Gazi Üniversitesi “Türk
Halkbilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi” tarafından, Ankara’da,
aşıklar ve bilim insanlarının sunumu ile “Somut Olmayan Kültürel
Miras; Yaşayan Aşık Sanatı Sempozyumu” yapıldı.Sempozyumun
açılış konuşmasını ,Mamak belediye Başkanı, Unesco Yetkilisi, Kültür
Turizm Bakanlığı Araştırma İnceleme Genel Müdürü, Merkez Müdürü
Prof. Dr. M. Öcal Oğuz, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri
Prof. Dr. Sn. Mustafa İsen ve G.Ü.Rektörü Prof. Dr. Kadir
Yamaç yaptılar.
Konuşmacılar “aşıklık sanatı ve aşıklar” üzerinde durarak,
merkezin yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verdiler ve sempozyumun
yararlı sonuçlar getirmesini dilediler. Aşıkların yaptığı
küçük gösteriler de açılışa renk kattı. Her oturumda oturum
başkanın yanında aşıkların “onur konuğu” olarak yer verilmesi
çok güzel bir düşünceydi. Çok güzel duyuru yapılmasına rağmen
basınımız yine yoktu, sempozyum boyunca Kültür ve Turizm
Bakanlığı yetkilileri ve bu alanda çalışma yapan isimler
görünmediler, ama emekli oldukları halde halkbilim ateşi
sönmemiş uzmanlar, mesela Sn. Nail Tan oradaydı. Mamak
Belediye Başkanının üniversiteye tarihi bir binayı bu alanda
kullanılmak üzere tahsis etmek istemesi ve masrafları üstlenmesi
yerel yöneticilerin bakışı açısından son derece olumluydu. Tabiî
ki bunun alt yapısında mutlaka sevgili Oğuz’un alt yapı çalışmaları
ve olayı doğru sunması ve olgulaştırması yatıyordu. Bazı bilim
insanlarının, bu alanda araştırmalardan bahsederken, yabancı
araştırmacıların isimlerini verip, Türk araştırmacılardan
bahsetmemesi, yabancılara karşı olan eğilimi açıkça göstermesi
dikkatlerden kaçmadı. Sevindirici olan öğrencilerin gayet
canlı bir şekilde her oturumu takip etmeleri-katılmaları oldu.
Bu durum birçok bilim insanı tarafından hararetle dile getirildi,
gençlere teşekkür edildi. Özellikle akşam verilen aşıklar
konserinde bütün yerler dolmuştu. Çok sıcak ve samimi geçen
sempozyum boyunca, aşıklar, söylemlerinde
yaşadıklarını/sorunlarını dile getirip, devlet büyüklerinden
kendilerine destek olmalarını, şiirlerini kayda geçirmelerini
istediler.
Bilindiği gibi aşıklık ve aşığın ne olduğu üzerinde, tanımı
konusunda değişik yaklaşımlar vardır.;
Aşık; “şiirler söyleyen, bir şeye karşı güçlü sevgisi olan kişi”
demektir. Halk edebiyatında aşık; irticalen şiir söyleyebilen, saz
çalabilen kişidir. “Saz çalabilen, irticalen şiir söyleyebilen,
atışabilen, çoğu zaman gezgin olan ve bir ustaya intisablı boyun
eğmiş kişidir.”(1) Aşıklık, “tarihten bu yana sözlü bir gelenek
halinde yaşayan ve kendine has adab, anane ve erkana bağlılıkla
korunan bir kültür müessesesidir.”(2) Aşık; “bir geleneği dünden
alıp, yarınlara teslim etmekle yükümlü bir sanatçıdır.” (3) Aşıklar;
“köy, şehir, yeniçeri ocağında yetişen aşıklar, din ve tasavvuf
aşıkları, göçebe aşıklar, katip aşıklar” gibi (4), ya da “din ve
tasavvuf şairleri, köylü halk şairleri, kasaba ve şehir şairleri,
yeniçeri şairleri, göçebe şairler” gibi (5), ya da “yerleşik
aşıklar, gezgin aşıklar, doğaçlama çalıp söyleyenler, önceden
düşünüp yazarak çalıp söyleyenler, hece veznini kullananlar, aruz
veznini kullananlar” gibi sınıflamalar yapılmaktadır. “Aşıklık;
aşktan gelen nuri tecelliyettedir, aşktır. Aşıklar; kalem aşığı,
alem aşığı, halk ozanı diye ayrılmaktadır.” (6) “Aşıklar,aşktır,
aşka gelmektir. Üçe ayrılır; kalem şuarisi, ustamalı söyleyen aşık,
doğmaca eser okuyan aşık”(7)
Aşıklar bulundukları yörenin geleneklerine bağlı olarak edindikleri
bilgi ve becerileri, kulaktan kulağa, usta-çırak ilişkisi içinde
birbirlerine aktarırlardı. Aşıkların, köy köy, diyar diyar
gezmeleri, söz repertuarının gelişmesine de katkıda bulunurdu.
