Kopuz,
Asya Türklerinden sonra en çok Anadolu ve Rumeli'de benimsenmiştir.
Kopuzun yapısında
zaman içinde meydana gelen değişim ve gelişimler, onun bu
topraklarda yayılışının eskiliğini ortaya koymaktadır.
Kopuzun Anadolu'ya gelişi ve yayılışı ile ilgili olarak
Gazimihal şunları ifade etmektedir:
"Ud
tipli ve tanbur tipli mızrap sazları Ortaçağın orta Asya uygarlığında
ve ilk İslamiyet çağında Horasan'dan Anadolu'ya doğru tek asırdan
çıkarak çeşitlenmişler demektir. Ülke uzlaşmaları onun
haritasını Türkiye imparatorluğunun inginliği haline
getirdi"
Dede Korkut hikayelerinde kolcakopuz olarak bahsedilen çalgıdaki
''kolca" sıfatının, uzunca kollu anlamında ve boyunun bağlama
veya cura çapında olduğunu belirten Gazimihal, ''tambura tipli sazlarımızın
atası kolcakopuz olduğu Ortaçağ ve Orta Asya hesabına da her şeyden
anlaşılıyor'' tespitini yapmaktadır.
Kopuz ve dolayısıyla bağlama geleneğinin
Anadolu musiki tarihindeki eskiliği ve yaygınlığı konusunda
Sadi yaver Ataman da şunları söylemektedir:
"Türk soylu çalgılarının Oğuz boylarından
Anadolu'ya yayılmasıyla başlayan aşağı yukarı bir yıllık geçmişi
olduğu söylenir... Yüzyıllar boyunca halk topluluklarının şen
ya da hazin duygularını ezgiler halinde ortaya koyan, halk ozanı
ve Aşıklar, halk musikisi topluluklarında, efe ve yaren
demeklerinde, düğünlerde gelişen çalgı kültürünün Asya'dan
Anadolu'ya, Rumeli'ye hatta Avrupa'nın bazı bölgelerine kadar yayılan
en soylu çalgılardan biri bağlamadır. Kopuzun tarihi, dolayısıyla
eski saz ozanlığı Karahan ve Oğuzhan destan ve hikayelerinin ırlanması
(belli bir ezgi ile anlatılması) gereğine bağlı kalmış,
sonraları bir takım değişikliklere uğrayarak bu kuruluş aşıklık
adım almıştır".
Ozan sözcüğünün, Oğuzların halk şair musikişinaslarına
verilen isim olduğunu belirten Fuat Köprülü bu konuda şunları
ifade etmektedir:
"Ozanlar Oğuz cemiyeti arasında hususi bir zümre
teşkil ederler, el ellerinde kopuzu ile eski Oğuz destanları,
Dede Korkut hikayeleri söylerler, yeni hadiseler hakkında yeni
yeni şiirler tanzim ederler (.....) 15. Asırdan sonra bu ozan
kelimesi yerine Azeri ve Anadolu sahalarında Aşık, Türkmen sahasında
da baksı kelimesi yer almıştır. (...) Türk dünyasında bahşı
ile ozan ülke ülke aynı işi paylaşmış görünüyorlar. Fakat
bahşı çoğu ayin adamı kaldığı halde, ozan gezgin ve ferdi
sanatçı olmuştur. Aşığın yaşayış bakımından atasıdır".
Kopuz, 13. yüzyılın ikinci yansı ile l4. yüzyılın
başlarında yaşamış olan ünlü
halk
ozanı Yunus Emre'nin şiirlerinde de görülmektedir. Bu ünlü
ozanımız, aşağıda verilen bir şiirinde, o dönemlerde kopuza
duyulan sevgi ve bağlılığın yanısıra, kopuzun yapısından da
bahsetmektedir:
''Ey kobuz ile çeşte.
Aslın
nedir bu işde?
Eydüraslımdır
ağaç,
Koyun kirişi bir kaç
...
Ağaç, deri derildi,
Kiriş ile bir oldı,
Işk
denüzine daldı,
Beane
yok bu işde...
Yunus imdi Sübhanı
Vasfeylegil gönülde,
Ayru değül :ariften,
Bu
kobuz ile şeşte''.
