Mızraba
geçişin ardından, Anadolu sazında ve müziğinde meydana gelen
değişimleri şu şekilde özetleyebiliriz:
a)
Mızrap fikri ile sazların tel sayıları artmış, bütün teller
metal ve göğüs ağaçtan olmuştur (mızrapla çalınan sazlar içinde
göğsü hala deri olan Azerbaycan Tar'ı gibi bir kaç örnek varsa
da, bu sazlar ısıya ve mızrabın sert darplarına dayanıksız göğüsleri
nedeniyle icracılarına zorluklar yaşatmaktadır).
b)
''Mızraplı sazlar'' diye bir sınıflandırma oluşmuş ve hala el
ile çalındığı halde, bir çok saz bu sınıflandırmanın içine
dahil edilerek terminolojik bir yanlışlığa gidilmiştir.
c)
Divan müziğinde kullanılmakta olan tüm telleri madeni olup çok
sayıdaki perdesi ile her makama rahatlıkla eşlik edebilen kopuz türevi
tanbur, metal tel devrinin Osmanlı Sarayı ve çevresindeki en önemli
mızraplı sazlarından biridir. Kanımızca, bu çevreye yakın şehirlilerle,
bu kültürün Anadolu'daki uzantısı olan merkezlerde mızrap
fikrinin benimsenmesinde, belki de saz boyunun büyümesinde
tanburun önemli etkisi olmuştur. Bir resimde Muzaffer Sarısözen'de
dahil olmak üzere, Yurttan Sesler saz sanatçılarının ilk mızrap
kültürünü Tanburi Mesut Cemil'den aldıkları rahatlıkla görülmektedir.
Bağlama boylarının ilk büyüdüğü yerlere bakıldığında buraların
Kastamonu, Konya Kütahya gibi bazı yöreler olduğu görülür.
Divan kültürüne yatkın bu yörelerde, boyutlan büyümüş ve
perdeleri çoğalmış saz tipinin, Anadolu'nun gezgin halk sanatçıları
tarafından Çankırı, Ankara, Kırşehir , Kayseri ve daha bir çok
yöreye taşındığı düşünülebilir. Nitekim, Anadolu'nun bir
çok yerinde İtalyan kemanın halk tarzı kullanan sanatçılar örneğinde
olduğu gibi, bağlamayı da klasik tarzda çalma eğilimi vardır.
Bu da şehirlinin mızraba geçildikten sonra özellikle tanbur ve
ud gibi klasik sazların etkisiyle içine düştüğü durum olup,
sonraları bağlama icrasında meydana gelen çeşitli yoz akımların
başlangıcının en önemli etkenlerinden biridir.
d) Mızrap fikrinden sonra önceleri değişik vuruş şekilleri doğmaya
başlamış (tarama, çırpma, düz, silkme, ezme, kazıma, fırıldak,
okşama vb. terimler bu vuruş şekillerinin Anadolu'dan yakın
zaman önce derlenmiş adlarıdır), daha sonra melodiler ayrışmış
ve tezeneye bağlı ezgiler çoğalmıştır. Bunun sonucunda da,
tezene kökenli olup, çeşitli tartımlar üzerine kurulu tezene
kalıplan meydana gelmiştir. Bu kalıpların bazı yöreler için
karakteristik özellikle taşımağa başlaması ile de adına bütünüyle
''tavır'' denilen yapılar oluşmuştur.. ''Konya tavrı, Kayseri
tavrı, Yozgat tavrı" vb. gibi Bir tezene kalıbına halk arasında
tümüyle tavır denilişi, özellikle de bir tezene biçimine
örneğin, ''Yozgat tezenesi;" denilişi halk arasında
genellikle rastlanılan bir ifade değildir. Bu, çoğu şehir kökenli
ve müziği buralarda
öğrenmiş olan radyo
sanatçılarının içine düştüğü veya araştırmacıların
yanlış yönlendirmeleri sonucu yaşadıkları bir durumdur.
