lisans sonrası gençler yükselmek için, “sanatta
yeterlik” yapıyorlar, ancak, yaptıkları çalışma “doktora” karşılığı
olduğu halde, unvan olarak kullanamıyorlar. Çok yazılmasına,
başvurulmasına rağmen bir “titr” belirlenemiyor.
Çözüm; “sanatta yeterlik” karşılığı “titr” (Sy.- San.Yet. v.b.)
acilen belirlenmeli ve verilmelidir.
3/ LES çıktı, bu sanat okulları için geçerli olamaz dedik, yazıldı,
çizildi, “olur dediler, kalite yükselecek dediler”, senelerce
gençler yeterli puan alamadıkları için, akademik hayata atılamadı,
sanırım 2005 yılında puan yerine, les’e girme şartı getirildi, çözüm
için! adı değişti “ales” oldu, nihayet 2007 yılında, sanat
eğitiminde “les-ales” şartı kaldırıldı. Geçen zaman, kaybedenler,
gelecekler ne oldu?
Çözüm; acilen yapılacak olan, sanat okullarında, öğretim elemanı
alımında da “ales” şartının kaldırılmasıdır. “Çünkü, sanatta en
büyük sınav yetenektir”
4/ Sanat okullarında “üds” barajı nedeni ile, yeterli eleman
yetiştirilememektedir. ÜDS ile “kalite yükselecek” dediler, üds; “
bilgiyi ölçmeyen, sürekli eleştirilen yapısı ile bir an önce terk
edilmeli, ÜDS nedeniyle yığılmış-sorun haline gelmiş öğretim
elemanlarının sorunları, geçici maddelerle çözülmeli, bilimsel
çalışmalar öne çıkarılmalıdır” dendi, yazıldı, çizildi, “haklısınız,
olur dediler”, sonuç, olmadı, olması bekleniyor. Sanatını icra
edemeyen, üds yi aşmış, ünvanlı öğretim elemanları arttı. Sanat yine
geri planda kaldı. Bu nedenle; sanatta, alanda yabancı dil bilgisi
zaten gereklidir. Anadolu liselerinde dahi öğretilemeyen, alt
yapıdan yetişmiş gelmeyen gençlerle bir yere varmak mümkün
olmamaktadır.
Çözüm; Özellikle sanat kurumlarında; yabancı dil, bilgi ve yeteneğin
önüne geçmemelidir.
5/Yukarda saydığımız olanaksızlıklar bilindiği halde “Sanatçı
Öğretim Elemanı” olmadan, Müzik bölümü, Konservatuar ve Güzel
sanatlar Fakülteleri açılmaya devam ediyor. Özellikle yeni kurulan
üniversitelerde hızla kurulmaya başlanan bu G.S.F.de hangi amaçla
insan gücü yetiştirilmesi amaçlandığı belli değildir. Buradaki
öğrenciler ne sanatçı, ne öğretmen, ne icracı, ne müzikolog
olabilmektedir.
Çözüm; Müzik bölümleri, bölge merkezleri olarak kurulmalı, GSF’ndeki
müzik bölümlerine izin verilmemelidir.
6/ Ülkemizde, her büyüme, gelişme diye algılanmak isteniyor, ancak,
nedense, yozlaşmayı getiriyor. Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinin
belli merkezlerde olması gerekirken, siyasi nedenlerle, günümüzde
sayısının 50’e yaklaşmasında olduğu gibi. Peki sayıları arttı da
sanatta gelişme sağlandı mı? Verilecek cevap hayırdır.
Çözüm; sanat kurumları açılmasında dikkatli davranılmalıdır.
7/ İcracıların en önemli görevi, saatlerce alanında çalışmak,
kendini geliştirmektir. Ama, siz genel kuralları ve yönetmelikleri,
icracı sanatçılara uygulayıp, onlardan, makale-yazı-kitap-bildiri
yazmalarını isterseniz, sonuç gelişme olmaz, kaos olur o kişi zor
durumda kalır, ortaya komik sonuçlar çıkar. Bu nedenle; sanat
okullarında; öğretim elemanları; icra-uygulama ve teori/müzikoloji
diye ayrılmalıdır.
Çözüm; İcracı sanatçı öğretim elemanları, ürettikleri/konserleri ile
dosyasını kabartmalıdır.
8/ Sanat kurumlarında idarecilik çok önem kazanmaktadır. Yine unvan
sıkıntısı çeken bu kurumlarda, genel kararlar uygulanmamalıdır.
Doç.
veya Prof. oldu diye kişiler, idari görevlere atanmamalıdır.
İdarecili ve sanatçılık çok farklı alanlardır. Görev istemeyen hiç
kimseye ünvanın var diyerek, lojman-araba-makam var diye görev
verilmemelidir. İdareciliği seven ve isteyen, sosyal olan, bu konuda
tecrübesi olan sanatçılardan faydalanılmalıdır. Eğer yoksa,
dışardan, ancak, o kurumu yakından tanıyan, asosyal olmayan, yakın
bilim/sanat disiplinlerinden veya asıl branşı dışında sanat alanında
çalışmaları olanlar arasından idareci atanmalıdır. Müzik
Bölümlerinde ve Konservatuarlarda atamalarda, öğretim elemanlarının
görüşlerinin, eğilimlerinin alınmasında yarar vardır.
Çözüm; Rektörlerin sanat kurumları atamalarında, kurumların
gelişmesini sağlamak için, ince eleyip, sık dokumalarında yarar
vardır.
YÖK’ndaki Başkan değişimi, yeni anlayış ve yapılanma ile,
üniversitelerin vurucu/tanıtıcı/sosyal gücü olması gereken, sanat
kurumlarının ve sanatçıların sorunlarının giderileceğini
beklemekteyiz.
*)Yard. Doç. Dr. İTÜ Türk
Musikîsi Devlet Konservatuarı Öğretim üyesi.
|