Yukarıdaki dizelerden anlaşıldığı üzere, o
tarihlerde Anadolu kopuzunun göğsü hala deriden ve telleri bağırsaktandır.
Yunus gibi, şiirlerinde kopuza yer veren çok sayıdaki aşıklardan
biri de Kaygusuz Abdal'dır. Aşağıdaki dörtlük, onun bir şiirindendir:
''Otuz
kopuz, kırk çeşte, elli ıklığı rebab,
Hub
çalınsın odada iki telli saz ile
Bunca
sözü söyledik bize bili kalır yok,
Kaygusuza nazar eyle
bir güler yüz ile".
Kopuz ve kopuz türevi çalgılara divan şairleri
de, şiirlerinde çokça yer vermektedir. Fuat Köprülü, bu konuda
şu tespitleri yapmıştır:
''Murad
ll. Devri şairlerinden Germiyanlı Şeyhi, Hüsrev-ü şirin'inde,
Hüsrev ile Şirin'in bir saz alemini tasvir ederken, Kopuzun öyle
burarlar kulağın ki çatlaturdu ağlarken damağın beytiyle, XV.
Asır başlarında onun bilinmekte olduğunu anlatıyor. Kopuzun XV.
ve XVI. Asırlarda Osmanlı Memleketlerinin hemen her tarafında yayıldığını,
şairlerin eserlerinden kolaylıkla anlıyoruz. Mesela, Fatih
devrinde meşhur Deli Lütfi'nin Aşkın kopuzunu yine çalayınmı
ne dersin? Alemlere avaze salayınmı ne dersin matla'ı pek meşhurdur...
Şairlerimiz arasında kopuza en büyük meftunluk gösteren işret-Name
sahibi Revani'dir. Daima olsa musahib nola dildare kopuz. Her ne
telden ki çalarsa uyar ol yare kopuz matla'lı gazeliyle bu
meftunluğunu gösteren Revani işret-Name'sinde; Kopuz gibi kani
bir hub-avaz. Ki sazın
cümlesinden ola mümtaz beyitiyle bu takdiri adeta iftirata vardırır".
Kopuz ve kopuz türevi çalgılardan Evliya Çelebi
de bahsetmektedir. Çelebi'nin yapıları hakkında çeşitli
bilgiler de verdiğİ bu çalgılardan bir kaçı şunlardır: ''Çarta,
Ravza, Şeştar, Şeşhane, Kopuz, çöğür, çeşde, karadüzen,
yelteme, tanbure, barbut, ufalak".
Kopuz terimi, gerek çalgı anlamıyla gerekse diğer
anlamlarıyla Anadolu'nun çeşitli yörelerinde bu gün hala yaşamaktadır.
Bunlardan bir kaç örnek vermeyi yararlı bulmaktayız.
''Kopuz ve kubuz -genel olarak çalgı (Alucra, Uşak)
Kubur -İçel bölgesi köylerinde tek telli bir
kopuz çeşididir, revaçtan
düşmüş
olmalıdır.
Kövür -Gaziantep ve yöresinde
kullanılıp, 8 veya 10, yahut 12 telli sazdır.
Kobuz : köylüce el mızıkası (Karaçay-Tokat,
1933 derlemelerinden)
Saz, çalgı
: bir kısım halkça (Alucra, Giresun) saz manasında
(Bolu)
Herkesçe bir nevi saz (Şibinkarahisar-Giresun)
Kubuz, bir çeşit saz (çalgı) (Konya, Isparta)''
.
''Kopuz:
Akordeonun küçüğü bir çeşit çalgı
Kopuz :
1. Boğazı dar yer
2. Düz alanlarda görülmeyen oyunlar, çukurlar
3. Deniz kıyısındaki girinti, körfez''.
Kütahya'da
"gubuz-atmak" sözü mübalağa edenlere mecazi manada söylenir".
"1- Kağızıman havalisinde saza hala kopuz
diyorlar
Sivas, Tokat ve Yozgat taraflarında zuval değneğine,
yani eski döğüş
değneğine ucu topuzlu olduğu için kopuz
diyorlar. Teşbihtir.