Derlemeler sonucu kazanılan her yeni bilgiyi, radyolarda etüd
ederek öğrenen bu sanatçıların, ülkenin genelindeki tüm halk
müziği verilerini icra etmek durumunda olmaları sonucu, ayırt
edebilme ihtiyacıyla geliştirdikleri bir terminoloji olsa
gerektir. Örneğin; öğrenirken çok zorlandıklarını
belirttikleri, Yozgat yöresi ''Sürmeli'' türkülerindeki ''tril''
tezenesi için genellikle; ''Yozgat tavrı'' ya da ''Sürmeli mızrabı''
demektedirler. Oysa bu tezene kalıbı, Yozgat tavrını tümüyle
ifade etmekten uzak olduğu gibi, yurdun birçok yerinde ve birçok
ezgisinde de vardır. Bunun gibi, ilk başlarda bilmedikleri için düz
çaldıkları ve sonra Konya saz ekibinden görerek öğrendikleri
tezene kalıbına da; ''Konya tavrı'' ya da ''Konya tezenesi''
demekte ve istisnasız her Konya türküsünde, ezgisinde bu
tezeneyi uygulamaktadırlar. Öğrenirken oldukça zorlandıklarını
belirttikleri bu tezene kalıbı onlar için hep çok önemli
olmakta, hatta sazın orta ve üst telinden ''Re bekar, Sol bekar''
sesi çıkmasına neden olan bu tezeneyi, içinde ''Re bemol Sol
bemol'' olan Konya türkülerinde bile hiç düşünmeden
kullanmaktadırlar. Bu durum daha birçok tezene kalıbı için geçerlidir.
Kökenleri ve yörelerindeki geçerlilikleri sağlıklı araştırılmayan,
özellikle de Yurttan Sesler gibi geniş bir yapının içine taşınan
bu unsurların, nasıl sonuç vereceğinin iyice düşünülmeden
uygulanması, tartımların hissedildiği, melodinin kalabalık içindeki
süre çatışmaları sonucu hemen hemen yok olduğu bir sound oluşturmuştur.
İlk Türk Müziği Konservatuarını kuranların öncelikle radyo kökenli
sanatçılar olması da, bunun gibi birçok yanlışın kurumsallaşmasını
ve kuşaklar boyu devam etmesini sağlamıştır.
e)
Mahmut Ragıp Gazimihal, Bela Bartok, Ali Rıza Yalgın ve Sarper Özsan'ın
dışında araştırmacıların el ile çalma hakkında bir bilgi
vermemelerinin açıklaması zordur (ki, bunlardan Gazimihal'in dışındakiler
sadece gözlemden ibarettir). Örneğin, Muzaffer Sarısözen gibi
TRT repertuarının büyük bölümünü derlemiş, çok sayıda
halk sanatçısı ile yan yana gelmiş birinin böyle bir konuya kayıtsız
kalmış olması anlaşılabilir değildir. Pertek'te (Tunceli)
buldukları iki sesli bir türküyü derin bir heyecan duyarak süslü
bir dille sunan Sarısözen'in, Ramazan Güngör'ü daha 1950'lerde
tanımasına rağmen üç sesli armonisiyle ve orijinal ezgi yapısıyla
bu türkünün çok ötesinde değeri olan ve ilerideki büyük atılımlara
temel olabilecek başta Teke bölgesi Yörükleri el ile çalış
tekniği olmak üzere, Anadolu'nun bir çok yerindeki bu unsurları
görmezlikten gelmesi ve bu konuda tek satır yazmamasının önemli
bir açıklaması olması gerekir. Kanımızca bunun nedenİ;
radyoların ve şehirli müzik adamlarının ''mızrap'' kavramına
adeta kilitlenmeleri ve el İle çalışın bu sisteme tümüyle
ters gelecek olmasındandır. Ancak, ne yazık ki radyo icralarında
müziğin genellikle tezene kalıpları çerçevesinde düşünülmesi,
Yurttan Sesleri titizlikle takip eden Anadolu halk sanatçılarının
genelinde el ile çalışın tümüyle terk edilip, mızraba geçilmesi
yönünde ters bir etki yapmıştır.
f)
Mızrap sonrası elin geniş tınlayan doğal sesi yerine, tezenenin
direkt çıkan keskin ve dar tınısına geçilmiş, elde edilen ses
de tezene malzemesinin cinsİ, sertlik derecesi ve kullanıcının
becerisiyle doğru orantılı duruma gelmiştir.
