Anadolu'da kopuzdan sonra, tambura tipli çalgıların
genel adı olarak kullanılan terimler ''saz'' ve ''bağlama''dır.
Aslen Farsça olan ve Farsça'dan Türkçe'ye geçen
''saz'' terimi, halk sanatçılarının şiirlerini söylerken çaldıkları
telli çalgının genel adıdır. Bu nedenledir ki, aşıkların şiirlerini
sazla birlikte söylemelerinden dolayı, son çağ edebiyat tarihçileri
aşıklara ''saz şairi'', yarattıkları edebiyata da ''aşık
edebiyatı'' adını vermişlerdir. Saz teriminin anlamları
konusunda çeşitli kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:
"Saz:
musikinin her türlü aletine saz deniliyor
-Genel
alet anlamında ve yaşamak için ihtiyaç duyulan şeyler anlamında
da (gıda-eşya)
Yol,
tarik, gidiş, yöntem, mevki, topluluk, ahenk, göç, kuvvet"
Saz
- çeng, ud, tambur, gıyçek, rubab gibi benzer bir musiki aleti.
Özel
bir çalgı, genel anlamda saz.
Sahten
(yapmak) fiilinden emir şekli.
Saz
- yap demektir. Yapan manasına gelir (cilve-saz-cilve yapan)".
"Saz-(Fars.) (Saz) a. bağlama
Sazandar.
- (Fars. Sazende'den bozma) a. zakir
Sazcı.
- a. zakir
Sazende. - Fars; (Sazende) a. zakir"
''Saz
(I) Çayır
Saz
(II) Kavrulmuş un içinde sirke, soğan ve et konularak pişirilen
yemek
Saz (III) Hamut Çemberi (arabalarda).
Sazak (IV) [Sazaklık, Sazlık, Sazmak (I) ]
1. Bataklık, sazlık
2. Pınarların derelerin ayağındaki otluk
yerler.
Sazlanmak
[Sazıldanmak] kendi kendine yavaş sesle şarkı söylemek;
Sazıldanarak yürüyen, farkına varmadan yol açılır''.
Görüldüğü
üzere, çalgı adı olması dışında çeşitli anlamlara da gelen
saz terimine günlük dilde, özellikle atasözlerinde ve deyimlerde
sıkça rastlanılmaktadır. ,, Anlayana sivrisinek saz, anlamayana
davul zurna az, aşık sazla maşuk nazla müteselli olur, saza saz,
söze sözle mukabele etmeli bunlardan birkaç örnektir. Saz altında
dolaşmak'' ise, omuzunda saz ile diyar diyar gezmek anlamında aşıkların
kullandığı bir deyimdir. Saz terimi halk şiirinde de çokça geçmektedir.
Ben
gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı
aşikar etme (Aşık Veysel'den)
Şu
sazıma bir düzen ver
Teller
de muradın alsın (Aşık Ali İzzet'ten)
Şahinim
var bazlarım var
Tel
alışkın sazlarım var (Karacaoğlan'dan)
Gazimihal
Türkçe'deki ''saz'' ile Farsça'daki ''saz'' terimlerini çeşitli
yönleriyle karşılaştırmakta ve bu terimin bizdeki farklı
anlamları ve kullanımı konusunda şu yorumu yapmaktadır:
''1. Anlaşıldı ki,
Farsça imaleli saz ve saht cihaz demektir. Nitekim o dilde geçerlikteki
sazende nispetinin ana anlamı da yapıcı, imal edici demektir. Çalıcı
anlamından da sazende ve çoğunlukla Arapça'dan mutrib sözünü
kullanırlar (İran'da).
2. Halbuki, Türkçe uzatımsız saz sözü, sazlık yerlerdeki bazı
uzun saplı bitkilerin sürekli rüzgar altında yerli yerinde çıkardıkları
vızıltı ve sızıltılardan mülhem bir onomatopedir. Farsça'nın
yukarıda gördüğümüz saz kelimesi pek eskiden batı Türkçe'sine
girmiş ve Türkçe saz yansıtmasının etkisinde kalarak gerçekten
de onun gibi uzatımsız bir hal almıştır. Sazendeyi uzatmalı,
fakat Farsça saz'ı kısa söyleriz. İranlı saza da saz der.