2. Yine oralarda çakmaklı ve kabza kısmı
topuzlu tabancaya da teşbihten
kalma bir hatıra halinde kobuz deniliyor.Erzurum
yolunda, Bayburttan üç saatlik
mesafede (o ilçeye bağlı) Kopuz
köyü, Urfa'nın Sürüç ilçesinde kopuz,
Gümüşhane'nin Torul
ilçesinde kopus, Diyarbakır'm Silvan ilçesinde kopusu adlı
köyler,
Bayazıt'ın Eleşkirt ilçesinde kopuz süfla ve kopuz ülya adlı
iki ayrı köy
vardır... Şebinkarahisar yöresinin yüzük oyunu
manilerinden olarak oyunun
dokuzuncu seferinde şu sözlerle kopuz
hala anılıyor;
Ormanda çoktur domuz
Oyunumuz oldu dokuz
Arkadaşlar çalın kopuz
Hey
zalım nenni, nenni de nenni
...İstanbul'da
iki telli bazen çiftetelli oyun adıyla anlamda eş olarak da
kullanılmıştı (Herhalde oyunda çaldığı için) İstanbul'da
Bakırköy'e bağlı bir kentin adı hala ikitelli köyüdür
...Tokat'ın Reşadiye kazasından bir köyde bir bağlama çeşidinin
ora yerlisince adı kopuz olduğu, irice gövdesine nispetle sapının
kısalığı merkezde duyulmuştu ".
''Eflani (Zonguldak) yöresinde rastladığım altı
telli, gövdesi yayvan bir çalgının adı koyus'du''.(SYA)
Ethem Ruhi Üngör, 1978'de Ankara'da verdiği ''Türk
Musikisinde Çalgılar'' adlı konferans metninde Anadolu sazlarını
sıralarken kaybolan çalgılar içinde Tokat menşeili ''kılkopuz''dan
söz etmektedir.
Kopuz
sözcüğünün, Anadolu'da kullanımına Savaş Ekinci'nin Kültür
Bakanlığınca yayımlanan kitabında da rastlanılmaktadır.
''Ramazan Güngör ve Üç telli Kopuzu" adını taşıyan bu
kitapta, kopuz teriminin bağlama yerine kullanıldığı görülmektedir.
Kopuzun bu tarzda söylenişini Ramazan Güngör'den duyduğunu
belirten Ekici, kanımızca bu söylenişin doğruluğunu kontrol
etmemiş, çalışmasına aktarmakla kalmayıp, kitabına da bu adı
vermiştir. Altı yıl kadar Teke bölgesinde ve başta Ramazan Güngör
olmak üzere, bu yörenin önemli sanatçıları üzerinde yaptığımız
çalışmalarda, kopuz teriminin yörede bu şekilde kullanılmadığını,
epey bir süre önce unutulmuş olduğunu tespit ettik. Savaş
Ekinci'nin böyle bir yanlışa düşmesinin sebebi kanımızca, son
zamanlarda Ramazan Güngör'ün araştırmacıların ilgi odaklarından
biri olması ve kendi konumunu daha da orijinalleştirme isteğiyle
kulaktan dolma öğrendiği kopuz sözcüğünü kullanılmasından
kaynaklanmaktadır. Zira, böyle bir alışkanlığı olan Ramazan Güngör'ün
hiç bilmediği, bizden öğrendiği ve bu bölgede hiç rastlanılmayan
''şelpe'' terimini de kullanmaya başladığını görmekteyiz.
Ramazan Güngörden başka, Teke bölgesinde kopuz ve şelpe
terimlerini kullanan ikinci bir sanatçı yoktur.
Araştırmalar
13. yüzyıldan sonra kopuz adının yavaş yavaş kullanılmamaya
hatta giderek unutulmaya başladığını göstermektedir. 16. yüzyılın
ikinci yarısına ait bir şiirde Nev'i adeta bu durumun başlangıcını
ifade etmektedir.
''Götürüp
mihr-i felek bezm-i cihandan kopusu
Başladı
çalmağa şeştar yine halk-ı alem'' (MRG).
17.
yüzyıldan itibaren kopuzun edebiyatımızda artık görülmediğini
ifade etmesi bakımından aşağıdaki alıntıya yer verilmiştir.