g)
Mızrap sonrası ilk icracılar uzun zaman el İle çalıştan kalan
alışkanlıkla bütün tellere vurarak çalmışlardır (bu gün
hala eski sanatçılar bağlamanın bütün tellere vurularak çalınması
gereğini düşünmektedirler. Bilmeden hissedilen bu alışkanlık
da el ile çalma geleneğinden kalmadır). Daha sonraları tellerin
ve ezgilerin ayrışmaya başladığı döneme geçilmiştir. Bayram
Aracı, Tamburacı Osman Pehlivan, Zekeriya Bozdağ, sonraları
Ahmet Gazi Ayhan ve Nida Tüfekçi gibi ustalar değişik mızraplar
kullanıp ezgileri estetik bir havaya büründürerek sunmuşlar ve
sevilmesini sağlamışlardır. Bu ustalardan sonra köklü bir müzik
geleneğinin içinden gelen Kırşehirli halk sanatçısı Neşet
Ertaş bu konuda adeta bir çığır açmıştır. Kendisinden
evvelki ve zamanındaki ustaların birikimlerini de özümseyen bu
sanatçı, varolanların üzerine geliştirdiği tezene tekniği
ile, yepyeni bir anlayış yaratmıştır. Tezeneyi el ile çalmadaki
gibi yoğun bir şekilde bütün tellere vurarak kullanmanın yanında,
az tezene ile çok sayıda ses çıkarma ve melodilerin ayrıştırılması
konusunda önemli örnekler vermiştir. Tezeneyi çok yönlü kullanıp
bir türkü içinde değişik tonlar elde edebilen Ertaş'tan sonra,
tezene kavramı Anadolu'da daha çok sevilmiştir. Neşet Ertaş'tan
sonraki dönemde kendi müzik kişiliğini ve tezene tarzını geliştiren
Arif Sağ, tezeneyi bütün tellere vurma anlayışından uzaklaştırmıştır.
Arif Sağ'dan sonra tezene özellikle melodiye yönelmiş ve yalın
bir hal almıştır.
Bu
gün gelinen noktada, tezene kalıplarının büyük çoğunluğu
radyolar dışında Anadolu'da bile yok olmuştur. Melodiler, teller
iyice ayrışmış, az tezene kullanılışı İle güzel tını ve
yumuşak duyuma yönelik bir anlayış gelişmiştir. Artık tezene,
abartılı vuruşlarla melodinin önüne geçmek yerine, ona eşlik
etmekte ve melodiye göre gerekmedikçe atraksiyon yapmamaktadır.
Bu da kanımızca, her türlü zorlamanın ötesinde meydana gelen
doğal bir gelişimin sonucudur. Tüm bunların yanında yaptığı
olumlu etkiler nedeniyle de tezene, bu gün artık geleneksel bir
kavrama dönüşmüş ve bağlama icrasında el ile çalışın yanında
bir diğer teknik olarak yerini sağlamlaştırmıştır.
Kopuz'da
(bağlama'da) en önemli değişimlerden biri de, iki telliden üç
tel kullanımına geçilmesi ve bunun bir geleneğe dönüşmesidir.