Sonra, bu Farsça'dan alınma saz ve sazende kelimelerini köylümüz
hiç kullanmazlar. Telif ve divan yazarlarıyla şehirli
musikicilerimiz kullana gelmişlerdir. Ferhenklere göre saz
kelimesinin dokuz anlamı vardır, bunlardan birincisi alet ve özellikle
musiki aleti demektir. Öbür sekizi Türkçe ye hemen hiç geçmemiştir.
Neden yalnız alet anlamı dilimize geçebilmiştir? Bunu yine Türkçe
saz onomatopesti yüzünden görmek hiç de yanlış olmayacaktır.
Saz vızıltısını bilen Türk, Farsça sazı ona benzeterek
benimsemiş olmalıdır. Halbuki, tekrar ediyoruz, Farsça saz asılda
alet, Türkçe saz asılda kaba hasır otu demektir... Farsça saz
Anadolu'nun Türkçe metinlerinde bidayetten itibaren yer almıştır.
Payitaht dilinde ince saz ve kaba saz ikiliği kullanıldıysa da, köylüler
incesazı benimsememiş, davul zurna takımına da hiç bir zaman
kabasaz dememişlerdir. Payitahtla ele alınan batı aletlerine de
saz denilir oldu, fakat sazende ince saz çalışlarına denilmekte
devam etti. İç illerde saz, tanbura ve kopuz çeşitlerinin adı
oldu. İşte bu saz adı Türkçe olmalıdır... Kanaatimizin özeti
şimdi daha kesinlikle şudur: Türkçe saz bir onomatopedir. Madeni
tellerin sazlık vızıltısı gibi sızlanmalarından kinayedir.
Madeni tellerin tatbikinden önce kopuz çeşitlerinin sesi daha kalın
ve tok düşmek gerekirdi''.
Anadolu'da
tanbura tipli kopuz türevi çalgılara, madeni tellerin takılmasından
önceki dönemlerde saz denildiğine dair bir bilginin olmayışı,
bu terimin yaklaşık 17. yüzyıldan sonra bu çalgılar için
kullanılmaya başlandığını göstermektedir. Anadolu şiirlerinde,
türkülerinde yürek sızısı ile saz sızlamasının özdeşleşerek
hep yan yana düşmesi, aşıkların, saz sanatçılarının sazı
özellikle sızlatarak çalmaları da Gazimihal'in tespitlerini doğrular
niteliktedir.
''Bağlama''
terimi ''saz''dan sonra bu çalgıda ikinci derecede kullanılan bir
diğer addır. Bunun yanında, Anadolu'da çok çeşitli anlamlarda
kullanılan bağlama terimi hakkında bazı kaynaklarda şu bilgiler
bulunmaktadır:
''Bağlama, saz şairlerinin, şiirlerini okurken
çaldıkları küçük saz sapına perde bağlanması dolayısıyla
bu çalgıya bağlama denmiş olacağı ağırlıktadır.
Bağlama, kitap yazma, telif etme karşılığında
kullanılan terim.''(CÖ)
''Bağlama; potin, yemeni,
Bağlama; Kağnıda iki oku mazı üzerine tespit eden ve enine
konulan ağaç
Bağlama; [bağlak (IV)] 1 Yemeni renkli basmadan yapılan baş örtüsü
Bağlama; ip, kendir.
Bağlama düzeni; bağlama denilen sazın akortlarından biri.
Bağlamalık (II) Bağlama yapmaya elverişli, bağlamalık ağaç".
Bağlama terimine saz da olduğu gibi Anadolu şiirlerinde,
türkülerinde, deyişlerinde sıkça rastlanılmaktadır. Aşık
Kul Yusuf ile Dadaloğlu atışmasından bir bölümde Kul Yusuf'un
dizeleri şöyledir;
"Ağ'lar bu çocuğun bana kastı ne,
Bağlamasın kıvrakç'almış destine,
Yedi kat yer, yedi kat gök (neyin) üstüne,
Buna da bir çare bul, sarı çocuk."