"XVII asırdan
sonra edebiyatımızda kopuza ve kopuzculara pek tesadüf
edemiyoruz... Lehçetü'l Lügat müellifi Es'ad Efendi de bu
ifadeyi kuvvetlendirerek, kopuz'u ud ve berbat müteradifi olarak
kaydediyor. Bu kayıtlardan kopuz'un XVIII. Asır esnasında da Garp
Türkleri arasında hala tanındığını ve ma'mafih artık eski şöhretini
muhafaza edemeyeceğini anlamaktayız" (MFK).
Kopuz gibi, çağlan aşarak gelmiş köklü bir çalgının
birdenbire tarih sahnesinden çekilmeye başlamasının nedenleri,
genişçe bir araştırma gerektirmektedir. Ancak, eldeki varolan
bilgiler, bu nedenlerin en önemlilerinden birinin kopuz hakkında
başlayan bilgisizce karalama anlayışı olduğu yolundadır. O
kadar ki, bu karalamalardan sonra, yakın zamanımıza kadar süregelen
ve saz çalmanın günah olduğu fikrini doğuracak kadar ileriye
giden, bir kötülüğün tohumlan atılmıştır. Gazimihal, bu
konuda şu yorumu yapmaktadır:
"Divanlarda kopuzun anılışı hiçe düştüğü,
o arada yobaz kalemlerin sazı istihfaf örnekleri tek tük yazıya
geçebilmiş göründüğü bir çağda, okur-yazar olmayanların
cahilce kötüleme cereyanının kulaktan kulağa şehir halkı arasında
daha yıkıcı bir rol oynayacağı pek tabii idi. Neticede, kopuzun
hayatiyet ve hatta adı bilhassa Anadolu'da bu baskının açıkça
sillesini yedi"
Çalgı çalmanın, özellikle de saz çalıp türkü
söylemenin günah olduğu inancı, azalmış olsa da, günümüzde
de hala sürmektedir. Öyle ki, bu anlayış günlük dile ve atasözlerine
de yansımıştır. Anadolu'da çoğu yerde ''en kötü meslek çalgıcılıktır,
onu da öğren unut'', ''kırkında saza başlayan, kıyamette çalar'',
ya da ''saz çalıp türkü söyleyen cennete giremez'' gibi deyim
ve sözlere ne yazık ki bu gün bile rastlanılmaktadır. Hatta,
kimi zaman halk sazları kendi yurdunda yasaklamalarla da karşı
karşıya kalmıştır. Bu konuda Halil Bedii Yönetken'in derleme için
gittiği Kütahya'da yaptığı tespit ilginçtir. Bu nedenle, çalışmamızda
bu tespite yer verilmiştir:
"1938'de
Kütahya'ya vardığımız zaman bir müddetten beri şehir içinde
bağlama ve davul-zurnanın yasak edilmiş olduğunu öğrendik,
halkın sazını menetmek, dilini konuşmasını menetmekten farksızdı,
derhal o gün bizimle beraber trenden inmiş olan yeni valiyi
ziyaret ederek bu memnuiyetin kaldırılmasını rica ettik, ricamız
yerine getirildi bütün halk bundan son derece memnun oldu, düğün
bayram ettiler ve bu bizim işimizi kolaylaştırdı."
Bu
örnekte olduğu gibi, yerel yöneticilerin halk sazlarını yasak
etmelerine Anadolu'da defalarca rastlanılmıştır. Bu nedenle,
klarnetin Anadolu'da bir çok yere zurnanın yasak edilmesi üzerine
girdiği görüşü vardır.
Kültüre yüzyıllar boyu darbe vurmuş olan bu anlayışın oluşmasının
ardından kopuz, şüphesiz Gazimihal'inde belirttiği gibi
Anadolu'da da sille yemiş ve belki de ''saz'' veya ''bağlama''
terimleri bu yüzden tercih edilmiştir. Ancak, çalgı ve yöre adı
olarak kullanılmasının yanında, günlük dilde çeşitli
anlamlarına da rastlanılan kopuz terimi, Anadolu'da günümüze
kadar hep varolmuş ve yaşamıştır.
|