Kaynaklarda kayda değer herhangi bir bilginin olmadığı, çalgı
ve ezgi kültüründe köklü gelişmelere neden olan bu oluşumun,
ilk kez nerede ve ne zaman gerçekleştiği henüz çözülememiş
önemli konulardandır. Örneğin, göçebe Asyalının at kılı
kullandığı, sapı kavisli kopuz döneminde üçüncü tel kullanılıp
kullanılmadığı akla takılan sorulardan biridir. Ancak, iki
telli haliyle bile kullanımı çok zor olan kavisli saplı perdesiz
kopuzda böylesi bir ihtiyacın doğmuş olması zordur. Nitekim,
iki telli kıl kopuzlara üçüncü veya dördüncü teller (ki, bu
teller genellikle madenidir) yakın zamanımızda,bu sazı geliştirebilme
düşüncesiyle müzik okullarında takılmıştır. Kopuza üçüncü
telin bağırsak veya ipek tel döneminde takılmış olması
ihtimal dahilindedir. Ancak, Asya Türk Müzik kültüründe köylü
tipi halk çalgılarının karakterinin bu gün bile genellikle iki
telli olması, bu ihtimali zayıflatmaktadır. Ayrıca bu oluşumun,
sapın düzleşmesi, perdelerin bağlanması, yerleşik düzenle
birlikte ezgilerin gelişmesi ve toplu icraya geçilmesi gibi
nedenlere bağlılığı, bu ihtimali daha da zayıflatmaktadır. Kırgızların
üç telli perdesiz sazı komuz gibi, Asya Türk üç telli çalgıları
incelendiği takdirde, iki tellilerin çalınış, anlayış,
orijinallik yönünden ne kadar üstün olduğu görülmektedir. Bu
nedenle, üç telli kullanımın buralarda çok eski ve kökleşmiş
olmadığı ve bu çevrelerin genel çalgı karakterinin iki
telliler olduğu ortaya çıkmaktadır. Oysa, Anadolu'da durum oldukça
farklıdır. Güçlü devlet yapısıyla çok önceleri yerleşik
hayata geçmiş olan Anadolu insanı, sazlarını geliştirme
yolunda içe kapalı kalmış olan Asyalı Türk'ten çok daha farklı
imkanlara sahip olmuş, bir çok denemeyi daha önceden yapabilme şansını
bulmuştur. Bu nedenlerle, Anadolu sazları çok erkenden üç telli
kullanımı kavramıştır. Örneğin; bağlamanın yirmi civarında
tespit edilmiş akort şeklinin oluşu ve saz boylarındaki çeşitlilik
bunun birer kanıtıdır. Böylelikle, üç telli kullanıma ister
Asya'da, ister Anadolu'da geçilmiş olsun (ki, Anadolu'da olma
ihtimali daha yüksektir), kanımızca madeni telin takılmasının
ardından ağaç göğüs gelişimi ve saz boylarındaki büyümelerle
birlikte üç tel kullanımı Anadolu'da zenginleşmiş ve kökleşerek
sazların genel karakterler olmuştur. Ancak, binlerce yıl evvelden
kopuzdan kalma iki telli unsurlar, çok az da olsa Anadolu'da bu gün
hala yaşatılmaktadır.
Sazlarda
üç telli döneme geçişte üçüncü telin işlevi çok önemli
olmuştur. Bir anda sazın tüm temel fonksiyonlarını zorlayan,
armonik yapısını farklılaştıran ve ezgi yapısını etkileyen
bu anlayışın, kuruluş aşamasının üzerinde durmak gereklidir.
Zira, bu gün karşılaştığımız ''düzen'' denilen üç telli
saz akort şekillerinin temelinde bu aşama yatmaktadır. İki ve
üç telli kopuz türevi çalgıların akortları incelendiğinde
(bağlama da dahil), üçüncü telin kurgusunda üç yöntem göze
çarpmaktadır. İki tellilerde akort; kopuzun iki telli olduğu dönemden
beri, geleneksel şekilde daha ziyade dörtlü aralıktadır (La
sesi eksen alındığında alttan yukarı birince tel ''La'', ikinci
tel ''Mi''dir). Sık olmamakla beraber bazen de ezginin yapısına göre
beşli (La-Re) veya ahenk niteliğinde ünison olarak (La-La)
akortlanmaktadır. Asya ve Anadolu iki telli sazlarında bu gelenek
ortaktır. Üçüncü telin takılabilmesi için sazlarda öncelikle
dar olan sap genişlemiş ve üçüncü tel düşünce olarak da,
iki telin üstüne ya da ortasına takılmıştır. Üçüncü
telin akort kurgusunda kanımızca ilk olarak, iki tellilerin geleneğinde
olduğu gibi, İster üste, ister ortaya takılmış olsun,
üçüncü telin alt veya orta tele ünison akortlanması yoluna
gidilmiştir.'' La -La -Mi, La -Mi -Mi'' ya da''La-Mi-La'' şeklinde
ortaya çıkan bu akort şekilleri de, Asya ve Anadolu'nun üç
telli bir çok sazında vardır. Hatta, Anadolu üç tellileri bazen
üç tel ünison (La-La-La) olarak da akortlanmaktadır. Karar
sesini kuvvetlendiren bu anlayış sonrası ''dem'' veya ''ahenk''
denilen olgu daha da öne çıkmıştır. Osmanlı Sarayı ve çevresinde
gelişen kopuz türevi mızraplı çalgılardan tanbur da bu anlayışla
akort edilmektedir .