Bağlamam perde perde
Düşürdün
beni derde (Giresun Türküsü)
Elindedir bağlama
Karagözlüm
ağlama (Denizli Türküsü)
Alıverin bağlamamı oymadan
Gidiyorum ben sılama doymadan (Kırşehir Türküsü).
''Bağlama'' teriminin nereden geldiği ve hafızalara
yerleştiği günümüzde kesin olarak aydınlatılamamış bir
husustur. Bu konuda, çeşitli görüşler bulunmakla beraber
bunlardan sapına perde bağlanması dolayısıyla bu çalgıya bağlama
denmiş olabileceği ağırlık kazanmaktadır. Bir başka dikkat çekici
görüş de, göğsü deri olar bu çalgının göğsünün ağaçla
kapanması, bağlanması sonucu bu adı almış olabileceği doğrultusundadır.
Ancak, her iki görüş de bazı soruları beraberinde
getirmektedir. Yaklaşık 17. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlanan
bağlama sözcüğü, eğer sapa perde bağlanmasıyla ilgili ise,
sazlarda perde fikrine yakın bir zamanda geçilmiştir ki, bu da
akla yakın değildir. Ayrıca, bu doğrultuda sapına perde bağlanan
diğer sazların adının neden bağlama olmadığı akla
gelmektedir. Bu kullanımın sadece Anadolu halkı arasında geliştiğini
düşünmek (Anadolu'da bu gün hala gelenekten yetişen eski
ustalar ''perde''den ziyade ''bağ'' terimini kullanmaktadırlar)
konuyu çözüyor gibi görünse de, yine de bu husus yeterince aydınlatılabilmiş
değildir. Bu konuda Gazimihal'in tespit ve yorumları şunlardır.
"Bizde
bağlama (Osmanlı Mısırında Tanbur Bağlama), vadesi kesinlikle
kestirilemeyen bir dönemeçten sonra orta boy saplı mızrap sazının
sıfatı olmuştu. Evliya Çelebi'de bu ad henüz yoktur. Şu halde
XVII. yüzyıl sonlarında eski bir adın halk dilinde yerini bağlama
tuttuğuna inanmamız gerekiyor. Terk edilmiş ad kopuzun
kendisi olmak gerekmektedir. Bağlama nispeti, sazın kendisinden önce
perdelere mi, yoksa gerili deriye sonunda tercih edilen tahta göğüs
kapağına mı verilmişti istifhamı keza şimdilik çözülememiştir:
Çünkü, Anadolu'nun XIV. yüzyıl metinlerine doğru inildikçe bağlamak
fiili kapsamlı anlamıyla kapıyı kapamakta kullanılmış görünüp
buna göre göğüs kapağı bilhassa kastedilmiş olabilirdi (Kaplamaktan
kaplama deyişimiz gibi). On sekizinci yüzyılda artık sazın
kendisine bağlama denildiği biliniyor...
1942 ortalarında Bursa'da kaldığım günlerde şehir müzesi
kitaplığının 1109 numarasında h.1175 (= 1762) tarihli bir el
yazması görerek kitabın (Yıldırım Bayazıt Han mütevellisi
Mehmet Ağa'nın Oğlu) kaydıyla birlikte metinden şu cümleleri
iktibas etmiştim: Türk Darp usulünde bulunan ve lisansı etrake
bağlama ve bulgarı tabir olunan sazı çalan... (?) kayabaşı türküleriyle
zaruri ülfet... (s.53)... Bağlama ile Bulgari'yi aynı tutması
aynı yıllarda Paris'te Delaborde'un Türk sazları Bağlama ve
Tanbura'yı eşit göstermesiyle karşılaşmıştır. Bu ayniyetler
kendi inancımızca da muhakaktı... Batı kaynağından aynı çağ
Fransız musiki yazarı De Blainville'in Musiki Tarihinde de Türk
Musikisi bahsinde bağlama geçer... Sazın perde bağlan anlamıyla
bilhassa Arapların fazlasıyla kullandığı Farsça destan adını
Anadolu'da hiç bir sazcı hiç bir çağda bilip kullanmamış,
perde yahut perde bağı bizde şehirlerde de kullanıla gelmiştir"
.