Eski kaynaklarda; aşıkların kahve,
kervansaray,panayır,şenlik,kışla,konak,saray gibi değişik mekanlarda
saz eşliğinde (saz eşliği olmadan şiir söyleyen aşıklarda vardır;
Seyrani, Talibi Coşkun v.b. gibi), ezgi ile doğaçlama şiir
söyledikleri belirtilmektedir. Bu şiirlerde özellikle halk arasında
yaygın olan halk hikayeleri; Arzu ile Kamber, Köroğlu, Kerem ile
Aslı v.b. gibi kullanılır veya yörede yaşayan halkı ilgilendiren her
konu dile getirilirdi. (Metinlerde geçen “saz” kelimesinden
bağlama, bozuk, çöğür, tanbura, divan v.b. gibi. anlaşılmalıdır.)
Aşıkların saz eşliğinde şiir söylemelerine “telden söylemek”, saz
çalmadan şiir söylemeye “dilden söylemek”, hazır kalıp ezgilerine
söz döşemelerine “tegannide inşad” denilmekteydi. Aşık olmak
isteyen kişinin, usta-çırak ilişkisi içinde; şiir ve saz çalma
tekniğini geliştirmesi, bilgisini artırması, ustasının vereceği
“mahlas”ı alması gelenektendi. Günümüze kadar, “aşık” adı altında
bir çok terimler üretilmiş, “aşık” toparlayıcı bir isim olarak kabul
edilmiştir.
Aşıklar; ülkemizin her tarafında görülmekle beraber;
Tokat, İstanbul, Sivas (Folklorumuzda aşıklar diyarı olarak
adlandırılır), Erzincan, Erzurum, Artvin, Kars, Kahramanmaraş,
Konya, Adana gibi illerimizde yoğunluk kazanmışlardır. Bugün
iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi ile 16.yy da altın devrini
yaşayan, “aşıklık geleneği” zor günler yaşamaktadır.
Aşıklar, mahlaslarını son dörtlükte belirtir, buna “tapşırma”
derlerdi. “Mahlas” Arapça olup; “saflık, halislik, temizlik”
anlamına gelmektedir. Zaman zaman aşığın mahlasının kendi adını
geçtiği ve yaygınlaştığı da olurdu.
Aşıklarda “atışma”; belli geleneksel kurallara uyarak,
karşılıklı sazlı, sözlü yapılan gösterileridir. Burada birbirlerini
“mat etmek, açıklarını yakalamak, güzel sözlerle üste çıkmak” önem
kazanmaktadır.
Aşıklarda “ayak verme”; geleneksel olarak, aşıklara atışma
sırasında kullanmaları için verilen kelime yada cümledir. Kafiye
buna göre uydurulmaktadır.
Aşıklarda “leb değmez”; dudakların arasına “iğne
yerleştirilerek”, “p, b, m” gibi dudak ünsüzleri kullanmadan yapılan
şiir söyleme sanatıdır. Leb, dudak demektir; dudakların birbirine
değmemesi için ona göre sözcükler seçilmektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki;
Aşıklar şiirlerinde; bulundukları yörenin dil- ağız,-şivesini
kullanmış; mesire yerleri, yaylaları, ırmakları, yemekleri,
gelenekleri v.b. şiirlerde konu edinilmiştir.
Şiirlerde Cumhuriyet ve Atatürk sevgisi geniş olarak işlenmiştir.
Aşk konusu hem gerçek hayatta hem de tasavvufi olarak işlenmiştir.
Halkın günlük sorunları, dertleri, çileleri, sevinçleri v.b. dile
getirilmiştir.
Gurbet, cahillik, okumanın önemi, kitap sevgisi geniş olarak
işlenmiştir.
Dini ve tasavvufi konular ağırlıklı olarak işlenmiştir.
Şiirlerde konuları anlatırken diğer canlılardan (bülbül, arı, çiçek,
v.b.) destek alınmıştır.
Aşıkların büyük çoğunluğu saz çalmaktadır. Ancak saz, daha çok sözü
güçlendirici ve giriş olarak kullanılmakta, söz başladığında saz
sadece dem tutmaktadır.
Aşıkların çoğunluğu okuryazardır.
Aşıklarda “mahlas” kullanmak yaygındır.
Şiirler çoğunlukla deyiş, destan, koşma ve güzelleme tarzındadır.