Üçüncü telin alt veya ortaya göre ünison akortlanması fikri, iki
tellilerde ezgiye göre bazen kullanılan beşli (La-Re) akordu içinde
söz konusu olmuştur.'' La-La-Re, La-Re-La'' ve'' La-Re-Re'' şeklinde
ortaya çıkan bu yapılar, özellikle Anadolu üç telli sazlarında
daha belirginleşmiştir.
Üç
telli kullanıma geçişte bir başka yöntemde ise, bir tam dörtlü
olan (La-Mi) birinci ve ikinci telden sonra üçüncü tel ikinci
tele göre yine bir tam dörtlü olarak (Mi-Si) akortlanmış ve
''La-Mi-Si'' gibi bir akort doğmuştur. Azeri tarı, Kırgız
komuzunda olduğu gibi, bir çok Asya Türk sazında, Anadolu yaylı
sazlarında, bağlamada ve özellikle Teke bölgesi Yörük Türkmenlerinde
bu akort şekli vardır. Armonik yapısı, çalınışındaki
pozisyon rahatlığı ile bu köklü akort şekli, sadece Asya ve
Anadolu da değil, hemen hemen dünya sazlarının bir çoğunda
kullanılmaktadır.
Üçüncü
telin akort kurgusunda üçüncü yöntem ise, iki tellilerin genel
karakteri olan dörtlü aralığı (La-Mi) ve ezgi yapısına göre
bazen yapılan beşli aralığının (La-Re) birlikte kullanılışıdır.
Bir dörtlü üzerine bir beşli kurulması (La-mi-La) ve bir beşli
üzerine bir dörtlü (La-Re-La) ile elde edilenler, daha evvel görülen
ünison yapıları vermekte ve ünison akortlamanın ikinci mantığını
oluşturmaktadır. Bizce, Anadolu kopuzuna (bağlamasına) özel
karakterini veren, alt ve üst teli ''milli aralık''
diyebileceğimiz dörtlü (La-Mi) olan iki telli sazın ortasına,
kopuzun geleneğinde olan bir tam beşli (La-Re) eklenmesiyle elde
edilen ''La-Re-Mi'' akordudur. Daha evvel belirttiğimiz gibi, Asya
iki tellilerinin hemen hepsi alt tel birinci derece karar alınarak
çalınmaktadır ki, bu gelenek Anadolu'da da vardır. Hüseyin
Karakaya, Ramazan Güngör gibi sanatçılar, birçok ezgiyi alt tel
birinci derece karar alarak çalmaktadırlar. Böylelikle, üç
telli ''La-Re-Mi'' akordunda geleneksel olarak alt tel birinci
derece karardan sonra, aynı anda orta tel birinci dereceye de basılması
ile kullanım, tını ve anlayış olarak kopuzun en eski köklerine
kadar uzanan ''Bağlama Düzeni'' dediğimiz yapı oluşmuştur. Düzen;
Anadolu'da geçinmek, uyuşmak, tertip, nizam, eğitim gibi anlamlar
içermesinin yanında, müzik aletleri ve özellikle de bağlama için
tellerin seslerini birbirine uyumlu hale getirme, yani; akort etme
anlamını taşıyan bir halk terimidir. Bağlama düzeninin günümüze
kadar gelebilmesinin sebebini, salt İslamiyet öncesi şamanist kültürdeki
müziğin ayin olduğu fikrini benimseyen ve geleneğini koruyan
Anadolu Alevi-Bektaşi topluluklarına bağlamak doğru değildir.
çünkü, Aleviler dışında Güneydoğu'daki Oğuzeli Türkmen yöresinde,
Orta ve Batı Toroslar ile Ege bölgesi Yörük Türkmenlerinde,
Orta Anadolu'da ve daha bir çok yöredeki Alevi olmayan
topluluklarda, bağlama düzeni asırlardan beri içtenlikle yaşatılmaktadır.