Cumhuriyetten
sonra, sazın (bağlamanın) yavaş yavaş şehirlere taşınması
ve başta TRT olmak üzere, çeşitli kurumların bünyesinde oluşturulan
topluluklarda Anadolu halk müziğinin icra edilmeye başlanması
sonucunda gelişen ihtiyaçla, saz boyları standartlaştırılmış
ve grup teşkil edecek şekilde bir bağlama ailesi oluşturma yönüne
gidilmiştir. Büyüklü küçüklü yaklaşık beş ya da altı yapıda
toplanan bu ailede, alt açık teli 440 frekanslı ''La'' sesine
akort edilen ve dörtlüsü olan ''Re'' sesi karar alınarak çalınan,
tekne boyu 45-46 cm. , tel boyu (üst ve orta eşik arası) 95-96
cm. civarında olan yapıya bağlama denilmiştir. Ailenin diğer üyeleri
meydan Sazı, divan sazı gibi saz eki ile söylenirken bu boy için
yalnızca bağlama denmiştir (eski sanatçılar hala gerçek bağlamanın
bu olduğu görüşündedirler). Ondan daha küçük olan alt teli
bağlamanın dörtlüsü olan ''Re'' sesine akort edilen ve bu ses
karar alınarak çalınan yaklaşık 38-40 cm. tekne boyundaki yapıya
''tanbura" ya da ''tambura'' ismi kullanılmaya başlanmıştır.
Böylece, bağlamanın ve tanburanın bir oktav tizi olan ''bağlama
curası'' ve ''tanbura curası''nın eklenmesiyle bağlama ailesi
oluşmuştur. Daha sonraları, saz sanatçılarının akortlarında
karar sesi ortalama olarak kadınlar için ''Do'', erkekler için
ise ''Fa'' sesinin yerleşmeye başlaması nedeniyle saz boylarının
büyütülmesi ihtiyacı doğmuştur. Tambura, biraz büyütülerek
yaklaşık 41-42 cm. divan sazı ise 51-52 cm. tekne boyunda bir
yapıya kavuşmuştur. Boyları daha fazla büyümeye elverişli
olmaması nedeniyle (çalış zorluğu bakımından) ''meydan sazı''
ve ''bağlama'' (dolayısıyla bağlama curası) zamanla kullanılmamaya
başlanmış, böylelikle radyolarda genel ad olarak ''saz'' ve özelde
ise, ''divan, tambura ve cura'' terimleri öne çıkmıştır.
3.
Kopuzda (Bağlamada) Meydana Gelen Değişimler
Kopuz
ve onun devamı olan bağlama, en önemli değişim ve gelişimini
Anadolu'da sağlamıştır. Asya Türk kültürünün köklü bir
uzantısı olarak Anadolu'ya getirilen kopuz, çeşitli
medeniyetlerin beşiği olan Anadolu topraklarının zengin kültürü
içinde yoğrularak, zamanla çok gelişmiş bir yapıya ulaşmıştır.
Fiziksel özellikleri, tınısı ve çalış teknikleri ile özgün
bir karakteri olan ve sürekli gelişerek, büyüyerek gelen bu sazın
ufkunu ve oluşabilecek yeni gelişmelerini kestirebilmek, bu gün
bile güçtür. Kopuzda geçmişte meydana gelen köklü değişikliklerden
en önemlisi, metal tele geçiştir. Zira, metal tel bu çalgıya tınlayış
ve kullanım ( el ile ve mızrapla)
bakımından at kılı, bağırsak ve ipek tel gibi birbirine yakın
mat tınılardaki, dayanıksız maddelerin çok ötesinde farklılıklar
getirmiş, adeta çığır oluşturmuştur.