Şiirler dörtlük olup 7 li veya 11 li hece vezinlidir.
Şiirlerde sade ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Günlük
popüler/argo kelimeler kullanılmamaktadır.
Şiirlerde olaylardan ders alma ve nasihat verme yaygındır.
Şiirlerde olaylardan yola çıkarak siyasete de vurgu/taşlama
yapılmaktadır.
Aşıklar daha çok kendi deyişlerini söylemektedirler. Çoğununda örnek
aldığı yada usta dediği kişiler vardır.
“...Aşıklarımız, yıllarca üzerinden prim yapılan bir meta olarak
görülmüş, bir yemek ve konaklama karşılığında sağıldıktan sonra
doğal ortamlarına bırakılmışlardır. Fakat bu geleneği özümsemiş
olmanın yükseltisini, ileri müzik anlayışında değerlendirebilecek
bir sistemi –bırakın kurulmak istenmesini- kurulmasına teşebbüs bile
edilmemiştir.Oysa aşıklarımız geleneksel Türk müziğimizin temel
direkleridirler. Zaten bu direğin yıkılmasına izin verildiğinden
beridir ki Türk halk müziğinin kalp atışları duyulmaz olmuştur.
Neler yapılmazdı ki? Aşıkları; sanatlarını, mevcudiyetlerini devam
ettirmeleri için aidiyet hissedebilecekleri bir çatıyı kurmak çok mu
zordu? İstedikleri sadece varlıklarının takdir edildiğini
görebilecekleri bir kurum ve diğer aşıklarla kendilerini zaman zaman
karşılaştırabilecekleri bir ortamdı. Aşıklarımızı çağa
uyarlayacak hiçbir çalışma yapılmadı. Madalyonun bir de, bu
geleneği kendi içinde geliştirebilecek sistemin kurulması tarafı
vardır ki, bunu kimse görmek istemedi. Görmek isteyenlerin de yok
edilmesi için çabalar sarfedildi. Yok edenler mutlu mudurlar?
Kesinlikle değil. Çünkü şimdi kendileri de yok olmaya yüz tuttular.
Müzik kültürünün bir zincir olduğunu, zincirin halkalarından biri
koptuğunda bunun diğer halkaları da etkileyeceğini ve kendilerinin
de yok olmasına değin uzanabileceğini ön göremediler. Aşık müziği
bestedir, türküdür, geleneksel müziğimizin yaratım kaynağıdır. Onlar
caz müziğinden lied’e dünyanın türkü kaynakları, Halkın naif
duygularının evrensel müzik diliydiler. İnanıyoruz ki çok yakın bir
zamanda tekrar –belki de yeni bir tarzla- halkın duygularının
postacısı olacaklar. Açıkça söylenemeyenleri yine müzikleriyle
söyleyecekler…” (8)
Aşıklık geleneği ve aşıklar; gerçekten üzerinde durulması gereken
bir değerdir. Bakanlıklarımız, üniversitelerimiz- özellikle
konservatuarlarımız- eğitimcilerimiz, yerel belediyelerimiz, halk
eğitimi müdürlerimiz, kültür müdürlerimiz, sinemacılarımız,
televizyonlar, dizi yapımcılarımız, tiyatrocularımız bu sanattan
kendilerine hisse çıkarmalı ve gereken atılımı yapmalıdırlar.
(1) Aktı, Erol; Aşık, THM
Kaynakları:2, Ders Notları, İTÜ TMDK, 1996
(2) Şenel, Süleyman; THM Bilgileri Ders
Notları, İTÜ TMDK, İstanbul, 1996
(3) Kaçar, Burhan ; Tokat Folkloru,
A.Ü.Edebiyat Fakültesi, Basılmamış Bitirme Tezi, Erzurum, 1975
(4) Paşmakçı, Yücel ; THM Bilgileri, ,
İTÜ TMDK Ders Notları, İstanbul, 1996
(5) Aktı, Erol; THM Bilgileri, , İTÜ TMDK
Ders Notları, İstanbul, 1996
(6) Pekgöz, Evay ; Aşık Püryani ile Özel
görüşme, Tokat, Temmuz 1996
(7) Pekgöz, Evay ; Aşık Kul Semai ile Özel görüşme, Tokat, Ağustos
1996
(8) Sarı, Ayhan; “Aşıklık Geleneğini Kendi Haline Bırakarak Yok mu
Ettiler?…”musikidergisi.com/2.12.2007
*)Yard. Doç. Dr. İTÜ Türk
Musikîsi Devlet Konservatuarı Öğretim üyesi.
Somut Olmayan Kültürel
Miras: Yaşayan Âşık Sanatı Sempozyumu (29-30 Kasım 2007) Programı
|