Bu nedenle, bağlama düzenini bir kavim, bir topluluk anlayışı içinde,
kanımızca Alevilerden çok Türkmen köküne bağlamak daha doğru
alacaktır. Zira bağlama düzeni, daha kurulurken kopuzun şamanist
birikimiyle çok iyi uyuşmuştur. Bu düzen iki telli kopuzun
kullanımındaki hemen bütün fonksiyonları içermesi ve yine
kopuzun geleneği üzerine şekillenen üçüncü tel ile de,
yepyeni açılımlar yakalamıştır. Bağlama düzeni, Anadolu
genelinde en çok kullanılan ve adı hemen her yerde aynı olan tek
düzendir. Cumhuriyet Sonrası Türkiye'de Alevi aşıklarla ve özellikle
de Aşık Veysel ile tanındığı için "Veysel düzeni, Aşık
düzeni, Alevi düzeni" gibi söyleyişler halk arasında gelişmişse
de, bu kullanımlar zamanla unutulmuştur. Batı Toroslar'da yaşayan
dış etkilere uzak kalmış Yörük Türkmenler bu düzene bağlamanın
kendi düzeni, asıl düzeni demektedirler. Çok çeşitli düzenler
kullanabilen bu bölge sanatçıları önce bağlama düzeni yapıp
bütün ezgiler bittikten sonra diğer düzenlere geçmekte ve en çok
bu düzeni kullanmaktadırlar. Başta TRT saz sanatçıları olmak
üzere çeşitli kesimlerde bağlama düzeninin kolay ve kısır bir
düzen olduğu, bu düzende her şeyin çalınamayacağı görüşü
vardır. Hatta, radyo sanatçısı ve İTÜ TMDK öğretim görevlisi
Orhan Dağlı daha da ileri götürerek, konu hakkındaki görüşlerini
şu şekilde belirtmektedir:
"Ben,
bağlama düzeninin belirli ezgiler dışında hep zararlı olduğunu
söylerim. Çünkü biz herhangi bir ezgimizi kendisine ait düzenle
çalmıyorsak milli kültümüzü etkilemiş oluruz. Yani. bağlama
düzeninde çalınmaması gereken bir ezgiyi bağlama düzeninde çaldığımızda,
o ezginin kokusu, ahengi. rengi ve tavrı gider. O zaman o ezgiyi
ud'la da çalsan bir şey fark etmez. O da aynı havayı verir"
.
Kanımızca,
bu tip görüşlere katılmak mümkün değildir. Zira bunlar bağlamayı
mızrap kalıplarına kilitlenmiş bir anlayışla düşünme, her
ezgiyi bozuk düzende çalma alışkanlığı ve bağlama düzeninin
yeterince tanınmamasından kaynaklanan temelsiz yaklaşımlardandır.
Bu düzen, büyük bir olasılıkla bağlamanın kopuz adıyla
bilindiği dönemlerde de vardı. Ve, belki de kopuz adının
unutulup "bağlama" terimine geçilmesi sonrası bağlamanın
asıl düzeni anlamında "bağlama düzeni" denilmiş de
olabilir. Bu bir varsayımdır. Ancak her şartta, kuruluşuyla,
geleneğe uyumuyla ve Anadolu genelinde en fazla kullanılan düzen
oluşuyla, kökünün çok eskilere dayandığı açıkça bellidir.Saz boylarının büyümesi,
ağaç göğüs ve metal
tel kullanımı, düzenlerin çoğalmasını ve kullanım şekillerinin
artmasını desteklemiştir. Günümüze kadar gelen saz düzenleri
incelendiğinde, genellikle hepsinin (transpoze ihtiyacıyla türetilmişler
hariç) yukarıda sayılan esaslar doğrultusunda yapılanmış
oldukları görülmektedir. Hemen hepsinde ortak özellik,
genellikle dörtlü, beşli ya da ünison esasına göre kurgulanmış
olmaları, mutlaka ezgiye eşlik eden bir veya iki açık ahenk
telinin olması, kullanım olarak daha ziyade ilk beş perde üzerinde
çalınıyor olmalarıdır. Bunların içinde ''bozuk düzen'' diye
bilinen düzen, farklı yapı ve özellikleriyle dikkat çekmektedir.
Kopuzun akort geleneğinde az görülen beşli aralığın, alt-orta
ve orta üst arasında iki kez tekrarlanmasıyla kurulmuş olan
tek saz düzenidir. Bu düzenin ilk kez hangi yüzyılda görüldüğü
konusunda, elimizde açık bir bilgi yoktur. Bu nedenle, konuya açıklık
getireceği inancıyla aşağıdaki alıntıya yer verilmiştir:
|