Madeni tellerin halk sazlarına ilk kez nerede ve
ne zaman takıldığı konusu müzik tarihimizin henüz çözülmemiş
konularından biridir. Gazİmihal, Groves Müzik Kamusu'nun String
(tel) maddesindeki metal tellerin eskiden doğuda bilinmediği ve
ilk olarak Miladi 1350 yılında Avrupa'da keşfedilerek klavikord
ve harpsikordun icadı üzerine bu aletlerde kullanılıp yayıldığı
görüşüne karşılık olarak, 13. yüzyılda Urmiyyeli Safiyfiddİn
Abdülmümİn'in icat ettiği ''nüzhe'' adlı yatağan türü, 103
kirişli bir çalgıyı örnek göstermektedir. Gazimihal, bu çalgının
kirişlerinden bazılarının pirinçten olduğunu belirterek
''Madeni tellerin sazlara benimsetiliş başlangıcı Şarkta
Avrupa'dan biraz daha eskidir, Horasan ötesi Asya kaynağına çıkmaktadır''
demektedir. Tarihçi Von Hammer, kendi Osmanlı Tarihi
ciltlerinde madeni saz telini Türklerin İstanbul'a soktuğunu İfade
etmektedir.
Madeni tellerin bağlamada ilk kez ne zaman kullanıldığı
konusunda ise, kopuz olarak bilindiği yaklaşık 14. yüzyıl
Osmanlı Devleti döneminde Anadolu'da madeni tel takıldığı ve
buradan Asya'ya yayıldığı yolunda araştırmacılar arasında
ortak bir görüş vardır. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamemde yer
verdiği tel tanburun Kütahya'da icad edildiği bilgisi üzerine
araştırmacı Sadık Uzunoğlu şu yorumu yapmaktadır. ''Halen
kullanılmayan bu saz, adından da anlaşılacağı üzere tellidir
ve ilk madeni telli bağlama bundan doğmuş olmalıdır. Yani,
madeni tel ilk olarak Kütahya'da saza tatbik edilmiş diyebiliriz.
Ancak, ihtimaller üzerine kurulu olan bu görüşü kanıtlayacak
başkaca bir bilgi bulunmamaktadır.
Düşüncemize göre, metal telin kolay ve uzun tınlayış
özelliği sonucu doğmuş olan ve yalnızca Güneybatı Anadolu Yörük
kültüründe görülen ''parmak vurma'' tekniğine, Asya'da rastlanılmaması
da metal tele Anadolu'da geçildiğinin bir başka kanıtı
olabilir.
Fiziksel
yapısı ve ses rengi daha önceki malzemelerden çok farklı olan
madeni tel, kopuzda muhtemelen önceleri-kirişlerle birlikte ve az
sayıda kullanılmıştır. Zira, asırlar boyu süregelen bir ses
zevkinin içine oldukça farklı yeni bir tınının girebilmesi,
hatta bu yeni tınının bütünüyle eski anlayışın yerini alması
kanımızca çok uzun bir süreçte gerçekleşmiş olmalıdır.
Madeni tellerin zor bulunuşu ve yeni gelişmeleri kolayca
kabullenmeyen gelenekçi anlayış da, bu sürecin uzamasının
sebepleri arasında düşünülebilir. Tel konusunda bir çok eski,
yeni ve yabancı kaynağı inceleyerek kopuz tipli eski sazların
takriben 14. yüzyılda Anadolu'da metal tele geçtiği tespitini
yapan Gazimihal, 16. yüzyıldan bahisle:
"Tanbura
tipli sazlarda mucitlik o çağlar için tel ve düzen yenilikleri
yapmaktan ibaretti. Boy boy sazlarda çap ve cins bakımından en
kaynaşık tel takımlarını denkleştirip benimsetmeye bakıyorlardı
ki işin sonu bütün telleri madeni olan bağlama vasatında XVII.
yüzyıl sonlarında karar kıldığı anlaşılıyor. Bu ad eski
(orta boy) kopuzun tek ismi kalarak öbür eski sıfatlar ve hatta
kopuz kelimesi kamilen tarihe karıştılar" demektedir.
|